Seçimin öne alınabileceği konuşuluyor. Olabilir, alınabilir. "Cumhur İttifakı", ama öncelikle AKP iktidarı, yıpranma sürecine girdi. Seçim tarihi uzaklaştıkça yıpranma derinleşecek. Muhalefetin (özellikle CHP muhalefetinin) "gidecekler" vurgusunun asıl nedeni de "darbe" çağrısı yapmak filan değil, bunca yıl sonra topluma bu iktidarın "gidici" olduğu mesajını vermek; "Bir şey değişmez" diyerek oyunuzu esirgemeyin, demek istiyorlar.
Giderler ya da gitmezler, seçim bana Kürt sorununu düşündürüyor. Seçim olmasa düşünmeyecek değilim elbette ama seçim zaten hiç parlak olmayan "mevcut durum"da daha "akut" gelişmelere yol açacaktır.
Yıllardır süregiden sorun karşısında otokratik mizacı ve totaliter siyasi felsefesiyle bileştiğinde en cesur girişimi yapan siyasi parti, AKP olmuştu. CHP’nin "Şeyh Said" isyanıyla başlayan tavrı, SHP’nin "ihraç" politikası gibi olgular, bu parti ya da bu çizginin sorunu "çözme" faslında güvenilir bir güç olmasını engelliyordu. Klasik sağdaki partilerden zaten böyle bir atılım beklenemezdi. Kendini bu geçmişle bağlı saymayan AKP dediğim o "cesur girişimi" yaptı (ve başlangıçta, Kürt siyasi hareketinden olumlu bir cevap almadı). Türkiye tarihinde bir "istisna" oluşturan bu durum "masayı devirme" olayına kadar devam etti. O zamandan beri devrilenin yalnız masa olmadığını gözlemlemekteyiz.
Tarihte "paradoks" eksik olmaz. Başbakan Tayyip Erdoğan "Kürt sorununa barışçı çözüm" formülasyonunu telaffuz ettiğinde kendi muhafazakâr tabanında bir hoşnutsuzluğa yol açabileceğini herhalde düşünüyordu. Ancak o zaman görebildiğim kadarıyla ciddi bir tepki olmadı. AKP tabanı fazla tezahürat yapmasa da, kazan kaldırma tavrına hiç girmedi. Şimdi, malum olaylar zincirinin bu noktasında, her şey ters dönmüş durumda. Ama AKP tabanından buna da bir itiraz sesi yükselmiyor. "Önceki politika daha olumluydu. Niçin yüzgeri ettiniz?" diye soran yok. Belki bu ikinci üslubu tercih edenler çoğunluktadır, olur olur.
AKP’yi yöneten dar kadro içinde, bu politika başka kombinezonlara da yol açtı. MHP ile şimdi "İttifak" olarak devam eden ve AKP’yi iktidarda tutan bayram havası böyle başladı. Yaygın kanıya göre bu tavır aynı zamanda AKP ile esrarengiz "derin devlet" arasında da bazı köprüler kurulmasına yol açtı.
Evet, Tayyip Erdoğan’ın, şimdi Cumhurbaşkanı olarak, yönetim üslubu, oluşturduğu iktidar tekeli, Türkiye’nin bir numaralı sorunu. Ama ülkenin "tek" sorunu bu değil. Alabildiğine gecikmiş bir demokrasinin yığınla birikmiş sorunu şimdi Erdoğan’ın monistik siyasi felsefesi ve otokratik mizacıyla bileşerek ufku karartıyor. Ancak, Erdoğan’ın "yeni Kürt politikası"nın muhalefet üzerinde de etkili olduğunu görüyoruz.
Muhalefetin İyi Parti kanadı bir yandan MHP ile kelepçeli. Oradaki iktidar mücadelesinde Bahçeli tarafının en etkili silahı "Siz HDP’ye- dolayısıyla PKK’ya- destek oluyorsunuz" saldırısı olacaktır. Nitekim oluyor ve seçim ortamına girecek olursak iyice şiddetlenecektir. Yani İyi Parti’nin derdini anlamak görece kolay. Peki, Halk Partisi’ne ne oluyor?
HDP’ye yaklaşırsa İyi Parti ittifakını kaybeder, türünden varolan duruma bağlı gerekçeler sayılabilir ama bence asıl sorun CHP’nin kendi geçmişinden geliyor -geçmişinden ve milliyetçiliğinden. Tabii bu arada genel seçmenin "Türk" ve "Kürt" algısını da unutmamalı. Bu, Erdoğan’ı da korkutan ve bir konjonktürde aldığı konumu bu kadar rahat değiştirmesine yol açan etkendi. Halk Partisi, oylarını çoğaltma ihtimalinin en gerçekçi göründüğü şu anda bu seçmenle arasını bozmak istemiyor.
Bunlar anlaşılmaz şeyler değil, muhtemelen gerçekdışı kaygılar da değil. Ama demokrasi mücadelesinde "demokratik" içeriği zayıflatıyor. Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı "Kürt politikası"nın önünü açıyor.
Bu "politika" nedir?
Erdoğan’ın yeni dönemindeki bütün politikaları gibi adını taşıdığı sorunu değil, Erdoğan’ın kendi iktidar sorununu "çözmeye" yönelik bir politika. Bunu yaparken (yapmaya çalışırken) asıl sorunun çözümünü büsbütün çıkmaza itiyor. HDP Erdoğan’a inanmamakta ve güvenmemekte haklı çıktı. "Seçtirmeyeceğiz" diyerek kendi tavrını alırken Erdoğan’ın da tavrını belirledi. Bundan sonra burada herhangi bir uzlaşma beklenmez. Erdoğan, HDP’yi silmek için her türlü çareye başvuracaktır. Elindeki imkanlarla temel strateji şöyle bir şey oluyor: "Seçilmiş" filan dinlemeden HDP’nin hareket alanını tıkama. Yani kazandığı belediyeleri kayyıma aktarmak, yapacağı olumlu işleri önlemek, bunları kayyıma yaptırtmak.
Böylece, "Bu iktidar bize cömert davranıyor. Böylesi bizim için daha kazançlı görünüyor" deme noktasına getirmek.
Olur mu?
Sanmam. Olay kendisi böyle bir politikanın etkili olabileceği aşamayı çoktan geçti. HDP’ye oy veren milyonlarca seçmen bu oyları şaşkınlıktan vermiyor. AKP dünya görüşünde "insan" denen varlığın tanımı bir "yemek borusu"ndan ibaret olabilir ama gerçekte öyle değil. Kürt halkını Tayyip Erdoğan’a biat etmiş kişilerin temsil ettiği bu "güzel" ütopyanın hayat bulacağını sanmıyorum.
Bugünün koşulları değişmeden seçim ortamına girersek ne olur? AKP-MHP ittifakı devam eder. Öbür tarafta, bir ihtimal, CHP-İyi Parti ittifakının devam etmesi ve HDP’nin, o zamana kadar AKP iktidarı ve yargısı tarafından kapatılmazsa, yalnız kalması olabilir. Yeni kurulan partilerin de bu ittifak içinde yer alacakları tahmin edilebilir. Ancak, ülkenin en önemli iki demokratik sorunundan birinin doğrudan muhatabı olan partinin "demokrasi için mücadele veren" ittifakın dışında kalması gene Türkiye’ye özgü bir olgu olur.
Yerina kayyım atanan İkiköprü Eş Belediye Başkanı Hatice Taş (Fotoğraf: Metin Yoksu)