11 Şubat 2023

Deprem

Ekonomiyi yönetmekte iktidarın ve bir "ekonomist" olan Reis'in başarılarını seyrettik, değerlendirdik. Şimdi apayrı bir alanda, deprem afetinde ortaya koyduğu ustalığı, beceriyi gözlemliyoruz. Bu kadar devasa olmayan çeşitli alanlarda da benzer durumlarla karşılaşmıştık. Bütün bu bocalamalara rağmen AKP ve Reis iktidarda kalma ölüm kalım savaşını sürdürebilir, sürdürecek fiziksel güç de bulabilir. Ama öyle sanıyorum ki Tayyip Erdoğan'ın biçimlendirdiği bir "Siyasi İslamcı" hareket kariyerinin sonuna gelmiştir

Durum korkunç. Zaman geçtikçe düzeldiği, düzeleceği de yok. Can dayanmıyor.

"Zaman" kendi başına bir çelişki. Beşinci gündeyiz. Bu demektir ki zaman ilerlemiş, biz geç kalmışız. Enkaz hâlâ çok, ama altından yaşayan insan çıkmasını beklediğimiz enkaz her dakika azalıyor. "Geç kalmışız" dedim. Evet, öyle. Ama daha işin başındayız. Hayatın normale dönmesi (ne kadar dönecekse!) için yapılacakları, bunların ne kadar vakit alacağı düşünülürse, daha süreç başlamadı bile diyebiliriz.

Göz çıkaran olgu: Deprem gafil avlar, beklenmeden gelir ve yapacağı tahribatı yapar. İnsan kurtarma işleminin, onun bittiği anda başlaması gerekir. Buna ne kadar erken başlanırsa o kadar sonuç alınır. Hele bu tonlarca enkaz yüküyle, hele bu dondurucu havayla... Böyle bir şey oldu mu? Olmadı. Neden olmadı? Her şeyi hızlandıracağı ve kolaylaştıracağı söylenen "Başkanlık Sistemi" sayesinde -büyük ölçüde. Bu sistem sayesinde çünkü "Başkan"dan emir gelmedikçe kimse parmağını oynatamıyor. Başkan'dan da emir gelmiyor. Niye gelmiyor? Bazı tahminlerimiz olsa da bu sorunun cevabını bilmiyoruz.

Türkiye'de bu bir reflekstir: "Afet" dediğimiz türden bir olay oldu mu Silahlı Kuvvetler'i işbaşına çağırırız. Türkiye'de "toplum-devlet" ilişkisi, devlet içinde "asker-sivil" ilişkisi malum.

Ama bu yalnız Türkiye'de böyle değil. Asker, bol miktarda "insan gücü" demek, kalabalık. "Kuru kalabalık" da değil: Kurulu hiyerarşisi var, disiplini var, olaya ve zamana göre deneyimi de olabilir. Onun için tahribat yaratacak bir depremi hissettiğimiz anda aklımıza asker geliyor. Türkiye'de bunun bir de "tamamlayıcısı söz konusu: maden işçileri. Onların da deneyimleri değerli. 

Türkiye'de bu deprem oldu ve ne asker yardıma çağırıldı ne de madenciler. Ancak saatlar ve saatlar sonra, muhtemelen durmadan uyarı tekrarlandıktan sonra "emir" çıktı. Yani, en değerli vakit geçtikten, geçirildikten sonra. Bu saatların böyle -boşuna- geçirilmesinin nedenini, dediğim gibi, bilmiyoruz, ama "aklımıza gelmediği için" gibi bir gerekçesi olamayacağını biliyoruz. Herhalde "Şimdi yormayalım" diye de düşünmemişlerdir. Bu sorunun cevabını cidden merak edenler ve sık sık bir açıklama talebinde bulunanlar olacaktır diye düşünüyorum. Cevap alırlar, almazlar, aldıkları cevabı inandırıcı bulurlar, bulmazlar, bunları da bilemem.

Kemal Kılıçdaroğlu yanında belediye başkanlarıyla "vaka mahalli"nde göründü. Orada ilk yaptığı kısa konuşmada "böyle bir felaket anında siyasi konuşma yapmayalım" klişesine uymak gereği duymadığını söyledi. Bu konuda ben Kılıçdaroğlu'na hak veriyorum ama benim hak vermem hiç önemli değil. Asıl Tayyip Erdoğan hak veriyor. Şimdi, bu son depremle ilgili değil, dediğim. Şimdi gene küfür kıyamet gidiyor. Bekleneceği üzere. Ama yıllar önce, kendisi iktidarda değilken olmuş ve yeterli "hazır olma" derecesiyle karşılanmamış bir deprem hakkında söyledikleri, "kırılan ar damarları" ve bu felaketlere sebep olanlar üzerine sayılmış iltifatlar, Tayyip Erdoğan'ın böyle durumlarda ağzını açtı mı neler söyleyebileceğini gösteriyor. Onun için şimdi kendisini eleştirenlere reva gördüğü hakaretler -Erdoğan için bile- şaşırtıcı. Kaldı ki o eski depremin karşısında gaflet göstermiş olanların yaptıklarıyla kendi gösterdiği "performans" da Tayyip Erdoğan'ı temize çıkaracak bir mahiyet arz etmiyor.

Bu arada Tayyip Erdoğan'ın "Olağanüstü Hâl" yetkisi talebinde bulunması dikkatimi çekti. Talepte bulunması olgusundan çok talebin gerekçesinin dikkat çekici olduğunu da söyleyebilirim. "Yağma" girişimlerine değindi Erdoğan. Ondan sonra da birkaç kere bunu tekrarladı. Aslında başka kaynaklarda da böyle bir çirkin etkinliğin sözü geçiyor (ama belki rastlanan olayların hepsini "yağma" kategorisine koymamak gerekir diye umuyorum).

Tuhaf olan Erdoğan'ın yağmayı durdurmak için olağanüstü hâle ihtiyaç duyması! Böyle bir şey düşünülebilir mi? OHAL olmazsa mağaza yağmalayanları durduracak yetki ve eleman yok mu?

Yoksa bu Olağanüstü Hâl yetkisinden beklenen başka faydalar mı var?

Erdoğan'ın her şeyi denetleme ve yönlendirme tutkusunun yarattığı (adına yanlış bir şekilde Başkanlık "Sistemi" denen total sistem yokluğu) aşırı merkezileşme aslında pek çok olayda ortaya koyduğu yetersizliğin, gerçeğe uymazlığın yeni bir örneğini vermiş oldu. Bu bilinmedik bir şey değildi ama bu sefer böyle büyük bir deprem ortamında binlerce insanın hayatta kalıp kalmamasını belirlediği için tepkileri de büyük çaplı oldu. Siyasette bir "merkez beyin"e bu kadar yük yüklediğinizde o beyin sulanır, başa çıkması gereken yığınla olayın ardından yetişemez olur. Bu deprem olayındaki ağırdan alma bir "yetişememe" durumu mu, yoksa bir gerekçeye dayanarak varılmış bir kararın sonucu mu, bilmemekle birlikte, dediğim bu sulanma durumunun da çeşitli örnekleriyle karşılaşıyoruz. Ama AFAD'ın kuruluşu, yönetimine getirilen kişilerin getirildikleri yerin zorunlu bilgilerine sahip olma dereceleri, şu durumda gösterdikleri hareket "yeteneği", bir siyasi kararlar sürecinin sonuçlarını sergiliyor. Dolayısıyla şu gelip donakaldığımız noktada "Burada siyasi eleştiri yapmayalım" demenin bir anlamı yoktur. Bu "eleştiri yapmayalım" tavrı, en kritik durumlarda yapılan yanlışlara ses çıkarmayalım" demektir, bu anlamı içerir. Zaten Tayyip Erdoğan ve hempaları da bunu iyi bildikleri için böyle durumlarda hiç şaşmadan hamaset istasyonuna sığınıyorlar. Ama şu olayda, Kılıçdaroğlu'nun ya da öbür muhaliflerin ya da herhangi birinin gelip "Bu ulusal yas ortamında eleştiri yapmayalım" demesi, ya da "eleştiri yapalım" demesi, somut durumu ve bu ülke yurttaşlarının somut duygularını uzun boylu etkilemeyecektir, sanıyorum. Siz yasalarla oynayıp doldurduğunuz makamı eleştiriden bağışık tutmaya çalışın, elinizden geleni yapın, yurttaşlar gidişten kimi sorumlu tutacaklarını bilirler.

Bunu iktidar da sezebiliyor sanırım. Seziyor olmasının dolaysız sonuçları seçim sürecinde gözlemlenecektir. Ortada deprem meprem yokken de hep bir ağızdan söylüyorduk: Bu iktidar iktidarda kalabilmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. AKP'nin ve Reis'inin "başarı listesi"ne baktığımızda, görülen tablonun çok parlak olmadığı vargısına gelebiliyorduk. Şimdi, yurttaşı bir afetten korumak keyfiyetiyle bu koşullarda yüz yüze gelmiş bir iktidar olarak biraz daha kaygan bir zemine basmakta olduklarını söylemek bilmem yanlış olur mu? Olmaz gibi beliyor bana. Ekonomiyi yönetmekte iktidarın ve bir "ekonomist" olan Reis'in başarılarını seyrettik, değerlendirdik. Şimdi apayrı bir alanda, deprem afetinde ortaya koyduğu ustalığı, beceriyi gözlemliyoruz. Bu kadar devasa olmayan çeşitli alanlarda da benzer durumlarla karşılaşmıştık. Bütün bu bocalamalara rağmen AKP ve Reis iktidarda kalma ölüm kalım savaşını sürdürebilir, sürdürecek fiziksel güç de bulabilir. Ama öyle sanıyorum ki Tayyip Erdoğan'ın biçimlendirdiği bir "Siyasi İslamcı" hareket kariyerinin sonuna gelmiştir. Hâlâ elinde tuttuğu birtakım güçleri, yetkileri kullanarak yeni canlar da yakabilir. Ama bir siyasi hareketin onsuz edemeyeceği enerji ve hareket yeteneğini, kaynağını tüketmiştir.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni DergiPapirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın DostlarıBirikimYeni DergiYeni GündemMilliyet SanatPapirüs dergilerinde ve CumhuriyetDemokratMilliyetRadikalTaraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

Hegel Üstüne: W.T. Stace

Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

Döşeğimde Ölürken, Ağustos IşığıAyı: William Faulkner

DublinlilerSanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

Arabadakiler, Patrick White

1844 Elyazmaları: Karl Marx

Bir Zamanlar Europa'daLeylak ve Bayrak: John Berger

Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

Yazıcı Bartleby: Herman Melville

Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

Yazarın Diğer Yazıları

Değişim yaratan yerel seçim

Yerel seçimden görmezden gelinemeyecek bir kazançla çıkmak, Özel’in CHP’sine, bir manevra alanı açmıştı. Seçim kaybetmiş bir partinin iktidara “Bizi kaale alın” çağrısında bulunması o parti açısından bir zayıflık işareti olarak algılanabilir, yorumlanabilir. Ama CHP’nin kazandığı başarıyla muhatabına “Gelin, konuşalım” demesi bir güçlülük göstergesidir

İtibardan ne olmazmış?

“İtibardan tasarruf etmeyenler” toplumu bu “değer” sistemiyle “fenomenler” fenomenini üretti

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor