19 Ağustos 2017

Ne olduğunu anlamak

Meğer “Bitsin bu hasret” falan dediğimiz adam devlet içinde örgütleniyormuş...

Temmuz Darbesi’nin belli başlı davalarının duruşmaları başladı. Darbe girişiminin daha “girişim”ken kolay kolay anlam verilemeyen özellikleri vardı. Örneğin o saatte köprülerde trafiği tek yanlı kesmenin anlamı ne? Birbirine telefon edip “Yahu, galiba darbe oluyor” diye konuşan insanlar arasında darbe yapıldığı görülmüş mü? Hedef aldığı tarafın iletişimini kesmek için neden adım atılmaz v.b. gün geçtikçe sorulara yeni sorular eklendi. En önemli şaşkınlığı da Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları yarattı. Darbeyi eniştesinden öğrenmesi nasıl bir şey? MİT Başkanı ne yapıyor? Genelkurmay Başkanı ne yapıyor? Duruşmalar başlayınca, böyle biriken soruların bazıları biraz daha aydınlanabilir diye düşünüyorduk; ama galiba öyle bir şey olmayacak. Darbenin “sahibi” olmakla suçlanan generaller, ilk duruşmalardaki sorgularında, Hulusi Akar’ın rolüne dikkat çekmeyi tercih ettiler. Bunun ne kadar sağlam bir savunma stratejisi olduğuna karar verecek durumda değilim.

“Savunma stratejisi” bir yana, “ne olduğunu anlamak” diye bir konu var tabii. Türkiye’de bugüne kadar görülmüş “siyasi” karakteri olan davalarda, mahkemenin seyrine bakarak “ne olduğunu anlamak” mümkün olmuş mudur, bunun örneği var mıdır, bilemiyorum. Bu şimdiki davalarda bugüne kadar söylenenlere bakılırsa, “Ben oradan geçiyordum, meğer birileri de darbe yapıyormuş, haberim yoktu” mantığının egemen olduğu görülüyor.

Ancak, bu dönemde, başlatılan “iddianame”nin de sorunlu olduğuna tanık oluyoruz. Büyükada’da toplantıda basılan, yıllardır tanıdığımız, ne yaptığını, ne düşündüğünü çok iyi bildiğimiz arkadaşlarımız hakkında “casusluk” gibi laflar ediliyor; Ahmet-Mehmet Altan kardeşler “sübliminal” mesaj veriyormuş.  (Bu sonradan metinden çıkarılmış galiba);  Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Şahin Alpay ve daha kaç kişi darbeye karışmış; Ahmet Şık “FETÖ’cü” imiş… Böyle uzayıp giden bir liste söz konusu. Bunlara bakarak “gerçekte ne olduğunu” anlamak mümkün değil. Daha doğrusu, bunlara bakınca, asıl sorunun “Bu ülkeyi kim yönetecek, siz mi, biz mi?” sorusu olduğu anlaşılabiliyor. Berberoğlu’nu at içeri, Kılıçdaroğlu’nu “atarız ha!” diye tehdit et, Demirtaş zaten içeride, bunun anlamı bu iktidarı eleştirmek, bu iktidara muhalefet etmek “suç”tur.

Dolayısıyla “darbe girişimi” konusunda da iktidarın toplumun önüne koyduğu bir anlatı var. Bu “anlatı”nın ne anlattığı önemli değil; gerçekte olmuş girişim gerçekliğini açıklayıp açıklamadığı önemli değil. İktidarın önümüze koyduğu her şey gibi bunun da öylece kabul edilmesi önemli. Kabul etmeye yanaşmamak, hele “kontrollü darbe” falan gibi lakırdılarla kafa karışıklığı yaratmak, gene “suç”.

“Suç”un öbür adı da “FETÖ”. Falan ilçe, filan belde öğretmen, şucu, bucu, “ByLock” diyorlar, işinden atıyorlar, tutukluyorlar… Bu adam Fethullah Gülen hayranı olabilir; “hayran”dan öte, onun kurduğu geniş örgütte yer almış olabilir. Ama bu, “silahlı terör örgütüne üye olmak” mı demektir? Darbe girişiminde rol amış olmak mı demektir?

Bir de “tarih” çıktı karşımıza: 17 Aralık! Fethullah Gülen’in devlet içinde, temelinde siyasi İslâm yatan bir örgütlenmeye girmiş olduğunu 17 Aralık’ta öğrenmiş oluyoruz. O zamana kadar bundan haberimiz olmamış. Böyle bir örgütlenme olduğunu bilmeden iktidar olmuşuz, başbakan olmuşuz. Sonra birden 17 Aralık tarihine gelmişiz ve gerçeklik ortaya çıkmış. Meğer “bitsin bu hasret” falan dediğimiz adam devlet içinde örgütleniyormuş, meğer “Ben onlara kefilim” dediğimiz savcılar da onun adamı olarak bu örgütlenmenin içindeymiş, meğer… Meğer…

Bu durum iktidarın “nesnel gerçeklik” denen şeyle ilişkisinin mahiyetini çok iyi anlatıyor: Gerçeklik benim olmasını istediğim şeydir; dolayısıyla herkes de benim anlattığım şeye inanmakla yükümlüdür. İnanmamak suçtur. Gerçekliğin ortaya çıkacağı yer de Asliye, Sulh Hukuk, Ağır Ceza, her neyse, mahkemedir.

Tabii bunlar olurken gerçek tarih de yazılıyor bir yerlerde.


Not: Bir süre tatile çıkıyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

Bir kere daha Kürt sorunu

AKP, Kürt sorununu yok saymanın yanı sıra CHP’yi topluma “terörist” olarak tanıtma politikası kurmaya çalışıyor. Gitgide gerçek olmayan bir dünyada siyaset yapmaya başlıyor. Bu, sonun yaklaştığının işareti de olabilir

Hangi oyunu oynuyoruz?

İktidarın İmamoğlu ile giriştiği baştan sona haksızlık ve “asıl suç” olan eylemler dizisi bu yöne dönme istidadını gösteriyor. Hatta “istidat” değil, kaçınılmazlık diyebiliriz. Diyebiliriz, çünkü bu işler ve daha pek çok acaip işler olurken AKP’nin oy potansiyeli de daralıyor. AKP kendisi de sanırım bunun farkında

"
"