Devlet Bahçeli bir rahatsızlık geçirdi. Rahatsızlığı sırasında topluma bir mesaj vermekten de geri durmadı: “Kılıçdaroğlu’nu yargılayın!”
Bahçeli, şu andaki iktidar blokunun küçük üyesi. Büyük üyesi olan Tayyip Erdoğan da içinde gerilim barındırmayan bir söz söylemiyor. Yalnız “söz” değil, eylemini de eksik etmiyor. Şu günlerde Suriye serüvenimiz başlamak üzere gibi görünmekte. Bakalım, nasıl gelişecek?
Tayyip Erdoğan “İslamcı” olarak tanımlanacak bir siyasetçi. Kendisinin böyle tanınmaktan bir şikâyeti olacağını sanmıyorum. Ancak onun yürürlüğe koyduğu siyasetler İslamcı bir parti ya da hükümetin mutlaka uygulaması gereken siyasetler değil. Hatta denebilir ki iktidar blokunun büyük üyesi küçük üyeyi taklit ediyor. Yaptıkları ve bunları yapma üslubu MHP için daha uygun. Hal böyle olunca oylarını MHP’ye vermiş olanların AKP’ye yöneleceği düşünülebilir ama söylendiğine göre durum bu değil, tersine, AKP’den MHP’ye doğru bir kayma var.
Tayyip Erdoğan’ın güttüğü siyaset, genel çizgileriyle bakıldığında, “popülizm” diye bilinen siyasetin birçok ögesini içeriyor. Bunlardan biri (ve popülizmin “olmazsa olmazı” diye tanınanı), halkın belirli bir kesimini; haklı ya da haksız, bir şeylerden yoksun bırakıldığına inanan bir kesimini savunma ve ondan esirgenenleri ona kazandırma rolüne girmektir. Erdoğan siyasetinde bu kuralı titizlikle uyguladı. Bundan çok da yararlandı, çünkü Türkiye’nin geçmişinde böyle bir durum vardı ve bu söylendiği zaman birçok insanın deneyimlerine denk düşüyor, birçok bellekte yankı buluyordu.
Bir şeylerden yoksun bırakılmış kişi, ister istemez, öfkeli bir kişidir. Zihninde her zaman çok iyi somutlaştıramasa da, birilerine hınçlıdır. Dolayısıyla bundan bir politika çıkarmak isteyen kişi ya da hareket, bu hıncı taze tutmak ister. “Banal” deyimiyle, o noktayı “kaşır.” Bütün bunlar da bir “gerilim” ortamında daha iyi sağlanır. Tayyip Erdoğan bunu da hep kolladı.
Ama biraz fazla mı kolladı acaba? Çünkü bu siyasetin getirisi azaldı gibi bir görünüm var sanki.
Türkiye hâlâ oldukça genç bir toplum. AKP’nin destekçileri arasında da gençler sanırım bir hayli yekun tutuyor. “Tek partinin zulümleri” onların birey olarak yaşadığı bir şey değil; onun için bu hikâyeler bir zaman sonra dinleyeni yormaya, hatta sıkmaya başlıyor. Ayrıca, sürekli gerilim de yorucu.
Tayyip Erdoğan’ın gerilimi temel alan bir siyaset tarzında karar kılmasının, popülizmin ihtiyaçları dışında, kendi somut yaşantısıyla da ilgisi olduğunu düşünüyorum. Gezi-öncesi Erdoğan’la Gezi-sonrası Erdoğan arasında ciddi farklar var. O tarihlerde Erdoğan demokrasinin kurumlarına (örneğin Kuvvetler Ayrılığı ilkesine) saldırmamıştı. Avrupa Birliği’ne şimdiki düşmanca tavrı takınmamıştı. Kürt sorununda barışı öne çıkartmak gibi önemli bir adım atabilmişti. Daha birçok şey sayılabilir. Ama bunların hiçbiri belirli bir kesimin ona hoşgörüyle bakmasını sağlamamıştı. Erdoğan hakkında, AKP hakkında, Erdoğan’ın ve AKP’nin dışında, onlardan önce verilmiş bir hüküm vardı ve onların yaptıkları bu hükmü değiştirmiyordu. AKP, “28 Şubat” gibi bir olayın hemen ertesinde ortaya çıkmış ve çıkar çıkmaz da kendini bir öfke selinin içinde bulmuştu. Ordunu göreve çağırıldığı, partiyi kapatma davalarının açıldığı bir süreçten geçti.
Bugün Tayyip Erdoğan’ın konuşma ve eyleme tarzına bakınca, gerilimin, intikamcı ruh halinin gelip geçici ya da bazı güncel olaylara bağlı şeyler olmadığını görebiliyoruz. Ama böyle bir ruh halinin oluşmasında bu siyasi ortamın hiçbir payı olmadığını da herhalde iddia edemeyiz. Erdoğan’ın siyaseti (yani geleneğe aykırı İslamcı siyaseti) tehlikelerle dolu bir etkinlik olarak görmesinde, sık sık, “kefenimizi giydik” edebiyatı yapma gereğini duymasında böyle olayların bir rolü olsa gerektir. Ayrıca, taraftarlarının bu siyaset tarzını uygun ve doğru bulmasında bu deneyimlerin etkili olması beklenir. En önemlisi bu zaten.
Ancak, başta söylediğim gibi, “İslamcı siyaset” dediğimiz şey Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitmiyor. AKP içinde ve çevresinde tartışma devam ettikçe, başka ne türlü çizgiler olabileceğini daha iyi göreceğiz.
Bu arada CHP’nin siyasi yaklaşımını olumlu bulduğumu da söylemeliyim. CHP, sürekli gerilim ortamının yarattığı nörotik atmosferin ve bunun ülke geleceği açısından içerdiği tehlikenin bilincinde olduğunu gösteren bir siyaset güdüyor. Bunun böylece devam etmesinin gerekli ve yararlı olduğunu düşünenlerdenim. “Siyasi rakip” olur olmaz her durumda “yargılayın”, “Asın! Kesin!” “Düşmanlar!” diye yaygara koparırken sakin ve ılımlı davranmak kolay bir şey değil. Sanırım iktidar da muhalefetin kendisine uymasını, böylece elbirliğiyle bir kavga-dövüş ortamının yerleşmesini istiyor. Bu oyuna gelmemek ve bu gergin düşmanlık havasının topluma yayılmasına imkan vermemek gerekiyor.