Türkiye 12. Cumhurbaşkanını seçti ver Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı oldu.
Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olması Türkiye ve Türkiye siyaseti için yeni bir dönemin başlangıcı demek.
Bu yeni dönemi çokça tartışacağız.
Peki seçim sonuçlarını nasıl okumalı?
Bir şeçim dört ders
Ortaya çıkan seçim sonuçlarında dört önemli unsur öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, katılım oranının düşüklüğüdür.
İkincisi, CHP ve MHP çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nın beklenenin altında oy almasıdır.
Üçüncüsü, HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın aldığı yüksek oy oranıdır ki, seçimin gizli galibidir.
Sonuncu olarak da artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’si gerçeği vardır.
Mennuniyetsizler partisi
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk sonucu kuşkusuz, sandığa gitmeyenlerin oranındaki artıştır.
30 Mart yerel seçimlerinde 52 milyon 695 bin seçmenin yüzde 89,1'i sandığa gidip oy kullanırken; Cumhurbaşkanlığı seçiminde belirlenen 52 milyon 894 bin seçmenin yaklaşık yüzde 74’ü sandığa gitmiştir.
Bu, 30 Mart seçimlerine göre 2 milyon seçmenin daha sandığa gitmemesidir. Yani sandığa gitmeyen toplam seçmen sayısı 13 milyon 752 bin’dir.
Yüzde 74 katılım oranı, son 12 yıl içinde yapılan seçimlerdeki en düşük orandır. Katılım düşüklüğünü seçimin yapıldığı tarihe (Ağustos ayına) bağlamak, bu oranı açıklar ama anlamamıza yetmez.
Açıklama değil anlama amaçlı bir okuma yapmak ve 30 Mart yerel seçimlerinden 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kıyasla 2 milyon seçmenin daha neden oy kullanmadığını biri içsel, biri dışsal olmak üzere iki noktaya bakmamız gerekir kanaatindeyim.
Tabanı ikna edemeyen strateji ve partiler
Ki bu noktalar, bizi ikinci önemli sonuca yanı çatı adayının beklenenden düşük oy almasının nedenlerine getirecektir.
Başbakan Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta, partisinin 30 Mart’ta aldığı kadar oy aldığını düşünürsek; sandığa gitmeyenlerin büyük ölçüde CHP, az da olsa MHP seçmenidir. Burada MHP tabanının özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde AK Parti’ye oy verdiğini de not olarak düşelim.
Eğer bu varsayım doğru ise, CHP ve MHP’nin İhsanoğlu’nun adaylığı konusunda tabanı yeterince ikna ve motive edemediği gerçeği ile karşı karşıya kalırız.
Adaylığının açıklandığı ilk günden itibaren ifade ettiğim gibi eğer strateji –ki, stratejinin kendisi ayrı bir tartışma konusudur- “ortak aday” üzerine olacaksa İhsanoğlu, en doğru isimlerden biridir. Burada sorun, İhsanoğlu’nun seçim stratejisi ile CHP ve MHP’nin tabanları üzerinde yeterince ikna edici olamamalarıdır.
İhsanoğlu’nun söylemlerinin politikleşmiş/kutuplaşmış bir Türkiye’de yeterince siyasal olmaması haklı olarak eleştirilebilir; ama bu açığı tamamlaması gereken CHP ve MHP’nin bu konuda tabanlarını ve kamuoyunu yeterince ikna ettikleri söylenemez.
Bu açıdan CHP ve MHP’nin İhsanoğlu’nun seçim stratejisi ve kendi söylemleri üzerinde bir yüzleşme ve özeleştiri yapması kaçınılmazdır.
Bu başarısızlığın içsel nedenidir.
Sorun aday değil, seçim stratejisi
Başarısızlığın dışsal nedeni de medyada ve kamuoyunda Erdoğan’ın seçim olmadan, seçimi kazandı algısının güçlü biçimde işlenmesidir.
Bunda Erdoğan’ın medya gücünü kullanması kadar, en somut örneğini seçimin son haftasında seçim yasakları ve hukuk çiğnenerek bizatihi Erdoğan ve bazı kamuoyu araştırma şirketlerinin Erdoğan’ı yüzde 56-57 gösteren anketlerin TV programlarında açıklanmasıdır.
Açıklanan bu anketler algı ve kamuoyu yönetmede önemli rol oynamıştır. Bunun yarattığı en somut sonuç; seçmenin bir kısmında sandığa gitmenin sonucu değiştirmeyeceği algısını güçlendirmesidir.
Ancak bu durum yine de İhsanoğlu, CHP, MHP’nin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Kazanmayacak olmanın romantizmi mi?
Seçimin üçüncü sonucu ise, HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın elde ettiği seçim başarısıdır.
30 Mart yerel seçimlerine ayrı ayrı katılan BDP+HDP’nin toplamda yüzde 6,6 oy almışken; HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş bu oyu yüzde 50’ye yakın arttırarak yüzde 9,7’ye yani 3 milyon 901 bin’e çıkarmıştır. Bu seçimin en büyük oy sıçramasıdır.
Bu başarıda, kuşkusuz Selahattin Demirtaş’ın adaylık süreci boyunca sergilediği Türkiyeli, sol/sosyal demokrat söylem ve liderlik performansının çok büyük etkisi vardır.
Demirtaş’ın söylem ve liderlikle elde ettiği bu başarı, pek çok yönü ile Kılıçdaroğlu ve CHP için önemli dersler içermekte hatta model özellikler de taşımaktadır.
Demirtaş’ın bu başarısı HDP’nin parti olarak Türkiyelileşmesinde önemli bir adım olduğu gibi, PKK ve Öcalan vesayetinin azaltılması konusunda yani siyasi özne olma konusunda ciddi bir imkan yaratmıştır.
Bugün HDP ve Demirtaş’ın önünde iki önemli soru vardır. İlki bu söylemi önümüzdeki dönemde güçlendirerek devam ettirecek midir?
İkincisi 2015 seçimlerine HDP, seçimlere parti olarak mı, bağımsız adaylarla mı girecektir?.
Bunları uzun uzun tartışacağız.
Erdoğan ve onun yeni Türkiye'si
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra parti merkezinde bir Balkon Konuşması yaptı.
Konuşmanın genel diline sızan uzlaşı arayışına rağmen bu ikna edicilikten uzaktır.
Gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi kazanan tüm Türkiye mi olmuştur yoksa AK Parti ve Erdoğan’a oy verenler mi?
Kabul edelim ki, Erdoğan’ın balkon konuşmasında verdiği mesajların kuşatıcılığı yönündeki arayışı ikna edici olmaktan uzaktır.
Bunun temel nedeni şudur; Türkiye son yıllarda hızla mezhepçi ve kimlikçi politikalara savruldu. Bu sadece dış politikada değil, iç politikaya da aynen yansıdı. Bu söylem ve dil üzerine inşa edilen kutuplaşma siyasal başarının temel aracı haline getirildi.
Elde edilecek hedefler var
Erdoğan için elde edilecek başarı cumhurbaşkanı olma ile sona ermemiştir. Yüzde 51.8 gibi kritik bir oyla seçimi almak da bu gerçeği değiştirmeyeceği gibi Erdoğan’ı da değiştirmesi mümkün değildir.
Önümüzde daha 2015 –ya da 2014 Kasım’ında- yılında yapılacak genel seçimler ve başkanlık/yarı başkanlık/partili başkanlık sitemine geçiş hedefleri vardır. Hedeflenen bu başarıları Türkiye’yi kucaklayan bir lider olarak değil bu kutuplaşmayı devam ettirerek kazanabileceğine ikna olmuş olduğu için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması ne ikna edicidir ne de kuşatıcı ve inandırıcı.
Erdoğan’ın ifade ettiği Yeni Türkiye, kurtuluş savaşı veren Türkiye ancak AK Partililerin ve partiye çeşitli araç ve olanaklarla yapışmış olanların Türkiye’si olabilir. Bu Türkiye’nin dışında kalanlar ise “ötekiler” olarak adım adım kamusal alandan özel alana göç ederek yaşayabilir.
Ne yazık ki, bu da seçimin en ağır sonucudur.
@murataksoy