İngilizce'de "predictable" diye bir kelime vardır. Bunun karşılığı Türkçe'de tek bir kelime olarak yok. "Tahmin edilebilir", "beklenebilir" gibi kelimelerle karşılanabilir bir kavram.
Bir şey nasıl "predictable", yani "henüz olmadan kestirilebilir" olur? Bir ihtimal, belirli bir geleneğe veya prosedüre bağlıdır. "Ahmet Efendi bayram alışverişini getirdi, Selma Hanım şimdi ona bayram bahşişi verecek" diyorsanız, böyle bir şeyin hep olduğunu bildiğiniz için bu tahminde bulunuyorsunuz. Ya da böyle geleneği olmayan bir durum çıktı karşınıza. Koşulların belirli bir biçimde oluştuğu bir durumda "genel rasyonalite"nin gösterdiği yönü düşünerek tahmin yürütürsünüz: "Ev sahibi X kiraya bin lira zam istedi; kiracı Y'de o para yok, herhalde mahkemelik olacaklar" dersiniz.
Siyasette bu tür tahminlerde bulunmanın "ilmini yapanlar" vardır. Tahminler her zaman doğru çıkmayabilir de. Kimi zaman bir karara yol açan bütün etkenleri, bu arada kişisel dostluk/düşmanlık ilişkilerinin payını bilmemek yanlış tahmine yol açar. Kimi zaman yorumcu doğru olması gereken tahmini yapmıştır ama kararı verecek yanlış bir yol seçmiştir vb.
Diyeceğim, son yıllarda Türkiye'de siyaset "predictable" olmaktan çıktı. Son örnek: Tayyip Erdoğan "reform yapacağız" dedi; Tayyip Erdoğan ayrıca Türkiye'nin geleceğini AB ve ABD ile dostluk ilişkileri çerçevesinde düşündüğünü söyledi. Derken AİHM'nin Selahattin Demirtaş kararı geldi ve Erdoğan bu konuda söylediğini bildiğimiz sözleri söyledi. Şimdi, bunların içinden nasıl çıkacağız? Ben kendime göre bir yöntem geliştirmiştim: Siyasette genel olarak ortaya bir durum çıkar, buna karşı genel olarak iki tavır alınabilir. Gene "eşyanın tabiatı", bunların biri görece demokratik, öbürü görece anti-demokratik olur. "Tayyip Erdoğan neyi seçecek?" sorusunun belirdiği anlarda ben "Anti-demokratik olanı" diye cevap veriyordum ve doğru da çıkıyordu.
Onun için "Hukuk reformu yapacağız" dediğinde bir şaşkınlık geçirmedim. Erdoğan'ın kelime haznesinde "reform" kelimesinin ne anlama geldiğini biliyoruz, bilmemizi sağlamaya yardımcı yeterince örnek var. Onun için ben tepkimi "Savulun reform geliyor" diyerek ayan etmiştim.
Oysa birçok kişi "reform" kelimesini ciddiye alarak bunun ne olabileceğine dair tahminler yürüttü.
"AB ve ABD ilişkileri" konusu beni daha çok şaşırttı. "Fikir mi değiştirdi?" diye değil; bunu yapmayacağını biliyorum. "Bunları söylemek için ne gerek duydu?" diye şaşırdım. Sonra, bütün bu "kavga" ilişkilerinden bıkmış yığınla endişeli yurttaş olduğunu düşündüm, "Herhalde onları rahatlatmak için" dedim. Yani hâlâ "predictability" içindeyiz. Bunu da sahici bir "barışma" adımı olarak anlayanlar -anlamak isteyenler- çıktı. Çünkü "rasyonalite" böyle gösteriyor. Yani, "Nihayet aklın yoluna giriyor" temennisi.
Ardından AİHM kararı. Bununla, üç gün içinde, "aklın yolu"ndan gene çıktık. Ama sadece "aklın" yolundan mı çıktık?
Herkes yazdı, yazıyor. Mahkeme Avrupa Birliği'nin değil, Avrupa Konseyi'nin mahkemesi. Biz de Avrupa Konseyi'nin kurucusu ve üyesiyiz. Burada yer alırken AİHM'nin bizim hukukumuz çerçevesinde de "üst" mahkeme olduğunu kabul etmiş, imzamızı atmışız. Evrensel hukukta "üst mahkeme" olarak tanımlanan makamın tanımları belli. AİHM'nin yerini kendi anayasamızda da açık seçik belirtmişiz.
Bunlar hukuk kitaplarında yazılı olanlar da, bir de "siyasi olgular" var; Tayyip Erdoğan'ın "şahsını" ilgilendirenleri kastediyorum. Yani kendisiyle ilgili birtakım (bence demokrasi ile bağdaşmayan) kararları iptal ettirmek üzere AİHM'ye üç kere başvurmuş olmasını.
Bunlar son derece çarpıcı olaylar. Sonuncu söylediğim, yani şimdi "Türk yargıçlarının yerine geçemezler" dediği yargıçların oturduğu yere kendi hakları içim üç kere başvurması başkaca eğlenceli yanı olmayan bu "traji-" gidişata "komik" ekini eklemeye yetiyor.
Ben bu noktada benim yöntemimin gene doğru çalıştığını söyleyebilirim. Tayyip Erdoğan yapmasını beklediğim seçmeyi yaptı. Yalnız bu öteki "anti-demokratik olanı seçmek"ten önemli ölçüde farklı. Bu seçmeyi yapmanın onu ve memleketi getirdiği yer farklı. Tayyip Erdoğan burada uluslararası "legalite" sınırlarının da dışına çıkıyor. "Seçme"nin anlamı bu.
Avrupa Konseyi olsun, Avrupa Birliği olsun, kuralları çiğneyen ülkeleri "ihraç" etmekten kaçınırlar. Bunu altmışlarda Yunanistan'daki "albaylar cuntası"na karşı yapmışlardı. Avrupa Konseyi'nden atılan Yunan albayları işi iyice azıttılardı. Avrupa (Konseyi ya da Birliği) bu deneyimden sonra bu radikal kararı almaktan kaçınmaya başladı. "İçeride kalmaları güçsüz de olsa bir fren işlevi görüyor" diyorlardı. "İhraç etmek her türlü denetimi imkansız hale getiriyor." Dolayısıyla bu AİHM olayında da aynı anlayışı sürdürecek ya da sürdürmek isteyeceklerdir. Ama bir yandan da başka tedbirler alacaklardır.
Gelelim gene işlerin gidişinin "predictable" olup olmadığı sorusuna. Tayyip Erdoğan bu kadarını da istemişti? Öyleyse niçin o sözleri söyledi (tabii bu ilk örnek falan değil)? Andığım, bu kavgalı durumlardan hoşlanmayanlara "Bizim ne kadar iyi niyetli olduğumuzu gördünüz. Ama bunlar bize düşman" deme hazırlığı mı bu?
Yoksa, gene birilerinin yürüttüğü tahmindeki gibi, bir "esip savurma" sürecinden sonra, "Ne yapalım, kurallar böyle" mi diyecek? Yöntemimi söyledim ama şu noktada emin olamıyorum (özellikle Avrupa ile arasını bozmak ister de -ona hiç şaşmam- uzun vadede olacakları ister mi?). Olamıyorum çünkü "tek-adam" yönetiminin şaşmaz kuralı uyarınca her şey "tek-adam"ın zihninin içinde ve uzun-vadeli hedeflerde fazlaca oynaklık olmasa da bu kısa mesafe virajları için ne düşünüldüğü hiç belli değil. Oysa tabii bu virajlarda olacaklar da uzun vadede olacakları belirleyecek.