“Sağ Popülist” coğrafyanın haritasında bugün Fransa’da oylama var. Fransa’nın siyasi tarihinde Poujade gibi birçok sağ popülist siyasi figür görülmüştür ama bu özelliğe sahip uzun süreli bir iktidar olmamıştır. Şimdi Le Pen bu hedefi zorluyor. Bakalım ne olacak…
Bu arada benzer bir seçim de Macaristan’da yaşandı ve bayağı uzun süreli sağ popülist diktatör Orban bu seçimi açık farkla kazandı. Dünya demokratik cephesi açısından hayli üzücü bir haber bu. Seçime herhangi bir biçimde hile karıştırıldığına dair bir iddia da duymuş değiliz. Bu durumda ahali sandığa gitmiş ve oyunu diktatörüne vererek tercihini ilan etmiş. Demek ki alan memnun, veren memnun, söylenecek bir şey yok.
Macaristan altı, yedi milyonluk bir nüfusla, küçük denebilecek bir ülke. Belki Macaristan dışında yaşayan sayısı Macaristan’da yaşayanlardan fazladır. Romanya’da, Slovakya’da, Sırbistan’da (Voyvodina) vb. hatırı sayılır Macar nüfuslar bulunuyor. Macaristan da, Birinci Dünya Savaşı sonrasında (Trianon Anlaşması’yla) ciddi küçülmüş ülkelerden. Bundan önceki tarihiyse (17. Yüzyıldan başlayarak) Avusturya İmparatorluğu’nda geçmiş. İki savaş arasında Amiral Horthy diktası, üstüne Alman (Nazi) işgali; oradan “kurtuluş” da Sovyet hegemonyası şeklini almış; pek demokratik bir geçmişi olduğunu herhalde söyleyemeyiz. Macar tarihinde “demokrasi kahramanı” sıfatıyla anılacak çok birey var; ama demokratik bir rejim içinde yaşanmış uzun dönemler görmüyoruz. Dolayısıyla bu son seçimin sonuçlarına da fazla şaşırmamalıyız belki.
Epey zamandır Macaristan’a yolum düşmedi, onun için şimdi var olan siyasi atmosferden, son durumdan haberim de yok. İyi izleyemedim zaten. Örneğin seçimde Budapeşte’nin davranışı nasıl oldu, onlar da çoğunluğa uydu mu, yoksa Orban’a karşı demokrasiden yana bir tavır alabildiler mi? Bilmiyorum. Macar arkadaşlarımı da ne zamandır görmüyorum.
Ama bu seçimle Türkiye arasında bir bağ kuruldu. ”Orada Orban kazandı; burada da Erdoğan kazanabilir” biçiminde bir paralellik hemen oluştu, çünkü bilimsel hiçbir ağırlığı olmadığı halde “popüler kültür”de hemen göze çarpan bir benzerlik durumu var; iki ülkede de sağ popülist-otoriter rejim karşısında kurulmuş, altışar partiden meydana gelme ittifakların varlığı söz konusu. “Eh, madem ‘altılı ittifak’ orada işlemedi, burada da işlememe ihtimali yüksek.” Bu köprüyü kurma imkânı tabii burada var olan iktidarı bağrına basan kesimi çok mutlu etti.
Öyle mi? Orada olan burada da olur mu? Şimdi bu, hazır bir cevabı olmayan bir soru. “Altı parti konusu sadece bir rastlantı ve herhangi bir ciddi “akıl yürütme” için gerekçe sunmuyor. Ama başka nedenlerle sorunun kesin bir cevabı yok.
Sanırım önce (ilk) yapmamız gereken iş, ekonomiye bakmak: Macaristan, “Orban rejimi”nin yarattığı koşullar içinde “siyasi” bir kriz ortamına girdi. Ama “ekonomik bir kriz” yaşamıyor. Burada ise ekonomik kriz içindeyiz—gırtlağımıza kadar. Bunun seçim zamanına kadar atlatılması da muhtemel görünmüyor. Ayrıca bu kriz doğrudan doğruya ülkeyi yönetmekte olan iradenin sebep olduğu bir kriz. İktidar, “yok dış dünya”, “yok muhalefet”, bunu yaratan bir “suçlu” bulmak için debeleniyor. İnandırıcı bir açıklama bulamadı ve bulamayacak. Tayyip Erdoğan, kendini bu boğucu koşullar içinde buluncaya kadar, kendisinden başka kimsenin sorumluluğu olmadığını söyledi. “Ekonomist” olduğunu da ilan etti. “Bu kardeşinize oy verin; düzeltsin işleri” diyordu. Yurttaşlar oy verdiler. Erdoğan da işleri “düzeltmek” üzere içinde bulunduğumuz şu koşulları yarattı. Bu koşulların belirlediği karanlık ortamın en ağır yükünü çekmek zorunda olanlar da, genellikle, bugüne kadar Erdoğan’ı ve partisini oylarıyla iktidarda tutanlar. Duruma karşı çıkan parti sayısının “altı” olması değil, bu keyfiyet, gelen seçimde oy verme yönelimlerini etkileyecek. Bunun mantığa aykırı bir “akıl yürütme” olduğu söylenemez sanırım.
Söylenemez ama Tayyip Erdoğan’ın kendisine bir seçim daha kazandıracak bir yöntem bulamayacağı da tartışma götürmez bir “teorem” değil. “Ekonomiyi o bozdu ama düzeltme işinin altından da ancak o kalkabilir” mantığının yaygınlaştırılması da hesapdışı bir şey değil. “Gerilim yaratma politikası” çerçevesinde nerelere kadar gidebileceği ve bunu ne kadar etkili kullanabileceği ayrı sorun. Muhalefetin birliğini koruyamaması ihtimali var (zaten olması gerektiği gibi kurulmadığı söyleniyor ve bence de bu geçerli); yurttaş çoğunluğunda “güvenilir” olduğu kabul edilen bir “kimlik beyanı” oldu mu, bu da kesin filan değil.
Yani Türkiye’de günü yaklaşan seçime muhalefetin “çantada keklik” gözüyle bakması için gerekli garantinin sağlanıp sağlanmadığı o kadar belli sayılmaz. Ama böyle bir “rehavet” havasına girildiğini işaret eden belirtiler de var. Aman dikkat! Ortada kesinleşmiş bir şey olmadığını savunuyorum ama muhalefetin İktidarı iktidardan düşürmesi için gerekli koşulların en fazla olgunlaştığı aşamaya gelindiği de belli ve iktidardan düşürülmesi gerçekten çok önemli. İktidardaki ittifak, inanılmaz tahribat yarattı. Bunun hatırı sayılır kısmı ekonomi alanında ama orada olanlar bana politik düzeyde biçimlenen durumlar ölçüsünde vahim görünmüyor. Politik düzeyde bu ittifak, bir arada yaşayabilme yeteneğini gün geçtikçe kaybeden bir “ucube-toplum” yaratmayı becerdi.
Uzatmayayım. Zaten bunlar hep gördüğümüz, uyardığımız, ama böyle bir iktidar yapısıyla kendimiz konuşup kendimiz dinlediğimiz bir gidişin parçaları. Gevşemeye gelmez, rehavete kapılmaya hiç gelmez.