Bu da geldi başımıza. Afetlerden afet beğen! Karada Covid-19, denizde müsilaj. Birazdan havada da bir şeyler çıkmalı.
Epey bir yıl önce uçakla İstanbul'a dönüyordum. Tekirdağ'ın oralarda, denizde bayağı geniş bir alanı kırmızımtırak, "kiremidi" denecek renkte bir şeyin kapladığını gördüm. Ne olduğunu hiç anlamadım, ama dehşet içinde kaldımdı. Sonra Karadeniz üstüne yazılmış bir kitapta bunun bir çeşit (ama başka denizlerde varolan bir çeşit) "deniz anası" olduğunu okumuştum. Gemilere takılıp geliyormuş; yalnız o değil, başka birçok deniz hayvanı bu yolla oradan oraya göçüyormuş. Geldiği yerin canlıları bu yaratığı hiç tanımadığı için kolayca yerleşiyor ve aynı kolaylıkla çoğalıyorlar. Daha sonraları bunun bir benzerini görmedim. Daha doğrusu, böyle kocaman bir alanı kaplamış, denizin rengini değiştirmiş halde görmedim. Yoksa Amasra dolaylarında attığım bir balık ağında çıkmıştı; uzayıp giden bir şey... Bu müsilaj haberi medyaya düştüğünde aynı şey olduğunu sandım, ama resimlerine bakınca bunun apayrı bir şey olduğunu gördüm.
Yani felaketin biri gidiyor, biri geliyor. Bir tuhaf dünyada yaşıyoruz. Daha doğrusu bizim teknolojik gücümüz ve imkanlarımız arttıkça, gezegende önemli değişikliklere yol açıyoruz. Bunların verdiği zararı gidermesi de kolay değil.
"Müsilaj" kelimesini bile duymamıştım. İlk kez, bu münasebetle karşılaşıyorum. Hatta sözlüklere, ansiklopedilere (yabancı dilde) bakınca da bulamadım. Meğer ben "s" ile yazılmış bir kelime aradığım için bulamıyormuşum; sonra "c" ile yazıldığını anlayıp öyle bakınca buldum. Bizim de kullandığımız "mukoza" ile aynı kökten geliyor. Şu sıralarda Marmara'da olan olayın benzeri dünya tarihinde ilk kez on yedinci yüzyılda Adriyatik Denizi'nde görülmüş. Yani bayağı yeni bir olay (bu çapta olunca). Sözlüklere de o yıllarda geçmiş.
Türkçede "deniz salyası" deniyor ya, bu kelime ne zamandan beri var? Yeni mi türetildi acaba? Zaten çok eski olamaz herhalde, çünkü bizim burada daha da yeni. Gerçi şöyle on, yirmi yıldır buralarda zaman zaman kendini göstermiş, ama kendi kendine kaybolduğu için pek ciddiye alınmamış. Şu son zuhur edişi ise ciddiye alınmayacak gibi değil. Koskoca, güzelim Marmara gitti gidiyor.
Sonuç olarak bir "deniz ifrazatı" diyebiliriz herhalde. Bitkilerden çıkıyor. Çıkışının ısıyla, denizin normalin üstünde ısınmasıyla ilgisi var ama hikâye bundan ibaret olmasa gerek. Isınmanın yanı sıra kirlenme olgusunun da önemli bir payı olduğu anlaşılıyor.
İngilizcede "mucilage" kelimesinden başka bir de "seasnot" adı kullanılıyor; yani "deniz sümüğü"! Bu ad bence durumu daha iyi betimliyor.
Ekosistemi vahim denecek derecelerde etkileyen ve bozan bir olgu bu. Okuyoruz, midyeyi, istiridyeyi, ayrıca süngeri, mercanı öldürüyor bu nesne. Balık yumurtalarını öldürüyor. Bu, korkunç bir şey. Şimdiye kadar verdiği zararın etkilerinin önümüzdeki yıllara da uzanacağı anlaşılıyor. Bu kaç yıla yayılır, tahmin etmek sanırım mümkün değil ama bayağı uzun sürebilir pekala.
"Şimdi bu da nereden çıktı?" diyecek durumda değiliz. Gecikmiş bile olabilir. Müsilaj ortaya çıkınca söz konusu bölgede denize daha nelerin karıştığı üstüne pek fazla lafı edilmemiş şeyler araştırılır ve yazılır oldu. Örneğin Ergene'nin dünyadaki en zehirli akarsulardan biri olduğundan haberiniz var mıydı? Bunun gibi, hiç haberimiz olmayan bir yığın kirletme su yüzüne çıktı. Zavallı Marmara, gene iyi dayanmış.
Dönüyor, döneniyor, sonunda "bir musibet" ve "bin nasihat" atasözüne geliyoruz. Tam turizm mevsimi başlar ve biz de ekonomisini alt üst etmiş bir toplum olarak turizmden mucizeler beklerken haydi bakalım musilaj! Temizlik çalışmaları epey enerjik biçimde başladı sanıyorum. "Türk gibi başlamak" gene deyimlere geçmiş bir olaydır. Ve deyimler, "Alman gibi bitirme"nin önemini vurgular. Bu önemi anlar ve gereğini yerine getirirsek, sadece pislik süpürüp temizlik yapmakla yetinmeyip Marmara'yı bir deniz olmaktan çıkaran kirlilik kaynaklarını kurutmayı başarırsak bu ata sözünün söylediğini yapmış oluruz.
Düzelmesi gereken daha nice çevre sorunu var ama müsilaj belası az buz bela değil. Marmara'ya akan pislik az buz sorun değil. Ben tam bunu yazarken, televizyondan reklam sesi "Başka İstanbul yok" diye haykırdı!