Adam çıktı, söyledi: "Referandumu biz kazanamazsak iç savaş" dedi.
Artık her olayın karşıt yorumları var. Birileri diyecek ki, "Olur olmaz konuştu. 'İstifa et' dediler, etti. Partiyi bağlamaz. Konu kapandı."
Ama birileri de diyecek ki, "Yahu, bu 'danışıklı dövüş.' Partisine "âşık" bu adam akıllarda kalacak tehdidi savurdu, geçici olarak da istifa etti." Bugünlerde tekme atana, kurşun atana, daha bilmem ne atana ne oluyor ki? Yukarıdan "atış serbest" mesajı verilmiş bir kere.
Girdiğimiz bu son badirede de durum aynı. Referandumun stratejisi her zaman olduğu gibi en tepeden belirlendi. Adım adım uygulanıyor.
Diyorsun ki "Şöyle şöyle yaparsak memleket için iyi olur." "Olmaz" diyenler de var. O halde "referandum" yapacaksın: Sen niçin iyi olacağını anlatacaksın, ötekiler de niçin iyi olmayacağını, daha doğrusu niçin kötü olacağını anlatacaklar. Yurttaş bu sözleri dinleyecek, düşünecek, kararını ve ona göre oyunu verecek.
Bu "oyun"u oynamaktayız. Ama bu resmi çerçevenin içinde "asıl oyun" var. Önerilen "yenilik" memleket için değil, benim için iyi. Öyle uzun uzun anlatılacak meziyetleri yok. Sistem olarak medeni dünyada benzeri görülmüş bir şey değil.
Dolayısıyla, şimdiye kadar beklenen sonuçları veren "kutuplaştırma" siyasetine devam! "Memleket için" edebiyatının altında gene aynı "biz/onlar" kutuplaşması, çatışması var. Burada "evet" çıkması bizim için iyi. "Hayır" düşmanlarımızın umduğu, beklediği.
Haziran seçimlerinden bu yana istikrarla uygulanan siyaset bu. Bu retoriğin baş alıcısı tabii parti militanları. "Din-i mübin adına iktidarı ele geçirdik. Zinhar bırakmamalıyız. Bırakmamak uğruna her şey mübah." Böyle bir taban var, ama kendi başına yetersiz. Belirleyici çoğunluk bu kıvama gelmemiş henüz.
İkincisi bu iktidarın, "bizim iktidarımız"ın devamından maddî yarar sağlayanlar: Çeşitli kılıklarda, belediye, hayır kurumu, şu bu, "yoksullar"a belirli yardımlarda bulunuyor: Kimine para, kimine kömür, kimine mercimek vb. "Büyükanne maaşı" falan o kesimi kaçırmamak üzere- "Başkanlık memleket için iyi mi, kötü mü, aklım ermez. Ama bunlar iktidarı kaybederse gitti bizim kömürler" diye akıl yürütecekler.
Ve tabii bu toplumda her zaman ciddi yekûn tutan milliyetçiler, mukaddesatçılar vb. "İslâm adına iktidarı ne pahasına olursa olsun elimizde tutmalıyız" kıvamına gelmemiş, ama "İkitdar elden giderse bunlar ne biçim intikam alır?" diye kaygılananlar... Şu geçen yıllarda böyle düşünmelerinin mantıklı nedenleri olan kesimin sayısı bir hayli artmış olmalı.
Yani, evet, yukarıda dediğim gibi "biz" ve onlar." "Sistem iyidir, kötüdür" tartışması anlamlı değil. "Onlar"ın dediğinin değil, "biz"im dediğimizin olması önemli. Geçmişten kalmış bir "memleketin sahipleri" edebiyatı vardır. Sorun bu: Memleketin "sahibi" kim?
AKP iktidarı bir süreden beri, mantığını, stratejisini, her şeyini bu temel üzerinden biçimlendiriyor. Bu alanda şimdiye kadar yapılanların kötü etkileri kaç yılda giderilir, bu toplumun "tek bir toplum" olması nasıl sağlanabilir, bilemiyorum. Ama belli ki AKP iktidarına göre bu toplumda kalabalık bir kesim (yani "evet" diyenlerden fazla olup da iç savaşa yol açması mümkün olan kesim" bu toplum için "fazlalık." Bunlar yalnız "olmasa da olur" değil, gitgide "olmasa daha iyi olur" denecek insanlar. "Yerli ve millî" olmayanlar.
PKK ile, FETÖ ile "hayır" diyenler, yani "vatan hainleri..." Başbakan ve Cumhurbaşkanı bu telden çalıyor. Bu strateji içinde "iyi polis" rolünü üstlenenler de "evet diyen de, hayır diyen de saygıdeğerdir" beyanatları veriyor. Ama bu toplumun böyle konularda azımsanmayacak bir deney birikimi vardır. Neyin "zevahiri kurtarmak için" söylendiğini, neyin gerçek hayatın belirleyicisi olduğunu gayet iyi bilir.
Dolayısıyla, peki, mesajı anladık, "hayır" çıkarsa "iç savaş"; tamam da, "evet" çıkarsa ne?