Türkiye'nin sözlü ya da yazılı edebiyatında "hamaset" dozu yüksektir. Osmanlı döneminde bu hamaset "milli" denecek konularda belki o kadar baskın değildi. Ama "ahlaki" konulara girince "hamaset" de devreye girerdi. Aklıma Namık Kemal'in "İntibah"ta zavallı Mehpeyker'e ettiği hakaretler geliyor. Kadın beklenen "kadın erdemleri"ne sahip değil ya, paragraf üstüne paragraf, "facire", "fahişe" diye ağız dolusu hakaret.
Sorun, Osmanlı'nın "belagat" sorunu. Anlattığın şey her ne ise, "etrafını cami, ağyarını mani", sayacak dökecek. Eksik bir şey kalmayacak. Aynı zamanda, anlatılan iyi bir şeyse anlatanın bütün varlığıyla ondan yana olduğu, kötü bir şeyse ölümüne ona karşı olduğu anlaşılacak. Bu belki temelde çevreye güvenememekten ileri gelen "defansif" bir şey: Kimsenin benim iyi ahlakımdan şüphesi olmamalı!
Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte bu "hamaset" üslubu "milli" konulara kaydı. Yusuf Akçura'nın ünlü kitabında saydığı aşamalardan geçerek gelen bir "milliyetçilik" biçimi oluşmuştu. Milliyetçiliğin bütün tezahürlerinde görülen "Biz iyiyiz. Bizden iyisi yok" faslı tamamdı da, "biz" kimiz? Orada bir belirsizlik vardı. "Osmanlı" mıyız? Tanzimat boyunca öyleydik. Abdülhamid'le birlikte "Müslüman" olduk. Cumhuriyet'e yaklaşırken "Türk" olduğumuzu söyleyenler çoğalıyordu ve nitekim sonunda orada karar kıldık. Ama böyle olduğumuzun farkında olanlar hâlâ azınlıktı. Ahaliye "Türk" olduğumuzu ve bunun çok iyi bir şey olduğunu anlatmamız ve belletmemiz gerekiyordu. Bu işi yapacak olanlar da her zamanki gibi "münevveran"dı. Onlar da bu yeni evrede "aydın" olacaklardı.
19. yüzyıl. Milliyetçiliğin "şoven" tarzı bütün dünyada var. Bilinmedik, duyulmadık bir şey değil. Ama nasıl? Örneğin, aklıma Britanya geliyor. Gilbert - Sullivan operetinde geçen, mizahi "Jingo" uyduruk-kelimesi var. Bunu almışlar, "jingoism" diye "hamasi milliyetçilik" denecek bir anlam vermişler. Kelimenin kendisi, bunun fazla ciddiye alınması gereken bir şey olmadığını hissettiriyor. "Hamaset" var, "şovenizm" var ama "aşırılık" olarak var -tabii Almanya gibi, pek de böyle bakmak eğiliminde olmayan ulusların varlığını da unutmamak gerek. Bizim burada ise "hamaset" standart olarak kabul edilmiş, daha baştan. "Türk milleti" mi diyeceksin? Yetmez. Başına bir sıfat ekleyeceksin -en azından. "Büyük" olabilir, "asil" ya da "kahraman" ya da "şanlı" olabilir. Bunları eklemeden kuru kuru "Türk milleti" dersen insanlar şüpheye düşebilir, "Türk milletini yeterince sevmiyor galiba" diye.
Gelmek istediğim nokta şu: Türkiye'de olabilecek en aşırı milliyetçi "ittifak" kuruldu. İşin başındaki Erdoğan ile Bahçeli birbirlerine esin veriyor, iktidarda kalma uğraşlarını da bu tür bir hamasete bağlamaya çalışıyorlar. Bu dediğim yalnızca bir "retorik" seçimi değil. Pratik politikaları da bu temel üzerinden yürüyor. Dış politika konularında bu tavrın sonucu herkesle kavgalı olmak; içeride "Kürt düşmanlığı" yayan bir tavır; hepsinin sonucu da varolan iktidarı eleştiren herkesi "düşman" ilan ederek iktidara yapışmak.
Burada en büyük yardımcıları Türkiye'nin gelenekleri. Çünkü en hukuk ve rasyonalite dışı davranışlarını da bu şoven dille sarıp sarmalayıp meşrulaştırabiliyorlar. Muhalefet de bu dili, bu üslubu yankılayarak meşrulaştırma işlemine yardımcı oluyor. Gene yalnız "retorik" düzeyinde devam eden bir şey değil, söz konusu olan. Halk Partisi'nin dokunulmazlığın kaldırılması konusunda verdiği hizmetin sonuçları ortada.
"Ortada" ama Halk Partililer neyin "ortada" olduğunu görüyorlar mı? Yoksa onlar da aynı bakış açısını temelde paylaşıyorlar mı? Korkarım ikinci söylediğim geçerli.
Bu böyleyse bu toplumun "ortalama"sının bu şoven milliyetçilik olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. "Yerli ve milli" olan bu. Öyleyse Tayyip Erdoğan da böyle bir toplumda politika adına yapılması gerekeni yapıyor.
Öyle mi?