01 Şubat 2022

Bağların sağlamlığı ve gevşekliği

Türkiye tarihinin bir dönemini anlatacak olan bir tarihçi, siyaset tarihçisi, toplumsal bilimci "Bir zamanlar bu ülkede, fotoğrafta gördüğünüz sahne yaşandı" diyecektir

Ne gibi kavramlarla netleştirebileceğimi tam çıkaramadığım, belirli ölçüde soyut bir konuya girmek istiyorum. "Tam çıkaramadığım" halde niçin yazmak istiyorum? Konu, "Kılıçdaroğlu haindir" diye bağırtılan çocuktan başlıyor da ondan. Bunun kelimelerini buluncaya kadar beklememe imkan yok. Yazdıkça gelir diye umuyorum.

İnsan davranışları... Zihnimizin içinde, bir yerlerde, "Sensör" diyebileceğimiz bir nesne var -ne olduğunu bilemiyorum, bilmesi de zor, çünkü çok soyut. "Vicdan" belki daha doğru adı ama onun da tam ne olduğunu bilmiyoruz. "Sensör", eyleme yönelik bir şey; bir eylemi yapayım mı, yapmayayım mı? Bana bununla ilgili bir talimat veriyor.

Diyelim, bir "sorun" var. Beni ilgilendiren bir sorun. Onun için benim bu sorunla ilgili ne yapacağıma dair bir yol seçeceğim; hangi yolu seçeceğime karar vereceğim. Önümde bir "buton" var gibi bir durum. Buna basacak mıyım, basmayacak mıyım. Basarsam olacakları aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Birileri bundan zarar görecek, ama sonuç bana yarayacak-bunu çıkarabiliyorum. Basmazsam o kötü şeyler de olmayacak, ama ben de beklediğim yarardan yoksun kalacağım. Karar vermek konumundayım. İşte burada o "Sensör" olaya karışıyor, "bas" veya "basma" diyor.

Düğmeye basmak kadar kolay bir şey olamaz. Elimi uzatacağım, basacağım. Basınca kolum kopmayacak, muhtemelen kimsenin haberi de olmayacak, üç paralık enerji bile harcamayacağım.

Ama "Sensör"üm "basma" dedi. "Bunun vereceği zararları düşün, basma."

Elimi yirmi santim ileriye uzatıp basamıyorum. Beni, elimi kolumu bağlayan ip, zincir v.b., hiçbir şey yok. Sadece "Sensör"ün "basma" demesi var -belki şimdi bunu "Ahlak" diye genişletebiliriz. Elim gitmiyor. Bu elle tutulmaz şey, bu soyut şey, durduruyor beni, görünmez bağlarıyla.

Bu anlattığıma benzer durumlarda bazan "evet/hayır" arasındaki ayırıcı çizgi çok silik olabilir. Steinbeck'in "Bitmeyen Kavga"sının sonu geliyor aklıma. İki devrimci arkadaş bir yerde ajitasyon yaparken düzen güçleri birini öldürür. Öbürü hemen cesedi kapar ve onunla ajitasyona devam eder. "İşte, kapitalizm sizin çıkarınıza çalıştığı için onu öldürdü" v.b. Bu noktada bitirir Steinbeck. İşte soru: En iyi arkadaşın yanıbaşında can vermiş, cesedini kullanarak ajitasyon yapman insani bir davranış mıdır; yoksa "işçi sınıfının kurtuluşu" gibi yüce bir amaç için her şey yapılır ve meşru olur mu? Onun için, acı, ama böyle, bu hatta bir "fırsat" mıdır?

İçinden çıkması zor. Herhalde "Sensör" de kolay cevap veremez.

"New York Times" görece yeni başladı. "Ethics" başlığı altında bir örnek yazı çıkıyor: böyle, karar vermesi müşkül bir durum... "Ne yapmalı?" Bunlar genellikle bireysel, kişisel ahlak düzeyini ilgilendiren şeyler. İlginç.

Ama hayatta vereceğimiz ve uygulayacağımız kararlar hepsi, her zaman, öyle çok karmaşık, çapraşık v.b. değil. İşin içine "Sensör" filan karıştırmadan, cevabı peşin belli durumlarla karşılaşmak çok daha genel bir durum. 

Gelelim bana bunları yazdıran olaya: On yaşında bir çocuğa muhalefet partisi başkanı hakkında "O bir haindir! Ona oy vermeyin!" diye bağırtmak bu çerçevede hangi sınıfa girer? Bu soruya saniyesinde verilecek cevap "Böyle şey olmaz, yapılmaz"dır. Bu sonuca varmak için "Sensör"e danışmamız gerekmiyor.

Ama daha yığınla insan ve ben bunları yazıyoruz çünkü bu oldu, yapıldı.

Demek ki birileri daha "Sensör"e gerek yok kararını verdi, ama bu kararı daha başka türlü bir akıl yürütmeyle verdi: "Bizim çıkarımıza yardımcı olacak her şey yapılır" mantığına uyarak yapıldı. Şimdiye kadar yapılanlar başka bir mantığa mı uyuyordu? Hayır, bu mantık baştan sona egemendi. Ama bir çocuğun bu şekilde kullanılması gibi genel insan vicdanını paramparça eden olaylar görece az, daha doğrusu görece daha "kamufle"ydi. Burada, benim tanımlamaya çalıştığım "Sensör"le zaten ilgisi olmayan iktidar, "Ters teper mi?", "Bizden de itiraz edecek olur mu?" gibi yararcı ve hesabi mülahazaları da bir kenara iterek bu alanda kapasitesinin genişliğini gösterdi.

Kılıçdaroğlu gene çok makul noktada, "Çocuğa saldırmayın, çok küçük" diyerek doğru uyarılarda bulunuyor. "Onun tepesinde duranların işi" diyor. Öyle elbet. Ama az değiller, onun tepesindekiler.

Ve yazının başında adını koymadan anlatmaya çalıştığım, "bas/basma" ikileminde bizi tutan soyut bağların yokluğu... O çocuğa o sözleri bağırtmayı örgütleyen o "tepedekiler", en azından kendi kitlelerinde, bu bağları sildiler.

Resim tarihinde ünlü olayların belirleyici anlarını resmederek ebedileştirmek gibi bir eğilim vardır: Vaftizci Yahya'nın kellesinin tabak içinde sunuluşu, Apollo'dan kaçan Daphne'nin defneye dönüşmeye başladığı an, Napoleon askerlerinin İspanyol gerillaları kurşuna dizme sahnesi gibi (şüphesiz olumlu sahneler de var ama bu bağlamda onlar insanın aklına gelmiyor). Bu sahneyi gösteren fotoğraf da böyle tarihi bir anlam kazanacaktır. Türkiye tarihinin bir dönemini anlatacak olan bir tarihçi, siyaset tarihçisi, toplumsal bilimci "Bir zamanlar bu ülkede, fotoğrafta gördüğünüz sahne yaşandı" diyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

“Normalleşme” üstüne

İktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!

Karışık işler

Sinan Ateş cinayetini örtbas etmekte kararlı olanlar bu bilek güreşini kazanmakta başarılı olurlarsa, şimdiye kadar zaten çeşitli kanlı olayların bulaşıklığını belirli bir ölçüde yaşamış olan AKP iktidarı, yozlaşmanın bu türlüsünü de repertuarına katmış olacaktır. Ateş olayı özellikle bu bakımdan önemli.

HÜDA-PAR ve AKP

Erdoğan’ın geçerli olduğuna inandığı ama söylenme zamanının geldiğini düşünmediği şeyleri HÜDA-PAR söylüyor. Bu bakımdan HÜDA-PAR, AKP’ye bir çeşit “öncü müfreze” servisi sunuyor

"
"