Türkiye toplumu çok "sağcı'' mı? Buna şu aşamada, ne ''evet'' diyebilirim ne de ''hayır". Bir toplumun ''sağcı", bir başka toplumun ''solcu'' olduğunu kabul etmem. Bütün toplumların özlemleri, sevdikleri ve sevmedikleri, üç aşağı beş yukarı aynıdır. Bunlar, normal halde, oldukça ''nebülöz'' denebilecek bir şekilde durur ortak, genel ideolojide. Yani, ayrışmamış, belirli bir tanımın ayırıcı çizgilerini edinmemiştir. Bulanıktır, bulutludur. Bir duygudan öbürüne nerede geçildiği çok belli değildir. Bu bulanıklık ''düşünce'' dediğimiz süreçle aşılır, çizgiler, ayrımlar belli olmaya başlar. Ancak ''düşünme'' insan zihnine her zaman dışarıdan gelmez. O da, zihnin içindeki bulamaçtan doğar. Dolayısıyla insan, zaten zihninde olan birtakım kavramların arasında bağlar kurarak ''yeni'' bir şey düşünmeye başlar. Zaten zihninde olan kavramlarla, zihninde aldıkları biçimlerle, ''Dışarısı'' dediğim şey de bu noktada devreye girer: ''dışarısı'', yeni toplumda geçerli eğitim sistemi (buna kısmen aile-içi eğitimi de koymalıyız), bütün iletişim alanı, medya, hukuk, siyasi ideolojiler, en son da sanat, edebiyat ve olduğu kadar bilim. ''Sağ''dı, ''sol''du, bu aşamada biçimlenmeye başlar.
Buraya gelince, evet, Türkiye toplumunda, ''nebula''dan ''düşünceler'' dünyasına geçişte, insanlara düşünmeleri için sunulmuş bütün düşünsel araçların ''sağ'' bir karakteri olduğunu söyleyebilirim. Bu toplumda düşüncenin kodları ''sağ''dır. Kavramları birbirine bağlayarak bir düşünce oluşturmanın yöntemi olan ''eklemlenme''nin orkestra şefi bir sağcıdır.
Bu bağlamda tabii ''sağ/sol'' terimlerini de en geniş anlamında kullanıyorum. Üretici güçlerin devlet mülkiyetinde olması gerektiğini söyleyen ''solcu'', özel mülk olması gerektiğini söyleyen ''sağcı'' gibi basit denklemlerden söz etmiyorum. Yaramazlık eden çocuğunu dövmesinin gerekli olduğunu, kendisini kızdırırsa karısını dövme hakkına sahip olduğuna inanarak yaşayan adam, üretici güçlerin kanunlaştırılması üstüne dahiyane makaleler de yazsa, aslında ''sağcı''dır. Bu gibi ''değerler'' de tarih içinde sürekli değişim gösterdiği için kavramların tanımı da sürekli değişime açıktır.
Bunları söyledikten sonra seçimi izleyen duruma bir bakalım: AKP ve Erdoğan en yüksek oyu aldılar. ''Nebülöz'' düzeyde AKP tabanının bir hayli heterojen olduğunu düşünüyorum ama biçimlenmiş düşünceler düzeyinde AKP'nin ''solcu'' olduğu elbette düşünülemez. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın bir rakibi Temel Karamollaoğlu'ydu. Şimdi aralarında görece daha pratik düzeyde yaklaşım yorum farkları var ama zaten aynı ideolojik kaynaktan geliyorlar. Herhalde Karamollaoğlu da ''solcu'' değil.
Seçime MHP girdi, İyi Parti girdi. İkisi de yüzde onu geçti. Aradaki farkları ne? AKP'yi değerlendirmek, onun karşısında tavır almak dışında çok önemli bir farkları var mı? Yani, ''bu seçimde böyle oldu, bir yerine iki MHP girdi'' demek çok yanlış olur mu? MHP, İyi Parti ya da BBP için ''solcu'' sıfatı düşünülebilir mi?
CHP'yi ''solda'' olarak düşünmenin iyice uzamış bir tarihi var. Ben buna öteden beri katılmam. Çok sevdiğim dostum Müntekim Ökmen vardı. Zamanında kısa bir süre TKP genel sekreterliği de yapmış biriydi. Biz tanıştığımızda siyasetten fiilen uzaklaşmıştı ama tabii her şeyi ilgiyle, merakla izliyor, sağlam bir mantıkla değerlendiriyordu. Bir gün bir anısını anlattı: gazetede müsahhih olarak çalışıyormuş; dizgici dalga geçmiş, ''Atatürk'' yerine ''Atakürt'' çıkmış basılan gazetede. Bizim Müntekim Bey epey bir korku atlatmış ama bir şey olmamış. Anlatırken anısını ''Atatürk sağlığında şimdi olduğu kadar ilerici değildi'' demişti. O zamana kadar ülkede her türlü ''sol''un amansız düşmanı, CHP, 1966'daydı galiba, İnönü'nün ''Ortanın solundayım'' sözünden sonra - ve Doğan Avcıoğlu'nun çabalarıyla ''solcu'' oldu. Ancak, asıl misyonu, yani ülkede solun olmasını önlemek misyonunu bu yeni kimliğiyle de devam ettirdi. Şüphesiz bu uzunca süre içinde, bütün bu ''sosyal-demokrasi'' edebiyatı arasında, birçok kişi CHP'nin ''sol'' olmasını bekledi, hâlâ bekliyor. Ama CHP'den ''sol'' denecek bir şey çıkmıyor.
CHP'nin sade suya tirit ''sol''culuğu dahi, bu partinin birçok ileri gelenini kızdırdı. Bir fasıl Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları, bir fasıl da Kemal Satır ve arkadaşları ''CHP'den ayrılma faşizm''in nasıl bir şey olduğunu gösterdiler.
Böylece geliyoruz HDP'ye. ''Hah, işte bulduk solu'' demeyeceğim, çünkü burada da homojen bir yapıyla karşılaşmıyoruz. Yani herkes Selahattin Demirtaş değil. Türkiye'nin demokrasi kusurlarını eleştiren çok da, bir ''Kürt yönetimi'' kurulabilse, onun demokratlığı konusunda herkes aynı derecede titiz değil. Kürt milliyetçisi çok ve milliyetçilik ''sol'' bir ideoloji değildir, ''ezilenin milliyetçiliği'' olduğu zaman da.
Bunlara rağmen, varolanın içinde demokrasiye, dolayısıyla ''sol''a en yakın duran HDP.
Tabii bir de ''radikal sol'' olarak bilinenlerden bugünlere kalanlara göz atılabilir. Doğu Perinçek'e, Türk Solu adında dergi çıkaranlar, daha birçok küçük grup...
Peki, bunca laftan sonra, ''Türkiye toplumu çok 'sağcı' mı?''
Bilmem, siz ne dersiniz?