Türkiye’de siyaset hiçbir zaman “ışıltılı” yürümezdi ama bu kadar “abus”laştığı bir dönem de olmamıştı. “Ağırlaştırılmış müebbet” denilen kararların uçuştuğu bir ortamda, siyaset üstüne yazı yazmak, bir söz söylemek de anlamsız görünüyor.
Bu sabah Cumhuriyet’te Dil Kurumu’yla ilgili bir haber dikkatimi çekti. Kurum’un sözlüğünde kadınlar hakkında aşağılayıcı olduğu düşünülen bazı kelimelerin çıkartılması için bir dava açılmış. Mahkeme, gazetenin bildirdiğine göre, “masait”, “boyalı”, “yollu”, “taze”, “oynak”, “kötü yola düşmek”, “esnaf”, “kötüleşmek”, “serbest” gibi kelimelerin “argo anlamlarının TDK sözlüğünden ve internet sayfasından kaldırılmasına” karar vermiş.
Davayı da, kararı da doğru bulmadığımı söyleyeyim. Bu toplumda yaygın olan kültürde, kadınların çeşitli biçimlerde aşağılandığını biliyoruz. Bunun bir toplumu ilkelliğe mahkûm eden son derece çirkin bir ideoloji olduğunu da, bilen ve kabul eden, bir “çoğunluk” olmasa da, azımsanmayacak sayıda insan var. Ama böyle olması söz konusu davayı ve kararı haklı göstermiyor.
İtiraz etmemin birinci gerekçesi “dil” dediğimiz olguyla bağlantılı. İkincisi, bu ve benzeri “tedbir”lerin “etki”leriyle ilgili.
Dil, hep söylediğimiz ve kabul ettiğimiz gibi, “iletişim aracı”dır. Bu demektir ki, “anlam üretme ve iletme aracı”dır. “Anlam dediğimiz şey de, tanım gereği “nötr”dür. Senin, benim hoşumuza gitmesi, gitmemesi anlamı değiştirmez. İlgilendirmez de. Bir aynaya “çirkin görüntüleri yansıtma” diye talimat vermenin bir anlamı olmayacağı gibi, dilden de toplumun ürettiği anlamlardan bazılarını sansürlemesini talep edemeyiz. Toplumun bütün serencamı dilinde yansır. Onun için dil, toplumu anlamanın en iyi yoludur. Dille üretilen anlamları inceleyerek toplumda neler olduğunu anlayabiliriz.
Bu betimlediğim fenomen “zapturapt”a gelmez. Dilin şöyle ya da böyle olmasına, dilde şunun olup bunun olmamasına karar verecek bir merci olamaz. Söz konusu mahkemenin kararında “… dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçe’nin, … doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı anlaşılmıştır” deniyor. Bir mahkemenin dilde neyin “doğru ve güzel” olduğuna karar vermesi bana son derece sakıncalı görünüyor. Bugün bu karar bazılarımıza boş görünebilir, ama yol bir açıldı mı...
Bir “sözlük” de “öncü görevi” üstlenemez. Sözlük denen nesnenin görevi, bir dilde olan bütün anlamları nesnel bir şekilde kayda geçirmektir.
Dil Kurumu içinde karar verenler, söz konusu aşağılayıcı tavırla “hem fikir” olan kişiler olabilir. Kimseyi tanımıyorum, bir fikrim yok. Bütün kurumlarda bir iktidar kadrolaşması olduğunu görüyoruz. Ama bu tamamen ayrı konu.
İkinci itiraz gerekçem böyle bir “yasaklama” eyleminin varılmak istenen amaca katkısıyla ilgili. “Yollu” gibi bir kelimenin “argo” anlamının tanımını sözlükten sildiğimizde gördüğü kadına “yollu mu?” diye bakan adamın zihniyetini değiştirmiyor. Dünyaya böyle bir ideolojiden bakan birinin zaten “sözlük”le ilişkisi olduğunu da düşünmüyorum yani bu da ikincil bir konu.
Irkçılık Amerika’nın can alıcı sorunlarından biridir. Zencileri, aşağılamak için “negro” yerine “nigger” demek öteden beri (kendi aksanında "klasik”) bir âdettir. Webster Sözlüğü’nü hazırlayan kişiler, sanırım, bu kelimeyi gerine gerine kullanan Amerika ırkçılarıyla aynı ideolojiyi paylaşmıyorlar.; ama kelimeyi sözlükten çıkarmak ya da bu özgül anlamını sözlüğe koymamak akıllarına gelmiyor. Kelime sözlükten çıkarıldığında, ırkçılık Amerika’da yok olmayacak.
Üstelik Amerika “political correctness” gibi modalar üreten bir toplum.
Bu moda kötü, zararlı v.b. olduğunu tespit ettiği olgunun kendisiyle değil, dile yansımasıyla mücadele ediyor. Onun için de bana fazlasıyla yetersiz görünüyor. Aynı örnekten gideyim: “Nigger” kelimesini kullanmıyoruz, biz demokratlar, ilericiler (tabii ki Amerika’da “yasaklama”ya gitmiyor; biz kullanmıyoruz) onun içinden çıktığı “negro”dan da vazgeçiyoruz. Onların yerine “black” derken bu da “aşağılayıcı” sayılmaya başlıyor. Niye? Çünkü biz bu kelimelerle uğraşırken o ideoloji durduğu yerde duruyor ve yapacağını yapıyor.
Derken biz “coloured” demeye karar veriyoruz. Bizim bu kararımızdan haberi olmayan bilmem ne kasabasının polisi zenci-siyah-renkli (hangisini söyleyecektik?) daha öldürüyor bu arada.
Yani sorun da, sorunun çözümü de, “dil”de, kelimelerde değil; somut gerçekliğin içinde.
Ve o somut gerçeklik, git gide beterleşen bir mahiyet oluyor.