Bir yandan Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarında, bir yandan da AKP adına konuşmasına izin verilen başkalarının söylemlerinde, “düşman” kelimesinden ve kavramından geçilmiyor. “Dış” kelimesi çok yaygın. “Dış güçler”, “dış mihraklar” her an gündemde; her şeyin nihai “müsebbibi” bu dış sıfatıyla anılanlar oluyor. “İç” olup da can sıkanlar eksik değil; ama onlar aslında ipleri ellerinde tutamıyorlar. Onlar, “dış” olanların oyuncağı ya da maşası. Kararları “dış” veriyor, “iç” uyguluyor.
Bu kadar sık lafı edilmesine rağmen bu “dış düşmanlar” hakkında çok net bir bilgimiz ya da fikrimiz yok. Kimdir bunlar? “Dış düşman” olmak dışında ayırt edilebilir bir kimlikleri var mıdır? “Faiz lobisi” gibi sözler söylendiğinde gene bu kimlik açıklanmış olmuyor. Bu “güçler”in somut şekli şemaili hakkında daha fazla bilgi edinemiyoruz. Tersine, “düşman” daha da “esrarengiz” bir hava (“aura”) ediniyor: “Faiz” kılığında karşımıza çıkıyor. Ama bir yandan da, “faiz kılığı” diye bir şey yok.
Doların bir tuhaf serüveni var. Birileri (bunlar “uzman” diye tanıdığımız birileri) “faizleri yükseltmeli ki dolar düşsün” diyor. Buna en şiddetle karşı çıkan Cumhurbaşkanı. O diyor ki “faizi yükseltirsen enflasyon yükselir.” Oysa, önümüzde cereyan eden olaylara bakıyoruz. Faiz yükseliyor ve doların yükselişi duruyor. “Hükümet tedbir alacak, durum denetime alınacak” diyorlar. “Tedbir”, ha bire faiz oranının yükselmesi oluyor. Derken Cumhurbaşkanı yeniden ağzını açıyor; örneğin son Britanya görüşmelerinde olduğu gibi, “Ben karar veririm” diyor. Haydaa, doları tutabilirsen tut! Dolar rekor kırıyor.
O zaman ne oluyor, ne konuşuluyorsa, herhalde Cumhurbaşkanı da bir ölçüde ikna ediliyor, faiz oranı yükseliyor, dolar duruyor. Bu kaçıncı kere tekrarlandı birkaç yıllık süre içinde. Verilen açıklama “dış güçler” doları yükseltiyor (ne yapıyorlar da yükseltiyorlar, anlamak mümkün değil. İlgili bakanlardan biri de zaten “Ben tanımıyorum” diyor.) Onların yükseltmek için ne yaptıkları belli değil ama bizimkilerin alçaltmak için ne yaptıkları belli, çünkü zaten her seferinde aynı şey yapılıyor. Aslında, bütün bu olaylarda, Tayyip Erdoğan’ın konuşması üstüne doların fırladığını görüyoruz. Öyle ki, olaylara daha anarşist ve daha hasmane bir gözle bakıyor olsak, “Yahu, dış mihrak falan hikâye! Bunu yükselten bizim Cumhurbaşkanı” da diyebiliriz.
Bunu söyleyince içime kurt düştü. Bu “dış mihrak”ın yaptığı bazı işlerde de bizim kendi payımız olabilir mi, mümkün mü böyle bir şey? Örneğin AB çevreleri falan demokrasimizin yolunda yürümediğini söylüyorlar. -Biliyoruz tabii, iftira. Ama Ahmet Altan’a, Mehmet Altan’a, Nazlı Ilıcak’a “darbe yaptılar”, “darbe yapılmasına sübliminal katkıda bulundular”, darbe yapanlarla aynı bakkaldan alışveriş yapıyorlarmış demek “iltisakları” vardı türünden gerekçelerle “ağırlaştırılmış müebbet” gibi hükümler verilmesinin, Osman Kavala’nın son derece suçlu bir kişi olarak tanıtılıp aylardır hakkında bir iddianame hazırlanamamasının (herhalde o kadar çok suç işlemiş ki iddianamesi aylar boyunca toparlanamıyor) bu gibi “iftira”larda bir payı olabilir mi- diye insanın aklına geliyor.
Tabii geldiği gibi gidiyor. Her yaptığını doğru yapan ve her şeyin doğrusunu bilen bir hükümetimiz ve bir Cumhurbaşkanı’mız var.
Böyle olduğuna göre ekonomi bozulma sinyalleri veriyorsa, işin başında olanlar bazı yanlış kararlar verdikleri için değil, “dış mihraklar” ekonomimizi sabote ettiği için öyle sinyaller veriyordur. Memlekette demokrasiden geçilmediği halde (OHAL hainlerden başka kimsenin rahatını kaçırmıyor), “dış mihraklar” Türkiye’de demokrasinin yok edildiğini söylüyorlar.
“Dış mihraklar”ın bu “bukalemun” karakteri de aslında işe yaramıyor değil. Renkten renge, kılıktan kılığa giriyorlar. Bir gün PKK, bir gün FETÖ olup karşımıza çıkıyorlar. Ne gün ne yapacaklarını bilmiyoruz. IŞİD’den bir anda PYD olabiliyorlar. Bütün bu “bin bir surat” stratejinin tek bir amacı var: Tayyip Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak.
Durum bu olunca, iktidarın da her an teyakkuz halinde bulunması gerekiyor. “Süb” demeden “sübliminal”i tespit etmeli, anında tepesine binmeli, malum müsadere etmelidir. Suret-i katiyede aman vermemelidir. İz süre süre, işin başına ve elebaşına kadar gidilmelidir. Hani, “inlerine gireceğiz” sözü var ya, inlerine girilmelidir. Artık orada Merkel’le mi karşılaşırız? Başkanlık süresi bitince Obama oraya mı transfer olmuştur? Yoksa Macron’u mu görevlendirmişlerdir? Şaşırtıcı durumlarla karşılaşabiliriz (Bizim için şaşırtıcı olur da büyüklerimiz biliyordur kim olduğunu.) Ama bu inlere girilmeden bu “dış mihraklar” dağıtılmadan bize rahat huzur yok.