Kaşıkçı olayı (“olayı” gibi nötr kelimeler yerine “cinayeti” demenin bir sakıncası kalması herhalde) ilgimi ve merakımı çekmeye devam ediyor. İşin tuhafı, olayla ilgili yeni ayrıntılar ortaya döküldükçe sorular azalacağına artıyor. “Bilinen”in yanında “bilinmeyen” büyüyor.
Örneğin işin başında kafamızı kurcalayan bir “ihtimal” olan “tapeler” şimdi herkesin bildiği ve üstüne fikir beyan ettiği bir olgu haline geldi. Trudeau “Ben dinledim” diyor; Fransa Dışişleri Bakanı “Benim haberim yok” deyince, Erdoğan istihbarat servisine verildiğini söylüyor v.b.
Peki, nasıl bir yöntem, daha doğrusu nasıl bir aletle yapılmış bu kayıtlar. Bir kayıt olabileceğin bir “ihtimal” olarak tartışılırken böyle teknolojileri bilenler Kaşıkçı’nın üstünde içeri taşıyacağı bir alıcının bunu dışarı gönderemeyeceğini söylüyorlardı. Ancak Konsolosluk binası içine yerleştirilen güçlü bir aletin bu şekilde dinlemeye imkân vereceğini öne sürüyor, ama bunun da (yani bir konsolosluğa böyle bir alet yerleştirmenin) uluslararası hukuka aykırı olacağını ekliyorlardı.
Kimisi de, “Uluslararası hukuk’ öyledir ama ‘uluslararası gerçeklik’te herkes herkesi dinler, bunu da herkes bilir” diyordu. Durum bu mu yani. “Dinledik, n’olmuş?” mu diyoruz?
Hele böyle bir olay söz konusu olduğunda, ben de “uluslararası hukuk” kavramına fazlaca önem veremiyorum. Benim açımdan “işin doğrusu” önemli. Şüphesiz, benim öznel tavrım bu. Yani genelde geçerli bir ilke çıkmaz bundan. Somut, özgül olayda berbat bir cinayetin çözülmesi söz konusu ama her hafta bir konsoloslukta cinayet işlenmiyor ve “konsolosluk dinlemek yasaldır” diye bir sonuca varmak beklenemez.
Suudi devleti, şimdilik bu türden itirazlar dile getirmedi. Belki malûm deyimle “iki eli kanda yakalanmak”tan ileri gelen bir şaşkınlık içindeler. Öyleyse, onların şaşkınlığı geçince ya da dünyada olayın yarattığı şok zaman içinde hafifleyince bunu bir sorun haline getirebilirler ya da başkaları getirir, çünkü böyle bir olayın sonuçları herkesi ilgilendiriyor (tabii, bu bağlamda, konsolosluk binasına yerleştirilmiş alıcı varsayımı üzerinden konuşuyorum. Belki de kayıt Kaşıkçı’nın üzerinde binaya giren bir alet yoluyla yapılabildi.)
Tabii Suudiler kayıtların sahiciliğine de itiraz edebilir. Çeşitli davalarda böyle kayıtların kanıt sayılıp sayılmayacağı tartışılmamış mıdır? AKP’nin çeşitli mercileri bugüne kadar bir yorum dile getirmemiş midir?
Bunlar, böyle bir dinleme ve kaydın kendi yasallığına ilişkin hukuki sorunlar. Dünya çapında bir tartışmanın başlamasına yol açabilirler diye bir his var içimde. Ama hukuk ötesinde, başka meraklar da uyandırıyor olay.
Binada alıcı vardı ya da Kaşıkçı üzerinde gizlediği bir alıcıyla binaya girdi. Öyle ya da böyle, Kaşıkçı’nın riskleri olan bir iş yaptığı biliniyor. Adamcağız, kendisi de buna ilişkin “talimat” veriyor; örneğin “Çıkmazsam Yasin Aktay’a haber ver” diyor nişanlısına. Bu arada nişanlı da bayağı uzun bir süre sabırla bekliyor çıkmasını.
Yani, durum “Hele bir hafta sonu olsun dinleriz” deyip başka işlere bakılacak bir durum değil. Ortada “alıcı” ve “kayıt” olmasının nedeni olmalı. Yani adam içeriye girer girmez, o “içeri”den gelen sesleri dinleyecek biri olmalı. O dinleyen biri birtakım meymenetsiz sesler duymaya başladıysa, gidip konsolosluğun kapısını çalacak ve artık her neyse, “Cemal bey burada mı?” diye soracak birileri de olmalı. Ama bunların hiçbiri olmuyor ve “tapeleri” ortaya koyanların kendi anlatımlarıyla korkunç sesler arasında kaşıkçı öldürülüyor.
Geçen gün gene yazdıydım, bunun benzeri başka olaylar da oldu ve bildiğim kadarıyla Kaşıkçı ardında iz bırakmadan kaybolan dördüncü Suudi. Kaşıkçı’nın bunları herkesten iyi izlemiş olacağını tahmin ederim. O zaman böyle tedbirsiz bir biçimde oraya gitmesini açıklamak zorlaşıyor.
Tayyip Erdoğan, başından beri cinayet konusunda net bir tavır aldı. Örneğin Trump gibi tuhaf şeyler söylemedi ve galiba Trump’ın o tuhaf şeyleri söylemeye devam etmesini de önledi. Onun bu duruşunun dış dünyada da olumlu karşılandığı anlaşılıyor. Ancak ben onun Suudi Kralı konusunda tavrını anlayamıyorum. Prens hakkında herhangi bir söz söylemiyor; Kral’ın bu olaylarla bir ilişkisi olmasını düşünemediğini söylüyor.
Şimdi Suudi Arabistan’dan nasıl bir davranış beklemeliyiz? Kralı oğluna verdiği yetkileri geri alacak ve hareket alanını kapatacak mı? Yoksa bütün kurulu düzen işi oraya varmadan kapatmak için m uğraşacak?
Göreceğiz herhalde.