01 Mart 2019

Kut'ül Amare

Çanakkale’de İtilaf güçleri kazansaydı gidecekleri yer Payitaht idi, Kut’ta kazansalar gidecekleri böyle bir yer yoktu

Aklım Kut’ül Amare’ye takılmıştı; bugünlerde hakkında bir şeyler okuyunca zihnimde tazelendi.

Tayyip Erdoğan bu olayı yıl dönümünde kutlamış ve bu arada “yıllardır unutturulmaya çalışılan” bir olay olduğunu söylemişti. Birinci Dünya Harbi’nde yalnız Çanakkale’nin bir kahramanlık menkıbesi olarak anıldığı, oysa Kut’ül Amare’nin de onun kadar önemli bir zafer olduğu söylenmişti. Yani, daha açık söyleyecek olursak, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in önemli rolü olduğu için Cumhuriyet tarihçileri onu öne çıkarıyorlar; içinde Atatürk’ün yer almadığı olayları da “yokmuş” gibi es geçiyorlar.

Bu iddia doğru mu? “Doğru değil” diyemem. Kut’ül Amare dolayımıyla adını anacağımız kişilerin Atatürk’le ilişkileri de iyi değildi üstelik. Ali İhsan Sabis bunlardan biri. Biri Sakallı Nurettin Paşa. Zaferi fiilen kazanan Halil (Kut) Paşa ise Enver Paşa’nın (kendinden yaşça küçük) amcası ve bir gece öldürme kastıyla Mustafa Kemal’i sokakta çevirdiğine dair “söylenti” vardır.

Bütün dünyada tarihçilerin en sık, en ayrıntılı anlattıkları konu “meydan savaşları”dır. Waterloo’dan Agincourt’a, Magenta’dan Poltava’ya, zevkle anlatırlar. Türkiye’de de böyledir. Yalnız Türkiye’de, buna ek olarak, tarihin aynı zamanda bir “savaş meydanı” olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye’de var olan belirli bir siyasi çizginin mutlak doğru olduğunu kanıtlamak gibi bir kaygı ve bir çaba vardır. “Büyük Türk Zaferleri” türünden başlıklara son derece meraklı olan bir toplumda örneğin Kut’ül Amare gibi bir olaydan fazlaca söz edilmemesi zaten dikkat çekici. Üstelik İngiltere’ye karşı kazanılmış bir zafer (hasım, Poona Hint Ordusu olsa da.)

Bunlara bir diyeceğim yok. Ancak, Kut’ül Amare’nin Çanakkale kadar (belki daha da fazla) önemli bir olay iddiasına gelince, buna pek katılamıyorum.

Olayı kısaca (bayağı kısaca) özetleyelim. İngiliz Ordusu Basra’yı pek zahmet çekmeden almış. Ama gözü daha ilerilerde. Hint Ordusu, başında General Townshend olmak üzere, Bağdat’a doğru ilerliyor. Selman-ı Pak’ta Osmanlı Ordusu bu ilerleyişi durduruyor, İngilizlere ağır zayiat verdiriyor. Bunun üstüne Townshend Kut kasabasına sığınıp takviye kuvvet beklemeye başlıyor. Bu olaylarda bizim tarafta komuta o sıra henüz “Miralay” olan Nurettin Bey’de.

Selman-ı Pak’ı kazanan o.

İngilizler Kut’taki arkadaşlarını kurtarmak üzere saldırılar düzenliyorlar ama herhangi bir başarı elde edemiyorlar. Kut’ta kuşatılmış durumda 13.000 asker var. Onları kurtarmak üzere yapılan girişimlerde 20.000’den fazla asker kaybediyorlar. Bu sırada Nurettin Bey’le Harbiye Nazırı Enver Paşa arasında bir anlaşmazlık başlıyor ve Enver Paşa onu oradan alıp kendi amcasını Türk Kuvvetleri’nin başına geçiriyor.

Bundan sonra bir “savaş” yok. Küçük çaplı çarpışmalar eksik değil, bunlar her gün oluyor, ama “savaş” denecek bir şey söz konusu değil. Kasabada sarılmış İngiliz ordusu açlıktan teslim oluyor.

Bu, daha işin başında, Mezopotamya’daki başkomutan Colmar Freiherr von der Goltz’un Miralay Nurettin Bey’e yapmasını söylediği şey. Alman Mareşal kıstırılmış İngilizlerin kurtuluşu olmayacağını kestirmiş, gereksiz adam kaybı istemiyor, ama Nurettin savaş kazanmak istediği için saldırıya geçiyor ve kaybediyor. Olayın seyrinde bu (ayrıntı) da var.

Ama Halil Bey Goltz’un sözüne uyuyor. Bu olay dünya savaş tarihinde uçakla havadan ikmal yapılmasının da ilk örneği. Ama bu yardım pek başarılı olmuyor. Uçaklardan bırakılan kolilerin birçoğu Türklerin elindeki yerlere düşüyor. Yani kuşatılmış 13.000 askerin ve tabii aynı şekilde kuşatılmış kasaba halkının derdine derman olmuyor. Kasabada bulunan koyun ve sığır sürüleri tüketilince Townshend süvarinin atlarını kestirip yedirmeye başlıyor. Birlikte çoğunluğu oluşturan Hintliler önce bu eti yemeyi reddediyorlar, ama iş uzayıp açlık ağır basınca dini direnişten vazgeçiyorlar.

İngiliz Ordusu’nun büyük kısmı Fransa, Belçika hattında, Almanlarla siper savaşına kilitlenmiş durumda. Oradan asker çekip Mezopotamya’ya takviye göndermek mümkün değil. Sonunda Townshend iğne ipliğe dönmüş askerleriyle teslim olmak zorunda kalıyor.

Bundan sonrasını bizim tarihçiler pek kurcalamazlar. Tutsak olan İngiliz subayları iyi muamele görüyor. Başta Townshend konuk gibi ağırlanıyorlar. Ama iş neferlere gelince durum değişiyor. Halil Bey İngilizlerden “ödünç” gemi istiyor, tutsakları nakletmek için. İngilizler bunu reddedince “Siz bilirsiniz” diyor ve zatan mecali kalmamış bu insanları yürütüyor. Sonunda hedefe varan çok az.

Neyse, bunları geçelim. “Önem” konusuna gelelim. Çanakkale’de İtilaf güçleri kazansaydı gidecekleri yer İstanbul’du: Payitaht! Kut’ta İngilizler savaşı kazanmış olsa gidecekleri böyle bir yer yok. Nitekim bu zaferden sonra denge değişti. İngiliz Orduları Bağdat’ı da, Mekke’yi de, Kudüs’ü de aldılar. Ama Osmanlı devleti direnmeye devam etti. Oysa Çanakkale’i geçip İstanbul’u alsalar muhtemelen Osmanlı çok daha önce pes etmiş olurdu.

Dolayısıyla Kut’ta kazanılan zaferin Çanakkale’yle kıyaslanabilir olduğunu düşünmüyorum. Bu, söz konusu zaferi unutmanın nedeni olamaz elbette. Ama, bu “unutturma” iddiasının da suçladığı olayla aynı mantık içinde çalıştığını görüyoruz.

Yani tarih gene bir savaş meydanı!

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı