Korona Günleri koridoruna girdiğimizden beri akşamları kısa bir "istatistik" seminerinden geçmeye alıştık. Bakıyoruz, ölen, kalan sayılarına; iyileşme sayısı yeni vaka sayısını geçmiş mi vb? Yani rakam kollar olduk. Rakamlar son günlerde iktidarın istediği gibi gitmiyor -özellikle Korona rakamları ve bir yandan da ekonomi rakamları. Koronanın kötü rakamları, yani vaka sayısı, ölen sayısı bir süre önce inmişti, şimdi yeniden çıkmaya başladı. Oysa hükümet bunun ekonomi rakamlarında böyle olmasını isterdi, "inen rakamlar çıkmaya başladı" diyebilmek için. Oysa ekonomide iniş var, çıkış yok.
Korona'da istemediğimiz rakamlar bu inatçı gidişi sürdürürse ne yapacağız? Yapacak fazla bir şey yok, çünkü devletin çalışma temposunu düşürecek hali yok; çünkü kasada para yok. Onun için, "Haydi aslanlarım, iş başına! Allah kerim" diyecekler.
Neyse bu konuda "gelecek tahmini" işine hiç girmeyeyim, elimde yeterli veri yok. Benim aklımdaki konu, sokağa çıkış yasağı ilanındaki tuhaflıklar. Hep bildiğimiz gibi, birincisinde ilan çok geç (geciktirilerek) geldiği için "izdiham" çıktı. Bu da tabii amaçlananın tam tersiydi. O patırtıda kaç kişi virüs kaptı, Allah bilir. Derken yasaklamanın Cumhurbaşkanı'nın gönlünün razı olmadığı seferine geldik. "Yasak yok" dediler. İyi, yokmuş, derken "Yasak var" dediler. "Dur yahu, ne oluyoruz, var mı, yok mu?" derken öğrendik ki yeni bir yasakla bizi eve kapamaya Tayyip Erdoğan’ın gönlü razı olmamış, iptal edivermiş yasağı.
Şimdi burada, perde arkasında, Ali’nin Veli’ye gol attığı, Ahmet’in Mehmet’e çaktığı durumlar var mı, bilmiyorum. Olduğunu söyleyenler var ama onlar da somut bilgi değil, tahmin üstüne konuşuyorlar. Böyle olayların kodunu çözebilen çok az kişi vardır sanırım. Ama ortada uzun boylu şifre çözmeyi gerektirmeyen bir olay var: Cumhurbaşkanı’nın "gönlü"! sokağa çıkma yasağı konmamasının gerekçesi olarak söylendiğinde bazı doktorlar küçük çapta bir şok geçirdiler. Onların doktor olmayı öğrenirken üzerinden geçtiği muhtemel durumlar, konular var: Virüsün yapısı ve bulaşma biçimleri, enfeksiyonu önleyecek tedbirler vb. Ama bunların arasında "Cumhurbaşkanı’nın Gönlü" diye bir etken yok. Onun için şaşırdılar. Garipsediler de. Ama bu ülkenin gerçekliği böyle çizilmiş durumda. Onların bilmediği bu etken şimdi olacakların tek belirleyicisi.
İlm-i tıbbiyenin konuları arasında böyle bir etken olmayabilir. Ama Tayyip Erdoğan’ın not defterinde bunun sağlam bir yeri olduğunu varsayabiliriz. Tayyip Erdoğan "iktidara bu yorum konusu " denen şeyin "mutlak" olması gerektiğine inanıyor. Bütün referanslarının İslam’a ilişkin olduğunu bize pek çok kere söyledi; buna aykırı düşen bir şey de yapmadı. Birileri çıkıp "Hayır, bunun böyle yorumlanması doğru değil, şu türlü yorumlamalıyız" diyebilir. Bu her zaman mümkün. Ama bu yorum konusu Erdoğan’ın "İslami" olduğuna inandığı şıkkı seçmediğini göstermez. Gerçekten de İslam tarihinde "hükümdar"ın hakim-i mutlak olduğunu gösteren çok şey vardır ama daha dikkatli bakıldığında o kadar göz önünde bulunmamakla birlikte aslında etkili birçok kayıt kuyut olduğu ve bunların hükümdarı bağladığı görülür
Tayyip Erdoğan’ın İslam tarihinden çıkardığı ders, bu bağlar değil; tam tersine, karşı çıkılmaz, itiraz götürmez bir otorite anlıyor ve bunu kurumlaştırmaya çalışıyor. getirdiği yeni kurallara, kurumlara "Kuvvetler ayrılığına aykırı bu" filan diye eleştiriyoruz. Bunu söylemek "totoloji" -yani zaten bilinen, orta yerde olan bir şeyi söylüyoruz. Ne olacaktı? Bu "iktidar" anlayışıyla Erdoğan bu ilkenin zedelenmemesini mi gözetecekti?
Bu yaklaşım Tayyip Erdoğan’ın "şahsında" özel bir biçim alıyor, ancak yalnız ona özgü bir şey değil. Günümüzün yaygın modası popülizmin oldukça temel bir özelliğinden söz ediyoruz. Burada "başkan" hanedanlarda benzerini gördüğümüz şekilde hanedandan olduğu için "ehil". "Erdoğan hangi hanedandan" diyeceksiniz. Tamam, bunu mecazen söylüyorum, iradenin mutlaklığını vurgulamak için "hanedan" diyorum. Erdoğan’a bu kudreti kazandıran "mavi kan" değil, seçimlerde aldığı oy. Ona bu oyu (bunca yıldır) verenler, "Sana güvenimiz tam. Bizi sen yönet" demiş oluyorlar. "Bildiğin gibi yönet," diyorlar ya da Erdoğan öyle dediklerini varsayıyor ve gereğini yapıyor. Bizi iyi yönetmesini istiyorsak, onu kısıtlayacak herhangi bir kuralın varlığına izin vermemeliyiz.
Aklıma Mike Hammer örneği geliyor. Romanının adı "I, the Jury". Bunu "Kanun Benim" diye çevirdiler Türkçe’ye. Bizde "jüri" kurumu olmadığı ve hele o zamanlar bilinmediği için, doğru çeviri. Karmaşık yasalar, kurallar, teamüller falan filan. Hayatın her alanını bunlarla doldurmuşlar. Bunlar hep o "liberal aydınlar"ın marifetleri. Neye elini atsan elini kolunu bağlayan yığınla kural. Cesur adam olacaksın, "kanun benim" deyip ortaya çıkacaksın. O zaman sana "Adam gibi adam" derler.
Mike Hammer’i icat eden Mickey Spillane’in bir Quaker olduğu aklımda kalmış. Bu doğruysa Spillane de öyle fazla hukuki ayrıntı sever bir adam değil. Daha yakın yıllarda bu anlayış Amerika’da yeniden yükselişe geçti. Bizim burada, belirli kalabalık çevrelerde, her zaman revaçtaydı.
Onun için "gönlüm razı olmadı" cümlesi öyle sıradan bir cümle değil. Arkasında, doğru yanlış, bir devlet felsefesi yatıyor. Bir adama iktidar verdiysen, kullansın diye verdin. Babana nasıl güveniyorsan, o adama da aynı şekilde güveneceksin. Bileceksin ki o her zaman kendi vicdanıyla istişare halinde -işte vicdanı da halkın iki gün daha evde hapis kalmasına razı olmuyor. Besbelli iyi adam. Üstelik bizi seviyor.
Tayyip Erdoğan’ın belli başlı özelliklerinden biri kendine inancı. O inancın kuvvetiyle kural, kanun dinlemiyor pek. Gene aynı nedenle, amaçları konusunda gizli kapaklı davranmıyor.
Şimdi bu davranışıyla da ortaya koyduğu gibi, niyetini söylüyor. Tek-adam olma hedefini açıkça ortaya koydu. İstediğini elde etti. Bu iktidarını kimseyle paylaşmaya niyeti yok. Bu konuda gizlisi saklısı da yok.