11 Ocak 2020

Kanun başka, hukuk başka

Erdoğan'ın ağzından çıkan her sözün mutlak doğru olduğuna dair mutlak inancı ürkütücü. "Ürkütücü" çünkü demokrasiyle bu kesinlik kadar derinden çelişen bir şey olamaz

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bu yakınlarda kanun, hukuk, nüfus, evlenme yaşı v.b. üstüne söylediklerini "dehşet" içinde okudum. Bunu yazmak üzere T24'e bakınca Mehmet Y. Yılmaz'ın bugünkü yazısını buna ayırdığını gördüm. Böyle bir durumda insan "Hay Allah! Yazmışlar!" der ve başka konu düşünmeye başlar. Ama anlaşılan ben bu konuşmaya iyice (ya da kötüce) saplanıp kalmışım, vazgeçemedim. Mehmet, hukukun ne olduğunu ve Tayyip Erdoğan'ın sözlerinin hukukla nasıl uyuşmadığını madde madde göstermiş; bu sözleri söyleyen kişinin nasıl bir "zihniyeti" temsil ettiğini de belirtmiş. Ben de bu ikinci konuda dilimin ucuna gelenleri söylemeye karar verdim.

Türkiye'de "yasa"nın "hukuk" demek olmadığını biliriz—henüz öğrenmeyene de öğretirler. Tayyip Erdoğan rejiminde bunun çeşitli örneklerini görüyoruz zaten. Nedeni, Tayyip Erdoğan'ın çok öncesinden başlayarak, "yasa" denen şeyin "hukukun" pratiğe uygulanmasından çok, devletin kızdıklarına uygun cezalar listesi çıkarması olarak anlaşılmasıdır.

"Hukuk eşittir kanun değil" diye bir cümle kurmuş Erdoğan. Bunun adı "Türkiye" olan bir ülkede şu şu nedenlerle böyle bir "sapma" gösterdiğini söylemiyor da, "eşyanın tabiatı" türünden bir kural olduğunu söylüyor sanki. Çünkü "kanunu düzeltelim" demiyor; yargıçlara, "Kanuna bağlı kalmayın" diyor. Elinde bir somut örnek var: Bir genç kadının yüzüne kezzap atma olayı. Bu korkunç ve iğrenç eyleme on üç yıl ceza vermişler. Erdoğan bunu az buluyor. Haklı olabilir ama sorun o değil, çünkü dediği şu: "Ben kanundan bahsetmiyorum, ben haktan hukuktan, adaletten bahsediyorum." Bunlar "haddizatında" birbirinden ayrı şeylermiş gibi bir ton tutturmuş! Bu durumda bu kezzap davasına bakan yargıç (dolayısıyla herhangi bir davaya bakan yargıç) "kanuna" bakmayacak ve "Hak, hukuk, adalete" bakacaksa "kanun" niçin var? Kanuna bakmadan ceza verecekse, cezanın ölçüsü ne olacak, neye göre belirlenecek? Bu konuda Tayyip Erdoğan'a hak veren bir yargıç, diyelim yirmi yıl diyecek… Daha da fazla hak veren bir yargıç "yirmi beş" diyecek, böyle gidecek mi?

Bu arada bir de "Böyle bir olay, kendi kızının başına gelse, orada kanunlara mı bakacaksın?" diye bir korkunç soru daha var: Bir suçun bir cezası mı olur, yoksa suçun kime karşı işlendiğine göre değişebilen bir "eşel mobil" mi uygulanır? "Mazlum" durumda olanın yargı verene yakınlığına göre kabul edilebilir bir "intikam" dozu mu vardır?

Şimdi bu sözleri herhangi bir hukuk nosyonu olmayan birinin aklına estiği gibi konuşması olarak alırsak yanlış yaparız. Nosyonu olmayan biri "makul" bir kişiyse nosyon verilebilir, bilgi verilebilir ya da mantık gösterilebilir. Ama buradaki durumda Erdoğan üzerinde düşünülmüş ve karara varılmış bir görüşü dile getiriyor: kendi dünya görüşü çerçevesinde "olması gerekeni" söylüyor. Binbir Gece Masalları'nda falan rastladığımız bir "dünyanın" görüşü bu: Hani, "Harun Reşid bir gece tebdil kıyafet dolaşmaya karar verdi…" türünden cümlelerle anlatılan bir dünya. Burada "melik" midir, "halife" midir, sıfatı neyse, "önder" olan kişinin uyması gereken ölçüler yok; ölçüyü onun koyması söz konusu. Salı günü kezzap atana yirmi yıl diyecek, çarşamba günü yirmi beş yıl biçecek. Onun uyacağı ölçüler yok; ölçüler ona uyacak. Örneğin geçenlerde yargıcın biri (yargının işleyişi yeniden belirlendikten sonra atanan biri olmalı) daha önce benzeri görülmemiş bir hüküm vermişti: bildiri imzalayanlar bu bildiriden gocunduğu varsayılan aileleri haftada bilmemkaç kere ziyaret edecekler... "Kadı" hükmü. Eskilerin "karakuşi"dediği yöntemin kural olması.

Bu, Tayyip Erdoğan'ın "olması gereken" diye gördüğü uygulama—"olması gereken" ama aynı zamanda belirli ölçülerde "olmaya başlayan" yöntem: "Devlet babadan bahsediyor muyuz? Onun da başında Erdoğan var mı? Var. Ben de şu anda tavsiye ediyorum." Durum böyle olduğuna göre Devlet Baba'nın başındaki (ya da "kendisi" olan) Erdoğan muhtemelen tavsiyelerini yerine iletmenin çeşitli yollarını bulmuştur. Hala "mükemmel" değil sistem: "Ali'yi bırakın gitsin. Onu şimdilik affettim. Veli daha dursun" şeklinde işlemiyor. Ali'nin gitmesi ve Veli'nin kalması için "hukuki" tabir edilen birtakım formalitelere uymak gerekiyor hala. Ama bayağı büyük mesafe alındı, ideal ölçülere varmaya az kaldı.

"Aile" kurumu Tayyip Erdoğan'ın zaman zaman değinmekten hoşlandığı bir konu. Aile başına kaç çocuk beklediğini, örneğin, belirtmişti. Bu sefer başka sayılarla ilgilendi: insanlar kaç yaşında evlenmeli, örneğin. İnsanlar nikahlanmadan birbirleriyle ilişki kurmamalı. Nikahlanma eylemini de fazla uzatmadan gerçekleştirmeli. Son konuşma, kanunlara kulak asmama "tavsiyesinin" yanısıra bu konularda da uyulması gereken esasları tesbit ediyor.

Tayyip Erdoğan'ın bu fasileden "tavsiye"leri öyle yalınkat tavsiye değil. Yüksek sesle yapılan tavsiyenin yanısıra bir de yüksek sesle telaffuz edilmeyen "yoksa..." uyarısı var. Bu henüz tam istenen düzenin kurulamamış olmasından ötürü böyle—şimdilik böyle. Tam istenen düzene geçilince tavsiyeye uygun davranmamanın müeyyidesi de olacaktır. O zaman "yoksa" ve gerisi de telaffuz edilir.

Bu "istenen" düzenin nasıl bir şey olacağının ipucunu da veriyor Tayyip Erdoğan. Az önce değindim ya, "nikah" konusuna: bu biraz daha "tasrih" ediliyor. "Nikah dışı evlilik bizim değerlerimizde yok," diyor; devam ediyor: "buna bir defa hep birlikte tavır koymamız lazım."

Erken Türkçe romanlarda veya "Kanlı Nigar" üslubunda oyunlarda gördüğümüz türden "mahalle baskınları" canlanıyor gözümde. Başta mahallenin imamı ve muhtarı mahalle halkı hovardayı basmaya geliyor. "Buna bir defa hep birlikte tavır koymamız lazımsa" bunun alacağı başka bir biçim olmaz. Yerli ve milli...

Tayyip Erdoğan'ın konuşmalarının hepsi, özellikle de tasavvur ettiği "mükemmel toplum" hakkında ipucu verenleri, insanı dehşete düşürüyor. Söyledikleri kadar söyleyiş tarzı da. Ağzından çıkan her sözün mutlak doğru olduğuna dair mutlak inancı ürkütücü. "Ürkütücü", çünkü demokrasiyle bu kesinlik kadar derinden çelişen bir şey olamaz.

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?