AKP-MHP ittifakı sahip olduğu oy potansiyelini kaybetmeye başladı. Bu demektir ki seçim yapıldığında muhalefet kazanabilir. Haziran 2015'te yapılan seçimde buna benzer bir durumla karşılaşmıştık. Ama Tayyip Erdoğan seçimden çıkan sonucun siyasi dengeleri değiştirmesine engel olmayı başarmış, Kasım'da seçimin yenilenmesini sağlamış, bu arada gerilimi elinden geldiğince yoğunlaştırarak (PKK'nın da yardımıyla) MHP ile ittifakını kurmuştu. O günden bugüne AKP'nin oy kaybının devam ettiği anlaşılıyor. Bütün bu etkenler muhalefetin seçim kazanma ihtimalini güçlendiriyor. Muhalefet içinde belirli kişiler böyle bir zaferi kesin görüyor.
Böyle mi? Bu çerçeve içinde baktığımızda böyle görünüyor ama böyle göründüğü için var olan iktidarın çerçevenin kendisini toptan değiştirmeye kalkması ihtimali de var. Tabii bu, spekülatif bir konu. Onun için çerçevenin değişmeyeceği varsayımı üstünden giderek durumu değerlendirelim.
AKP ile MHP arasında farklar, anlaşmazlıklar olduğu söyleniyor. Her ikisinin de, kendisi için daha parlak bir gelecek vaadi taşıyan bir alternatif gördüğü anda tereddütsüz ittifakı bozacağını tahmin edebiliriz. Bunu gözlerini kırpmadan yapabilme yetenekleri olduğuna dair elimizde yeterince kanıt da var zaten. Ancak gene de, iktidar bloku muhalefetteki "Millet İttifakı"na oranla daha homojen bir görünüm arzediyor. En başta, ideolojileri birbirini tutuyor: çıkarları koşullara göre ayrılmalarını gerektirebilir ama dünya görüşleri çok farklı değil. Oysa Millet İttifakı'nı oluşturan partiler hakkında böyle bir şey söylemek mümkün değil ve olmaz da. AKP-MHP iktidarı ülkeyi siyasetin yasak olduğu bir emir-kumanda toplumuna dönüştürmek istediği için, muhalefet, "sağ-sol" demeden, bu uygulama karşısında yan yana geldi, gelebildi; ama bu, aralarında düşünsel bir yakınlaşma olduğu ya da olabileceği anlamına gelmiyor.
Düşünsel farklılıkların siyaset pratiğine yansıyan en önemli "ayraç" şu anda ittifakın içinde değil, dışında. Tabii HDP'den söz ediyorum. HDP, İyi Parti ile Halk Partisi arasında bir diken gibi duruyor. Sanırım İyi Parti'nin "başında" olanlar iktidardaki ikiliye karşı bir "demokratik cephe" oluşmasının gerektiğini, bunun da HDP'yi dışlayarak olamayacağını görüyorlar. Ama daha aşağı kademelerdeki yöneticiler aynı fikirde değil. Zaten akılları öyle çalıştığı için HDP düşmanlığını doğal buluyor olabilirler, ama bundan başka, ayrıldıkları MHP de onları etkiliyor olmalı. Onlar MHP'de kalan tabanı kendilerine çekmeye çalışırken MHP onları "bölücü kamp" içinde bulmakla suçlayıp puan toplayabilir vb. MHP de farklı bir siyasi oluşum içinde bulunacak olsa bile, bu konudaki tavrını kolay kolay değiştiremez, çünkü o da talimatını "Türk Milliyetçiliği"nden alıyor.
Oradan talimat alan yalnız MHP değil elbette. AKP'nin ve Reis'inin "Seni seçtirmeyeceğiz" diyen Selahattin Demirtaş'ı cezalandırmak üzere başlattığı ve sonra alabildiğine genişleterek sürdürüp bugünlere getirdiği "Kürt politikası"na ilk ağızda izin ve cevaz verenlerden biri CHP'nin kendisi. Erdoğan'ın girişimine verilen bu onay, Kılıçdaroğlu başkanlığında Halk Partisi'nin yaptığı en büyük yanlışlık oldu.
Halk Partisi çeşitli "milli" davalarımızda da benzer tavırlar alabiliyor. Bir "yabancı" ile sorun çıktığını gördüğü anda "Türkiye'den yana" olduğunu düşündüğü tavrı takınıyor. Böylece yabancılara karşı "yekvücut" oluyoruz. Burada en başta bir mantık tutarsızlığı var: İçeride şu politikadan, bu politikadan tek sorumlu Tayyip Erdoğan. Bu gerçekten böyle ve Erdoğan'ın ite kaka yerleştirdiği çerçevenin doğal sonucu. Muhalefete ve CHP'ye göre bu politikalar toptan yanlış. Derken "dış" politikaya bakıyoruz: Gene şu politikanın, bu politikanın tek sorumlusu Tayyip Erdoğan. Başka ne olabilirdi? Ama ne hikmetse bunlar doğru, en azından savunulması gerekli politikalar olabiliyor.
Şu dönemde bu gibi sorunların sayısının ciddi bir şekilde artacağını düşünüyorum. Bizim iktidar çevrelerinde Trump'a yas tutanların hakkı var. Biden'la birlikte işlerin değişeceğini ve ilkin Halk Bankası'ndan başlayarak Erdoğan'ı mutlu etmeyecek gelişmeler olacağını tahmin edebiliriz. Bunlar olurken CHP ne yapacak? Erdoğan'ın tasarruflarını savunacak mı?
Gerilim yükseltmek iktidar blokunun işi: Bahçeli dinlenirken Erdoğan bağırıyor, Erdoğan sesini kestiğinde (pek sık olan bir şey değil) Bahçeli sağa sola hakaret yağdırıyor. Bu kavga dilini egemen kılmanın iktidarları için yararlı olduğunu düşünüyorlar belli ki. Belirli kesimlerde belirli ölçüde başarılı olmaları da muhtemeldir; ama daha kapsayıcı bir bakışla baktığımızda bunun başka kesimleri bezdirdiğini de görüyoruz. Dolayısıyla -bence- CHP'nin bu rolü onlardan çalmaya çalışmasının gereği yok. Zaten çalışmıyor da. "Vur, kır, kapat, sustur" edebiyatı yapan iktidar karşısında aklın ve ölçülülüğün, sağduyu ve hoşgörünün sesiyle konuşmalı. Bunlar söylemesi kolay, yapması zor işler, çünkü muhalefet öncelikle eleştirir, muhalefet eder, arada bir sesini yükseltir. Ayrıca, böyle bir iktidar karşısında sakin kalabilmek de kolay değil. Ama Halk Partisi bunu yapabilmeli -hem de yalnız iktidara karşı değil, kendi ittifakı içinde de yatıştırıcı, uzlaştırıcı bir rol oynayabilmeli. Orada da buna ihtiyaç var.
Halk Partisi'nin yukarıda eleştirdiğim tavırları almasında Türk milliyetçiliğinin önemli bir payı var. Ezel-ebed bu toplumun ideolojisine yoğurulmuş, yedirilmiş bir şey bu. CHP de bir "merkez" partisi, sonuç olarak, radikalizm iddiası gütmüyor. Ama belirli durumlarda bir şeyleri göze almak da zorunlu -bu "dokunulmazlık kaldırma" episodunda olduğu gibi. AKP-MHP blokunun "hamaset" iklimini yoğunlaştırmak için yapmayacağı şey yok. Buna kapılmak son derece sakıncalı olur.
Yazıyı burada bitirirken değinip geçtiğim bir konuyu vurgulayayım. Bir "demokrasi cephesi" oluşmasının ve HDP'nin de bunun oluşturucu ögelerinden biri olmasının gerekliliğine değinmiştim. Bu hayati ve aynı zamanda çok incelikli bir konu. Böyle bir karışımdan demokrasi çıkarmak usta bir simyager gerektiriyor. Bu simyayı -ya da "kimya"yı- tutturmakta CHP'ye düşen pay epey büyük.