15 Eylül 2016

Kendini alkışlamak

“Sanıyorum ki bizim seyirci, kendi bildiği, söylediği sözleri bekliyor sahneden, o vakit seviyor oyunu"

Türkiye’de “siyaset” üstüne yazmak kadar sıkıcı ve bıktırıcı bir iş olamaz diye düşünüyorum bazen. Böyle düşünmeme yol açan, aynı şeylerin durmadan, durmadan sahneye konması. Onlar durmadan sahneye kondukça, elinde kalem tutan adamın da durmadan bu aynı şeyler üstüne yazması demek oluyor. Ama bilmem kaçıncı kere aynı şeyleri yazıyor olmak, önceki bilmem kaç kerenin bir etkisi olmadığını gösteriyor. Bunu göre göre yeniden yazmak… Sisyphos…

Adamları bayrama iki gün kala tutuklatıp içeri at ki, “Bayram” diye muamele yapacak kimse bulunmasın. Onlar da orada otursun. Böyle “yenilikler” oluyor işte, hep aynı şey oluyor diye şikâyet etmemize karşılık.

Neyse, bu girizgâh siyaset üstüne bir şey söylemek istemediğimi herhalde yeterince açıkladı.

Geçen gün “sanat eleştirisi” üstüne düşünüyordum. “Eleştirmen” dediğimiz adam, yazı yazmaya dün başlamadıysa (bu biraz zayıf bir ihtimâl), belirli bir formasyonu olan bir adam demektir. Neleri beğendiği, ilgili olduğu sanatın sanatçılarından ne gibi şeyler beklediği az çok bellidir. En azından teorik olarak, niçin böyle olduğu, niçin onu beğendiği, bunu beklediği sorulduğunda, buna önceden düşünülmüş bir cevap vermesi, bir açıklama yapması beklenir. Bunları bir “sanat eleştirmeni” tipolojisi çizmek üzere söylüyorum ama her sanat alıcısı için aynı şeyleri tekrarlamak mümkün. Ancak o alıcı “eleştirmen” değilse, kendi zevklerini vb. yazıyla sık sık dile getirmesi gerekmemiştir; yan, bir “eleştirmen” kadar kendini tanımlamamıştır.

Bunu söylüyorum çünkü “eleştirmen tavrı” olarak burada özetlediğim tutumla sanat etkinliği arasında bir çelişki olduğu kanısındayım. “Sanat etkinliği” derken belki bir niteleme daha getirip “19. Yüzyıldan bu yana içinde bulunduğumuz sanat ortamı” demem gerekir. Bu süre içinde sanattan beklentilerimizden biri, oldukça önemli biri; özgürlük. Ara sıra “güneşin altında söylenecek yeni bir şey yok” desek de, sanatçının bize “yeni bir şey” söylemesini, söylediği “şey” yeni değilse bile, onu yeni bir biçimde söylemesini bekliyoruz. Hattâ başlıca talebimiz bu: Bana, daha önce duymadığım ve düşünmediğim bir şey duyursun ya da düşündürsün.

Diyelim bir kitap okudum, bitirdim, sonra üstüne düşündüm: Bana ne söyledi. “Kapitalizm kötüdür” dedi (Tabii iyice şematize ediyorum). İyi de, bu kitabı okumadan önce ben de “kapitalizm kötüdür” diye düşünüyordum. Hattâ bayağı oturmuş bir tavrım vardı. “Buna ek bir şey verdi mi bana?” Vermediyse, bu kitabı okuduktan sonra, okumadan önce durduğum yerde duruyorum demektir. Böyleyse demek ki okumasam da olurmuş.

Vereceği o “yeni şey”i beğenmem ve benimsemem gerekli değil. Ama bana bilmediğim bir yaşantıyı anlayacağım şekilde iletsin, zihnimde soru yaratsın; “ben de böyle düşüneyim” demem şart değil, ama “böyle düşünmek de mümkünmüş, böyle düşünenler de varmış” dedirtsin.

Şimdi yukarıda anlattığım “eleştirmen tavrı”, o eleştirmen tarafından katı bir tarzda uygulanıyorsa, bu şimdi anlattığım durumla pek bağdaşmıyor demektir. Böyle bir eleştirmen sanattan  belirli bir şeyler bekliyor. Örneğin “kapitalizm kötüdür” demesini bekliyor. Okuduğu kitapta (baktığı resimde) vb. bu “mesaj”ı alırsa mutlu oluyor; “tamam bu güzel bir eser” diye bir yazı –muhtemelen- patlatıyor. Almadıysa “kapitalizmin kötü olduğunu söylemeden o sorun çözülmez” yollu bir şeyler yazıyor. Artık, somut duruma göre “eleştiriyor” ya da “parçalıyor” ya da “yerin dibine batırıyor” vb.

Bu anlattığım tavır Türkiye’de yaygın olan tavırdır. Bunun bir sonucu, ortaya yeni çıktığı zaman “kötü muamele” görmüş yazarlardır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Ahmet Hamdi Tanpınar, birtakım yargısına değer verdiği insanlar arasında ömrünün sonuna kadar “Kırtıpil Hamdi” olarak kaldı. Oğuz Atay, “Ben buradayım, sevgili okur! Sen neredesin” dedi ve o da hayatının (erken) sonuna kadar bu sevgili okuyucunun sökün etmesini bekledi. Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli, gibi bir sapık kitap yazdığı için kilolarca azar işitti.

Bunların üçünü de zaman düzeltti; daha somut söylemek gerekirse “eleştirmenlerin” “okumayın” uyarısına uymayıp okuyan ve anlayan okurlar düzeltti.

Böyle şeyler düşünürken Melih Cevdet’in ölümünden sonra Bir Defterden adıyla yayımlanan kısa günlüğünü okuyordum. Sonuna doğru, Melih Cevdet’in gözlemine rastladım. Şehir Tiyatrosu’nda   bir oyun seyretmiş. Şöyle diyor: “Sanıyorum ki bizim seyirci, kendi bildiği, söylediği sözleri bekliyor sahneden, o vakit seviyor oyunu. Demek ki kendini alkışlıyor, oysa onu şaşırtan  oyunlar göstermek lâzım.”

Yani benim de varsayımsal “eleştirmen”le anlatmaya çalıştığım şeyi genelleştiriyor ve genişletiyor Melih Cevdet. Şaşırmaktan korkan bir “alıcı” tipi: Şaşırmak durumunda kalmak istemiyor, doğrulanmak istiyor. Onun yazarı ona kendi söylediklerini sunarak gönlünü alacak, o da oyunu alkışlayarak berikini ödüllendirecek. Yani “al gülüm, ver gülüm”ün “sanat”a uygulanmış hali.

Siyaset üstüne yazmanın getirdiği bıkkınlıktan söz ederek başlamıştım. Siyaset alanında, o alanın aktörlerinin yaptığı “siyaset jestleri” insanı usandırıyor. Çünkü hayatta yaptıkları jestlerin siyaset alanına sığdırılmış şekli bu yaptıkları.

Bir “toplumsal narsisizm” illeti varsa, kendi aralarında kanlı bıçaklı olan insanlar genel çerçevede hep birbirleriyle aynı olan jestleri yapıyorlarsa, kendileri yapıp, kendileri kendilerini seyredip, kendilerine hayran kalıyor ve Melih Cevdet’in yerinde ifadesiyle kendilerini alkışlıyorlarsa, sıkılmak dışında, yapacak fazla bir şey kalmıyor.

Ve siyaset üstüne yazmamakla, siyaseti bu siyaset yapan genel mengenelerden kurtulmuş da olmuyor.

   

Yazarın Diğer Yazıları

Nazar

Asvadzadzin’de bu sefer Nazar’ı öbür dünyaya uğurlamak üzere bulunmak içimi acıttı. Ne acelen vardı, Nazar? 

Bugünlerin siyasi bulmacası

Devlet Bahçeli “Öcalan” çıkışıyla ne demek istedi? Erdoğan ile bir plan hazırlamışlarsa bu plan ne olabilir? Hareket aşamasına gelince ne olabilir?

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

"
"