Türkiye'de cereyan eden siyasete ya da bu siyasetin "cereyan etme" biçimine baktığımda Tayyip Erdoğan'ın karşısındaki cepheyi sürekli şaşkınlığa uğrattığını görüyorum. Siyasette bir tarafın karşıdakini şaşırtmak istemesi ve sürekli bunun çaresini araması bildiğimiz bir şeydir. En azından zaman ama çok zaman başka birçok şey kazandırır. "Mücadele"ye dayanan etkinliklerde, örneği bir spor karşılaşmasında ya da siyasette, daha beteri savaşta, rakibi beklemediği bir şey yaparak şaşırtma, şaşırtmayı başarana önemli bir avantaj sağlayabilir. Ama ben bundan söz ederken böyle bir "planlı şaşırtma" manevrasını kastetmiyorum. Benim kastettiğim, sözgelişi, biri Farsça, öbürü İtalyanca konuşan iki adamın birbirlerini anlayamadığı bir durum. Mantıklar farklı işliyor, birinin elinde öbürünün dediği ya da yaptığının kodunu "dekode" edecek bir araç yok. Onun için böyle bir şaşırtma sürüp gidiyor.
Böyle olması Tayyip Erdoğan'a avantaj sağlıyor diyebilirim. Böyle bir avantaj sağlamasının nedeni Erdoğan'ın iktidar konumunda olması. Çünkü siyasette inisiyatif ister istemez iktidarın elinde. Önce o davranıyor, bir şey yapıyor, söylüyor, bir şeyi başlatıyor. Muhalefet ona bakmak, anlamak, incelemek, sonra da -genellikle olumsuz- tepkisini dile getirmek durumunda. Toplumsal düşünceyi kendi tarafına çekmek için iktidarın ne yaptığını -yapmak istediğini- iyi anlaması, açıklarını çabuk tespit etmesi, akla yakın itirazlarını formüle ederken daha önemlisi gene akla yakın alternatifler sunması gerekir.
İşte bu süreçte bana öyle geliyor ki Erdoğan belirli bir mantığı işleterek bir girişimde bulunuyor ya da bulunacağını haber veriyor. Muhalefetse onun tam nereye varmak istediğini yeterince anlamadan bir olumsuzlamaya girişiyor. Dolayısıyla muhalefetin söylediği iktidarın yaptığının tam bir cevabı olmuyor.
Şu günlerde olan bir şey üstüne konuşayım: Koronavirüs ortamında AKP kongreleri çok güncel. Muhalefet bunu üst üste söylemekte. "Esnaf kan ağlarken" diye söze gireceksiniz. Arkasından "Ama AKP'nin kongrelerine bakın" diyeceksiniz. Gerçekten akıl alır şey değil! İşin asıl sorumlusunu teşhir etmek için de kongreye katılan üyelere teşekkürlerini bildiren Tayyip Erdoğan'ın görüntüleri veriliyor. Derken Tayyip Erdoğan "normal" geçiş sürecimizi açıklarken, hangi kategoride parti kongrelerine kaç kişinin katılabileceğini açıklıyor. İyice alay eder gibi.
Ama aslında alay etmiyor. Verdiği açık bir mesaj var. Ne bu mesaj? Haberiniz ola ki sevgili vatandaşlarım, AKP'li olduğunuzda ayrıcalıklı da olursunuz. Bize güçlük çıkarmadan kendi fikrinizi kendinize saklayarak yaşamaya devam ederseniz size ilişme ihtimalimiz azalır. Böyle davranmazsanız başınıza neler gelebileceğini anlamak için sağa sola bakmanız yeter. Amma, bir de AKP'li olursanız, o zaman bu kongrelerde gördüğünüz gibi önünüzdeki bütün kapılar açılır. Sizin için yasak yoktur. Buyurun seçiminizi yapın.
Bu, yalnız burada değil, dünyanın hemen hemen her yerinde geçerli olmayan bir siyaset tarzı. Hemen hemen bütün siyaset adamları, aslında buna inanmasalar da, taraftarlarını kayırıp muhaliflerini ezeceklerini böyle açık açık söylemezler. Ancak Tayyip Erdoğan Türkiye'de yaşayan nüfusun yaklaşık yarısının (yarıdan belki biraz az, belki biraz fazla olduğu kanısında olduğunu sanıyorum) burada "fuzuli" olduğunu, onların yokluğunda bu ülkenin daha başarılı olacağına inanan bir kişi. Bu herhangi bir hukuki dayanağı olmadan yıllardır hapiste tuttuğu insanlardan belli olduğu gibi işte bu "pandemide kongre" komedyasından da belli.
Bu konuyu ben "gündem değiştirmeye çalışıyor" yorumlarından beri gündeme getirmeye çalışıyorum. "Ayasofya'yı cami yapacağız!" diye dikiliyor örneğin Tayyip Erdoğan. Muhalefet, "Ekonomi çok kötü gidiyor, onun için söyledi. Gündemi değiştiriyor" diyorlar. Derken Ayasofya paldır küldür cami oluyor. Namaza giden "muhalif" dahi var. Böylece Tayyip Erdoğan yıllardır hayalini kurduğu İstanbul'a bir adım daha yaklaşmış oluyor. Arada Kariye filan da camiye döndürülmüş oluyor. Hani "yaz saati"ne uymamak gibi "politik" olduğu pek anlaşılmayan karar ve uygulamalardan şimdiki çok daha fazla kendini deklare eden değiştirmelerle Türkiye İslam Cumhuriyeti'ni kuruyoruz.
Tayyip Erdoğan'ın kendine kurduğu taban dışında bu gibi kararların çok fazla beğenildiğini ve desteklendiğini sanmıyorum. O tabanın içinde kendi zihnini kapatmış ve düşünmeyi Reis'e bırakmış bir kesim olduğu anlaşılıyor. Onların arasında dahi, "Sen bunu yapar mıydın?" diye sorulsa canıgönülden "evet" demeyecekler vardır, ama siyaset böyle bir şey, özellikle belirli yapıda toplumlarda, böyle şeyler oluyor.
Muhalefetin bu anlatmaya çalıştığım mantığı benimsemesini elbette önermiyorum. Ama yukarıda yaptığım benzetmeden devam ederek ekleyecek olursam, bir yabancı dil öğrenir gibi onun meramını anlayacak kadar öğrenmek gerektiğini söylüyorum. Tayyip Erdoğan Türkiye'ye "bir tür" insanlardan meydana gelen bir toplum olmasını söylüyor. Biz bu insan türünün de, bunlardan oluşan bir toplum olmanın da mutlaka kaçınılması gereken şeyler olduğuna inanan insanlarız. Ama yalnız bizler değil, bu toplumu meydana getiren daha milyonlarca insanla bunları konuşmamız ve anlaşmamız gerek. Bunu yapmak için de ortak bir dil oluşturmayı öğrenmemiz gerekiyor.