29 Kasım 2016

“Hem suçlu, hem güçlü” dedikleri

“Fethullahçıları bırakın devlet içinde örgütlensinler” diyen yok, “Bu ölçülerde örgütlenmelerine neden göz yumdunuz” diye soranlar var

Türkiye’de bir deyim var: “Hem suçlu, hem güçlü.” Yarım-kafiyeli bir deyim. Ne anlatmak istediği de çok belli. “Şu demek, bu demek” diye fazladan açıklama gerektirmeyen bir söz.

Türkiye şu günlerde sanki bu deyimin anlattığı durumu dramatize etmek üzere yazılmış bir senaryoyu oynuyor. Konu, hemen tahmin ettiğiniz gibi “FETÖ’cülük.”

Cumhurbaşkanı yalnız FETÖ’cüleri değil, onlar hakkında kendi duygularının benzerini duymayan herkesi de kahretmeden gün geçirmiyor. Bütün dünyayı uyarıyor; bu adamlara hoşgörü göstermeye devam ederlerse bu adamların onların ülkesinde de iktidarı ele geçireceğine dair uyarılar ve kehanetlerde bulunuyor. Arkasında, bunları nakarat halinde tekrarlayan bir koro da var. 

Örneğin Avrupa Parlamentosu bir karar üzerinde benzeri de görülmüş bir çoğunlukla birleşiyor. Bu koro hemen Avrupa Parlamentosu’nun koridor veya kafeteryalarında dolanan FETÖ’cüler (ve PKK’lılar) tespit ediyor. Parlamento üyelerini bu kötü adamların dolduruşa getirdiğini anlıyoruz. Yani onlar olmasa ve dolduruşu yapmasa, Avrupa Parlamentosu’nun milletvekilleri (her ülkeden, her görüşten) Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarına ve uygulamalarına bakıp, “Ne doğru söyledi; ne iyi yaptı” diyecekler. 

Oysa onlar hakkında ve onların temsil ettiği Avrupa hakkında duygu ve düşüncelerini hiç gizleyip saklamadan açık açık dile getiren bir Cumhurbaşkanı var ortalıkta. Bu milletvekilleri herhalde ona bakacaklarına, ondan öğreneceklerine, “aralarına sızmış” FETÖ’cü ve PKK’lılara kulak veriyorlar.

Ve bir Avrupa politikası var! Parlamentoda solcusu, sağcısı, liberali, komünisti aynı oyda birleştiğine göre, buna genel “Avrupa politikası” demek gerek. Bu politikanın özü, “Fethullahçıları korumak.”

 

Nereden anlaşılıyor “Fethullahçıları koruma” politikası? İktidarın eylemleri ve söylemleri karşısında bunları onaylamayan, yankılamayan, eleştiren bir tavır almanızdan. İktidar bu konuda ve her konuda doğruyu, yapılması gerekeni yapıyor. Siz bunu eleştiriyorsanız, yanlışı ve yapılması gerekmeyeni savunuyorsunuz demektir. Şu halde bu ülkenin düşmanısınız. 

Tarihteki bütün diktatörlerin davranışlarından bilir, tanırız bu mantık kaydırmasını.

Gerçekte olan ne peki? Gerçekte “Fethullahçıları bırakın devlet içinde örgütlensinler” diyen mi var? Yok.

“Bu ölçülerde örgütlenmelerine neden ve nasıl göz yumdunuz?” diye soranlar var gerçekte. İktidarınızın başında YAŞ kararlarına şerh koyardınız; sonra duruma egemen oldunuz, “şerh”e filan gerek kalmadı. Böyle yapmasanız, bu sayıda “Fethullahçı general” olur muydu orduda?

Ordu bu konuda en duyarlı kurumdu. Hukuk kurumları, bu arada elbette emniyet aynı konuda ordu gibi alesta durmadığı için oralarda örgütlenme daha erken başlamış ve daha derinlemesine işlemişti. Bunu da en iyi siz bilirsiniz, çünkü aranız bozuluncaya kadar bu gelişmeden en çok siz yararlandınız. Herkesin de gördüğü ve bildiği gibi yetişmiş kadro eksikliğinizi bu “sızmış” Fethullahçı kadrolarla giderdiniz. Karşılığında siz de iktidar olarak onlara bir şeyler verdiniz tabii - ne istediler de vermediniz?

Tayyip Erdoğan türünden biri, kendi elinde olmayan bazı şeylerin varlığından rahatsız olur. Onun için bu ittifak görünür yüzeyde devam ederken ve daha derinde başka türlü manevraların yürürlükte olması normaldi. AKP iktidar koltuğunun eğrisine büğrüsüne intibak ederken kendine yüzde yüz bağlı olmayan kadroları da silkelemeye hazırlanıyordu. Bunu yaparken, öteki “düşman”la, Kemalist ulusalcılarla ittifak kurma ihtimali de açıktı ve açık tutulmalıydı.  

Ama bu “ittifakı bozma” anı gelinceye kadar iktidar ile Fethullahçılar arasındaki aşna fişne durumu her an cürm-ü meşhud özelliği göstermekteydi. “Cürüm” diyorum, çünkü Fethullah Gülen taraftarlarının devlet kurumları içinde varolma biçimleri aslında “cürüm”dü; ama iktidar bunu kendi lehine çalışan (deneyli eleman deposu) bir avantaj olarak değerlendirdiği için durdurmak bir yana teşvik ediyordu. 

Size “Devlet kurumlarında ayrı disiplini ve hiyerarşisi olan bir örgüt olarak hareket eden bu örgütü neden tasfiye ediyorsunuz?” diye soran yok. “Bunu niçin şimdiye kadar yapmadınız?” diye soranlar var. 

Verdiğiniz tarih de bir başka örtük itiraf: 17 Aralık’ta durum anlaşılmış. O tarihî tarihten sonra o yapıyla ilişki sürdürmek suçmuş!

Hayır, bu örgütün yaptığı işin yasalara, demokratik toplumun işleyişine uymadığını anlamak için 17 Aralık tarihini beklemeye hiç gerek yoktu. 17 Aralık bunun değil, AKP hükümeti içinde birtakım gıllıgışlı işlerin, ilişkilerin yürüdüğünün ortaya çıktığı (ve her türlü teamüle aykırı biçimde bastırılarak örtüldüğü) tarihtir.

 

Tayyip Erdoğan kendi hayatının uygun gördüğü tarihlerini kendine göre tespit edebilir. Her şeyi Tayyip Erdoğan’ın gördüğü gibi görmemizi emreden yasa - henüz - çıkmadığı için, biz de kendi tarihlerimizi kendimiz saptayabiliriz. 17 Aralık’tan önce Gülenci hareketin “masum” olduğuna inanmamızı gerektiren bir şey yok; 17 Aralık’tan sonra Tayyip Erdoğan’ın iddia ettiği türden “kriminal” eylemler içinde olduğuna inanmamızı gerektiren bir neden de olmadığı gibi. 

“Niçin şimdiye kadar girişmediniz bu tasfiyeye” diye soranlar olduğunu söyledim. Evet, ama bunu soruyor olmak, şimdi yürütülen politikayı onaylamak anlamına gelmiyor. 

Devlet yapılanması içinde farklı bir hiyerarşinin disiplinine uyarak varolmak yasaya aykırıdır; adına da “sızmak” denir. Ama bu kolay ele gelen bir “suç” değildir. Fethullah Gülen’in düşüncelerini benimsemek, kendisini ermiş saymak vb. başlı başına suç değildir. Bunları böyle gören, düşünen birinin polis, yargıç ya da avukat, mühendis vb. olması da suç değildir. “Suç,” bu insanlar bir “örgüt” olarak hareket etmeye etmeye başlayınca oluşur. Şimdi bir biçimde işinden ettiğiniz yüz küsür bin insanın böyle hareket ettiğini kanıtlayabiliyor musunuz? Böyle hareket etmek bir yana, Gülen’le hiçbir ilgisi olmayanları da işinden ettiğinizin bir yığın haberi geliyor. 15 Temmuz sonrası hemen tutuklayıp içeri aldığınız insanlara bakınca, nasıl bir hukuk anlayışıyla iş gördüğünüz zaten anlaşılıyor.

Ve tabii bu insanların içinde gerçekten Gülenci olan ve bir örgüt disiplini içinde davrananlar var. Ancak bu da onlara yapılmakta olduğuna dair haberleri, söylentileri ayyuka çıkan ve kendi dağıttığınız fotoğraflarda izleri görülen kötü muameleyi haklı göstermiyor. 

Yazarın Diğer Yazıları

Sokak hayvanları

Köpekleri zehirlemek laik kesimin “evet” diyemeyeceği bir şey, onaylayamayacağı bir eylem. Bu arada, bu kesimin beklenenden daha içten bir hayvan savunması gösterdiğini de söyleyeyim.  Müslüman halkın içinden de bu “tedbir” hakkında iyi şeyler düşünmeyenlerin beklenenden fazla çıkacağı kanısındayım

Ne oldu, nasıl oldu da dünya buraya geldi?

"Popülizm" diyoruz, ama bildiğimiz kavramların hiçbiri şu sırada biçimlenmekte olan dünyayı gereği gibi açıklamıyor

Değişim

Marksizm, bir on dokuzuncu yüzyıl düşünürü olan Karl Marx’ın biçimlendirdiği düşünce tarzı.  Yani on dokuzuncu yüzyıl koşullarının bir ürünü. On dokuzuncu yüzyıl ise dünyada maddi-manevi ilerlemenin özellikle hızlandığı nokta; yani “değişim” göz kamaştırıcı