Bizim yerel seçimler şüphesiz önemliydi; işaret ettikleri ihtimaller de önemli görünüyor. Bu arada, şimdi bulunduğum Britanya’da seçim oldu ki bunlar da bir hayli ilginç ve önemli sonuçlar verdi. Türkiye’deki gibi buradaki seçim de yerel, yani “iktidar” düzeyini doğrudan doğruya etkilemiyor. Ama toplumda eğilimler üstüne gösterdikleri, ister istemez, iktidarı da etkiler mahiyette.
Sonuçların büsbütün “beklenmedik” olduğunu sanmıyorum. İktidardaki Muhafazakâr Parti Brexit konusunu absürt bir noktaya getirdi. Bizim gibi “dışarlıklı” sayılacak kişiler için belki bir “komedi” özellikleri gösteren “seyirlik” bir olay haline geldi. Ama buralı bir seçmen açısından bakıldığında “gülme”nin dozu azalıyor. Sonuçlar da herhalde net bir biçimde bu “öfke” duygusunu yansıttı.
Theresa May bu ülkenin “en sevilmeyen” başbakanı unvanını kazanmaya çok yakın. Bunu da aşan bir hezimeti Tory’ler, Thatcher-sonrasının Başbakanı Major ile yaşamıştı. May’i partisi de eni konu gözden çıkardı sanırım. Theresa May’in savunmasını yapmak elbette benim işim değil; gene de, hakketmediği bir yük altında kaldığını düşünüyorum. Yükü yaratan da gene şimdi onu suçlayan kendi partisi. O milletvekiline sövüp saydılar ama bence de koca bir ülkeyi hiçbir ciddi planları olmaksızın bu noktaya sürükleyip orada bırakan kişilerin hesap vereceği bir yer, bir merci olmalı. May, Brexit olsun istemiyordu, öyle oy kullanmamıştı, hiç değilse.
Farrage’ın partisi UKIP de yüz kadar meclis üyesini kaybetmiş durumda. Demek ki bütün bu garip serüven ona da yaramamış, tersine kaybettirmiş. Farrage bunun fazlasını da hak etmişti.
Gene Muhafazakârlar’a dönelim. Konu “hak etmek” olunca onlar da bu sonucu baştan sona hakkediyorlardı. Ama benim bunu söylerken ki gerekçem Britanya seçmeninin gerekçesine uymuyor. Britanyalı seçmen Avrupa Birliği’nden çıkmayı beceremediği için kızıyor ve Tory’leri cezalandırıyor. “Britanya” diyoruz ama bunu yapan öncelikle İngilizler. Seçim, oy dağılımı üstüne inceleme yapan herkes bunu söylüyor. Öteden beri Muhafazakâr Parti “İngiliz ruhu” ile uyum içindedir.
Ancak Muhafazakâr Parti de, onu bağrına basan “İngilizler” de yaşlanıyorlar, yaşlandılar. Brexit için oy verenler yaşlılar, gençler değil. Gençler içine kapanan bir Britanya değil, dünyaya açılan bir Britanya istiyorlar. Yaşlı kuşakları belli ki derinden etkileyen “imparatorluk”, “büyüklük” anıları ve özlemleri de gençlerin “iyi bir hayat” anlayışları içinde yer almıyor. Muhafazakâr Parti’nin üye sayısı (hele şimdiki “Labour”la kıyaslandığında) çok düşük, ama buna karşılık yaş ortalamaları çok yüksek. Diyelim 60 civarında.
Farrage ve Boris Johnson gibi ciddiye alınması caiz olmayan kişilerin partiyi burnundan tutup sürüklemesi de Muhafazakârlar için bir başka ayıp. Thatcher bence Britanya’ya çok zarar vermiş bir kişi—ama bir kişi! Muhafazakâr Parti ona “güle güle” demekle iyi bir iş yaptı şüphesiz. Öte yandan, Thatcher’ı emekliye ayırdığından beri onun yerini dolduracak bir ikinci kişi de çıkaramadı. Major, Cameron, şimdi Theresa May, “önder” diye öne çıkanlar bunlarsa, eh, Boris Johnson’lara da şaşmamak gerek.
Yalnız bu “Brexit” sorunu değil, daha epey bir süre, Britanya’da Tory’lerin önü kapalı olacak gibi görünüyor bana.
Tory’ler kendi tarihlerinin belli başlı hezimetlerinden birini yaşıyorlarsa, normal olarak, tahtırevallinin öbür ucunda oturan İşçi Partisi’nin (Labour) önemli kazançlar elde etmesi beklenir. Oysa bu da böyle olmadı. İşçi Partisi de kayıpta! Muhafazakârlar kadar ağır bir kayıp olmasa da pek yenilir yutulur olmayan bir gerileme de onlarda var. Ve gene aynı şeyi söyleyeceğim: İşçi Partisi de bunu hak etmişti.
Avrupa Birliği’nden çıkma kararı yanlıştı. “Çıkalım” diyenlerin böyle deme gerekçeleri daha da yanlıştı. Bu koşullarda İşçi Partisi’nin ve Corbyn’in güçlü bir sesle “kalalım” diyebilmesi gerekirdi. “AB’den şikâyetleriniz varsa, haklısınız. Bu aksaklıkları da düzeltmek üzere kalalım!” Ve toplumun önüne bir değişim planı koymalıydılar. Britanya’nın, Britanya içinde özellikle İngiltere’nin değişmeye ihtiyacı var. “Biz vaktiyle şöyleydik, böyleydik” türünden övünme-hayıflanma karışımı söylemlerle gidecek yer yok. Çok yaşlanmış, onun için hayata ayak uyduramayan, aksi ve komik bir amca ya da teyze gibi davranmaktan vazgeçmeleri gerek.
Corbyn ise fazlasıyla “eski” İngiltere’nin ve “eski” solun ürünü. Avrupa Birliği’ne bakışı da ”Brexit” diye oy veren sıradan bir “Briton”un bakışından farklı değil. Corbyn bu gidişi durdurmak değil, May ile birlikte “yumuşak Brexit” planı hazırlamak istiyordu. Plan işi sarpa sarınca Tory’leri iktidardan düşürüp yeni seçime gitmeye karar verdi. Avrupa Birliği bunların hiçbirinin içinde yoktu.
“Çıkalım” diyen işçi kökenlilerin yoğun olduğu yerlerde kaybettiği söyleniyor. Demek ki İşçi Partisi’ne kesilen cezada da bu kesimin payı olmuş.
Peki, kazanan yok mu? Bu mantığa aykırı. Birileri kaybediyorsa birileri de kazanıyor olmalı. Nitekim, evet, kazanan da var. Örneğin, “Lib-dem” diye anılan Liberal-Demokratlar. Bu parti işin başından beri net bir biçimde Avrupa Birliği içinde kalmayı savundu. Dolayısıyla bu işi yarım ağız, gönülsüzce yapan İşçi Partisi’ne kızanların oylarını aldı.
Bir başka “kazanan” ise şimdiye kadar Britanya siyasetinde fazla bir varlık gösteremeyen Yeşiller oldu. Yeşiller de referandum sürecinde net ve tutarlı bir şekilde kalmaktan yana tavır almışlardı. Bu arada birçok yerde de seçime bağımsız girenler kazandılar. Bu ülkede bu da sık görülür bir şey değil.
Ne olacak? May, giderayak, Corbyn’le bir araya gelip Parlamento’nun onaylayacağı bir “Brexit” planı yapmayı başaracak mı? Başarırsa, İskoçya “Birleşik Krallık” içinde bulunmaya devam edecek mi? İrlanda ne olacak?
Şu konjonktüre girince belki referandumun yenilenmesi bir olasılık haline gelebilir diye düşünüyorum. “Olası” ama “olur” mu? Olursa ne olur? Bu sefer “kalalım” oyu üstün gelir mi?
İnsan, “böylesi ne iyi olur” diye düşünüyor ama Britanya’nın ihtiyacı olduğunu düşündüğüm ve söylediğim esaslı değişim için belki de “kıyamet senaryosu” daha uygun bir başlangıçtır.
Sonuç olarak bu toplumun da işi zor.