Shakespeare’in “Julius Caesar”ında dilenci bağırır ve Caesar’ı Mart’ın ortasında mukayyet olmaya çağırır. Burada kullandığı “Ides of March” deyimi Shakespeare’in kullandığı (ve icat ettiği) pek çok söz gibi deyimleşmiş ve İngiliz diline yerleşmiştir.
Şu sıralar bizim için “dramatik” tarih Mart’ın ortasını geçiyor ve sonunu buluyor. Türkiye’de ay sonunda yerel seçim olacak. Burada, Britanya’da “Brexit”in süresi doluyor. Türkiye’de yerel seçimin çok önemli değişikliklere yol açacağı kanısında değilim. Britanya’daki durum çok daha dramatik görünüyor. Başlangıçta “Çıkalım, ama usulüyle çıkalım” denmişti. Olayın bir önceli olmadığı için “usul”ü de pek belli değildi. “Son Kullanma Tarihi” yaklaşırken May planını açıkladı ve büyük bir bozguna uğradı. O zamandan beri de bütün ilgililer “top çevirme” ustalıklarını bol bol sergiliyorlar ama sonuçta top bir yere gitmiyor. Vakitse yaklaşıyor. “Eli kulağında”dan da yakın artık.
Burada benim kendimi yakın bulduğum kişiler (çoğu eski arkadaşlar) referandumun yenilenmesinden yana. Yenilenmesini istemenin altında yatan şey ilk referandumdan bugüne konuşulan, tartışılan şeylerden sonra bir heyecana kapılıp “Haydi çıkalım” diyenlerden bir kısmının olayı daha serinkanlı düşünüp tavrını değiştirmiş olması “ihtimali.” Böyle bir değişim oldu mu, olmadı mı, bunu bilen yok aslında. Referandumdan bu yana bu ülkede neredeyse başka bir konu konuşulmadı. Ama referandum -sonrası konuşmalar ahali açısından referandum- öncesi konuşmalardan daha aydınlatıcı oldu mu bilmiyoruz.
“Aydınlatıcı” demek zaten kendisi sorunlu, çünkü olayı bir “doğru bilgilenme” noktasına getiriyor. “Brexit”in bize faydası ne, zararı ne?” tartışması. “Her hafta AB’ye şu kadar para ödüyoruz, bu para bize kalacak” gibi yalanların yalan olduğunu daha çok kişi öğrenmiş olabilir. Ama “çıkalım” tezinin çoğunluk kazanmasının temel nedeni bence bir “para hesabı” değildi. Britanya’nın egemenliği sorunuydu. Britanya’nın “yabancı” denilen insanlara ısınamamasıydı. Bunlar da sonunda gelip geçmişin şanlı “Büyük Britanya İmparatorluğu”na dayanıyordu. Bence bu bir “hesap yanlışı” değil, çok daha geniş ve kapsamlı, bir “dünya görüşü” yanlışı.
Ama şunu da her zaman bir yere kaydetmekten yanayım: AB’nin işleri götürme tarzında insanı çileden çıkaracak çok şey var. Britanya’da “Brexit” için oy vermiş herkesin “cahil” olduğunu, “imparatorluk heveslisi” olduğunu, herkesin “yabancı düşmanı” olduğunu düşünmüyorum.
Uzatmayayım. Referandumun yenilenmesinden söz etmiştik. Bu sefer “kalmak”tan yana oyların çoğunluk kazanacak ölçüde yükselmesi ihtimali var. Ama böyle olmama ihtimali de var. Biraz bu nedenle, yenilenmeden yana olanlar bunu yoğun bir kampanya haline getiremediler. “Çıkalım”cılar tabii böyle bir karara hiç iyi gözle bakmıyorlar.
Bu durumda bir “anlaşma”ya varmadan çıkmak alternatifi ufukta beliriyor. Farrage ya da Boris Johnson gibi hızlı “Brexit” taraftarları bunu istiyorlar. Ama bu hiç de istenir bir şey olmamalı. Büyük kargaşalıklara yol açacağı belli (Avrupa Birliği için de istenir bir “çözüm” değil). Bunu ilk tepkileri düşünerek söyledim; ne bileyim, “no deal” dendiği anda marketlerde ekmekler yağmalanır mı, böyle şeyler olur mu. İngilizler tarihte bu gibi durumlarda soğukkanlı davranmayı başarmışlardır ama tabii belli olmaz.
Böyle kısa vadede, hemen olacak tatsızlıklar bir yana, bu olayın “Britanya” açısından sonuçları ne olur?
İskoçya var. Yapılan referandumda İskoçya’da “kalalım” tezi kazandı. Şimdi Theresa May, “Tamam, anlaşma var ya da yok, çıkıyoruz” dediğinde İskoçya’dan, “Dur bakalım, kardeş, nereye çıkıyorsun? Ben çıkmak istemiyorum” diyebilir. İskoçya’da adettendir, arada bir, “Britanya’da kalalım mı, çıkalım mı?” referandumu yapılır. Bu yakınlarda bir örneğini daha görmüştük. “Kalalım” tezi kazanmış, ben de kendi köşemden buna sevinmiştim. “Bir arada” olmayı başarmak bana her zaman daha anlamlı görünür—tabii “bir arada olma”nın herkesi mutlu edecek yolları açıldığında. Evet, bu son derece ciddi karar ve “yeni” durumda, İskoçlar, “Ben Avrupa’da kalmayı Britanya’da kalmaya tercih ediyorum” diyebilirler.
Hafta sonunun “New York Times”ında bu sefer İrlanda’yla ilgili bir yazı yayımlandı. İrlanda, kuzeyiyle de, güneyiyle de, bu “Brexit” işinde endişeli. Kuzey ayrılmak yanlısı değil; güney ayrıca kaygılı.
“Ayrıldık” dedin mi şu ana kadar yürüyen “malların dolaşımı” duracak. Tek başına durma kararı veren Britanya Avrupa Birliği ile nerede “sınırdaş”? Tabii İrlanda’da. Bunun getirdiği birtakım gerilimler, sıkıntılar olması “mukadder” gibi görünüyor. Ve tabii, demin İskoçya için söylediğim şey Kuzey İrlanda için de geçerli. İrlanda’nın Protestan Partisi her konuda İngiltere’nin arkasından gitmeye koşullanmış ve şimdiye kadar da ateşli bir “Brexit” taraftarı tavrı sergiledi. Ama sonuçta onlar da Kuzey İrlanda’da bir çoğunluk oluşturmuyorlar.
Yani “New York Times” yazısının söylediği gibi Britanya’nın “çıkma” kararını vermesi, İrlanda’nın adanın bütününde birlik kurması sürecine yol açabilir. Bu, Birleşik Krallık’tan çıkmış ve Avrupa’da kalmış bir “tek” İrlanda demektir.
Böyle gelişmeler olursa, bunların İngiltere içinde ne gibi tepkilere ve gelişmelere yol açacağını kestirmek de hiç kolay değil.
“Dimyat’a pirince giderken…” diye bir deyim vardır Türkçede. Britanya’nın Avrupa Birliği’ni terk etme kararında “çıkma” için verilen oylarda İngilizlerin (uzun boylu sınıf farkı da olmaksızın) ağırlığı olduğunu kabul ediyoruz. Şüphesiz eski “Commonwealth”den gelip yerleşmiş birileri de böyle oy vermiş olabilir. Ama herhalde ağırlık İngiliz kökenli olanlarda ve onların böyle davranmasında “emperyal” anıların önemli bir rol oynadığı konuyla ilgili çok kişinin üzerinde anlaştığı bir tespit. O zaman gene tarihin bitmez tükenmez ironilerinden biriyle karşılaşabiliriz: Emperyal geçmişin hayaliyle Avrupa’yı terk eden (ve reddeden) İngilizler, o imparatorluğa temel oluşturan “Birleşik Krallık”ın ögelerinden ayrılmak durumunda kalabilirler.
Toplum mühendisliği girişimlerinin her zaman yüz yüze geldiği durum!