19 Şubat 2014
Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Gezi süreci ile artan toplumsal gerilim, yolsuzluk operasyonunun yapıldığı 17 Aralık'tan sonra artan biçimde devam ediyor. 17 Aralık'ı hükümet “yargı yoluyla darbe girişimi” olarak görürken muhalefet, bunun yolsuzluk olduğunu ve 17 Aralık'tan sonra hükümetin demokrasiye darbe yaptığını iddia ediyor. Başta Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) değişikliği olmak üzere son dönem yaşananları CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile konuştuk.
- Öncelikle bu yoğun gündemde vakit ayırdığınız için teşekkürler. En sıcak gelişme ile başlayalım. HSYK yasası Meclis'ten geçti. Ne anlama geliyor bu ve tavrınız ne olacak?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük demokrasi devrimi olarak pazarlanan 12 Eylül 2010 Anayasa referandumunun üzerinden henüz 3 yıl geçti. AKP hükümetinin şu anda Anayasa’ya tamamen aykırı bir biçimde imha etmeye çalıştığı HSYK mevzuatı işte o Anayasa referandumunun en temel kampanya konusuydu. O süreçte, üzerinde Tayyip Erdoğan tarafından kitapları dolduracak kadar güzelleme yapılan o HSYK mevzuatı yine bizzat Tayyip Erdoğan tarafından bütün kötülüklerin odağı olarak ilan edildi. Peki ne zaman? 17 Aralık 2013 tarihinden sonra. Yani büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu başladıktan sonra. İşin özü şudur.
- Nedir işin özü?
17 Aralık 2013 tarihinden sonra ortaya çıkan yolsuzluğun ve soygunun boyutları o denli büyük ki, bu büyük yolsuzluk ve soygunun delilleri o kadar ortada, kanıtları o kadar sağlam ki böyle açık seçik bir soygunu dünya üzerinde aklayabilecek ne bir hukuk sistemi, ne de meşru bir anayasal devlet sistemi mevcut. İşte bu yüzden AKP ve Tayyip Erdoğan Türkiye’nin mevcut anayasal düzenini fiilen felç ederek işin içinden sıyrılma yolunu seçti.
HSYK, yargı bağımsızlığının teminatı olan en temel kurumlardan biridir. AKP’nin yapmak istediği şey bu kurumu “hukuku siyasallaştırma” kavramının bile tarif edemeyeceği bir biçimde kayıtsız şartsız kendine bağlamaktır. HSYK üyeleri adeta AKP’nin emir alan büro memurları pozisyonuna indirgenmek istenmektedir. Bu ayıp medeni dünyanın gözünden kaçması mümkün olmayan bir utanç belgesi olarak şimdiden tarihe kaydolmuş durumdadır. Yapılmak istenen bu hukuk katliamı AKP’nin yaptığı büyük soygunu dolaylı olarak ikrar etmesi anlamına gelir. Anayasal düzene yapılan bu darbenin hesabını hukuk önünde mutlaka soracağız.
- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önünde internet yasası var. Beklentiniz nedir?
Sayın Cumhurbaşkanı’ndan sadece benim değil, bütün özgür dünyanın, 21. yüzyılın kavrayışına uygun ve özgürlüklere sahip çıkan bir tavır beklediğini sanıyorum. Özgürlük talepleri eninde sonunda kendi doğal kanallarını açar ve geleceğe taşınırlar. Bunu engelleyecek bir güç yoktur.
Hiç kimse gençlerin ve çağın önünde durmuş, özgürlüklere engel olmuş bir siyasi şahsiyet olarak tarihe geçmek istemez.
- Bu süreçte Cumhurbaşkanına siyasi olarak sorumluluk düşüyor mu, düşüyorsa nedir?
Her bireye içinde yaşadığı toplum namına sorumluluk düşerken Sayın Cumhurbaşkanı’na sorumluluk düşmemesi düşünülemez. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yetkileri aynı zamanda sorumluluklarının da bir aynasıdır.
- 17 Aralık’tan bu yana Türkiye’nin iki gündemi var; biri yolsuzluk iddiaları, biri paralel devlet. Sizce hangisi daha gerçekçi ve tehlikeli?
Gündemle, gerçekler her zaman aynı olmayabiliyor. Ülkemizde bazı gündemlerin gerçekleri perdelemek için sanal olarak da oluşturduğunu sıklıkla gördük, yaşadık. Bugün ülkemizin tartışmasız gerçeği şudur; 17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bizzat AKP hükümeti tarafından soyulduğu ortaya çıktı. Türkiye’nin acımasızca soyulduğu gerçeği apaçık ortadadır. AKP hükümeti ortaya çıkan bu devasa yolsuzluk gerçeğinin toprak altına gömülmesi için bütün iktidar enstrümanlarıyla ve devasa medya imkânlarıyla sahte gündem yaratma peşindedir.
17 Aralık sonrası gelişmelerde bürokrasi ve yargıda ciddi yer değişiklerinin anlamı nedir? Bürokrasi ve yargıda yapılan kadro kıyımlarının nedenini, bu değişikliklerden sonra ortaya çıkan gelişmelerden anlayabilirsiniz. Amaç sadece hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk ayıbına bulaşmış bütün sanıklara yasal aklanma hizmetinin sunulmasıyla sınırlı değildir. Amaç, Türkiye’yi soyup soğana çevirdiği ortaya çıkan bir çeteye yargı dokunulmazlığı sağlamakla sınırlı da değildir. Öyle anlaşılıyor ki bu çete, milletin soyulmasına direnen devletin namuslu memurlarına savaş ilan etmiş durumdadır. AKP, hırsızlığını deşifre eden devletten intikam alıyor. Kısaca bu değişikliklerin amacı demokratik devlet mekanizmalarını felç etmektir. Kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalktığı bir devletin işleyeceğini iddia etmek fazla iyimserlik olur.
- Yolsuzluk iddialarının üzerinin örtüleceğinden endişe ediyor musunuz? Parti olarak bu dosyaları nasıl takip edeceksiniz?
Yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmeye çalışıldığından hiç şüphe yok. Bu kadar büyük yolsuzluğu örtecek dünya üzerinde bir mekanizma veya bir yöntem henüz icat edilmedi. Hükümetin, AKP’nin bunu yapmak için medya manipülasyonları, gündem değiştirme manevraları dahil elinden gelen her şeyi yapacağını biliyorum. Ama endişe etmiyorum. Artık bu pisliğin üzeri örtülemez, kirlilik ortadan kaldırılamaz. Biz de yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama dahil bu en büyük hortumlamanın hesabının sorulması için elimizden gelen her çabayı göstereceğiz.
Kul hakkına saygının da, hukuk devletinin de bunu öngördüğünü biliyoruz. Bu nedenle sadece CHP’yi ve CHP’lileri değil, hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti vicdanına sığdıramayan her kişi, kurum ve partiyi de yolsuzlukların hesabını sormaya davet ediyorum. Tabii medyayı da. “Alo Fatih”lerden arınmış bir medya ile yolsuzlukların hesabı daha güçlü ve kolay sorulur.
- Fezlekelere hakimsiniz, ne var o fezlekelerde?
Devlet soymanın her türlü yolu var. Yolsuzluk konusunda bir paralel devlet oluşturmuşlar. Bakanlar, kirli bürokratlar, çirkin işadamları ve başçalan Recep Tayyip Erdoğan. Kimler yok ki. Emin olun fezlekeleri okuduğunuzda şeytanın aklına gelmeyecek yöntemleri bulmuşlar.
- Fezlekeler iade edildi, unutalım mı bunları?
Unutmayacağız. Zaten unutulacak gibi de değil. Emin olun, bir süre sonra bu hükümetin yolsuzlukları roman olacak, film olacak. Hollywood senaristlerinin bile aklına gelmeyecek dümenleri okuyorsunuz fezlekelerde. Bunlar yolsuzluk konusunda şeytana pabucunu ters giydirirler. Yolsuzluk deyince zaten akla artık bu hükümet geliyor.
- Hükümetin ifade ettiği gibi paralel devlet tehlikesi var mı sizce?
Evet, bir paralel devlet var; yolsuzluk konusunda oluşturulan bir paralel devlet… Başbakan, bakanlar, oğulları, bürokratlar, kirli işadamları şimdi bu paralel devletin hukuki altyapısı da oluşturulmaya çalışılıyor. O kadar ki Başbakan yolsuzluk tanımını bile değiştirdi. Artık rüşvet vermek ve almak yolsuzluk değil. Çünkü ona göre yolsuzluk sadece devlet kasasından çıkan parayla sınırlı.
- Bir toplantıda “Erdoğan'ın gizli ajandası”ndan bahsettiniz nedir o, açar mısınız?
Kendi medyasını, kendi bürokratik kadrosunu, kendi inancını, kendi dünya görüşünü aşama aşama topluma dayatma üzerine kurduğu bir ajanda. Bir sivil dikta kurmanın peşinde… “Yasama ve yargı benim için ayak bağıdır” diyen bir Başbakan’ın gizli ajandası olmaz olur mu? HSYK düzenlemeleri yargının açıkça siyasallaşmasıdır. Yargıya güvenin bu denli örselendiği bir dönemi Türkiye yaşamamıştır. Türkiye’yi Batı’dan koparıp, bir Ortaçağ ülkesi haline getirmek istiyor. Bunları yaparken de açıkça milletin gözünün içine bakarak yalan söylemekten de çekinmiyor. Bunca yıllık yaşamımda bu kadar çok yalan söyleyen ikinci bir siyasetçi görmedim. O kadar ki yalanın boyutları sınır ötesine taşınca, büyükelçiler Başbakan’ı yalanladılar. Bu bile bu ülke için züldür.
- Türkiye nereye gidiyor size göre?
Batılılar, Türkiye’deki demokrasiyi “hybrid (melez) demokrasi” olarak tanımlıyorlar. Demokrasimiz her yasal düzenlemeden sonra biraz daha kan kaybediyor. Bırakın bakanları, Adalet Bakanlığı Müsteşarı bile savcılara telefon edip, yolsuzluk dosyalarını kapattırıyor. Sağlıklı işleyen bir demokraside göremediğimiz tüm ahlaksızlıkları bu hükümet döneminde görüyoruz. Türkiye’de demokrasi kan kaybediyor. Ahlaki değerlerde ciddi erozyon var. Onun içindir ki, halka bir sözümüz var; CHP iktidarında ilk yapacağımız düzenlemelerden biri “siyasi ahlak yasası”nı çıkarmak olacaktır.
- 9 Aralık'ta yerel seçimler için CHP adaylarının belirlenmesinden sonra çok tartışma ve protesto çıktı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
9 Şubat günü Parti Meclisi’mizin onayından geçen belediye başkan adaylarının tartışma yarattığı doğrudur ama bu çok abartılacak bir durum değildir.
Kaldı ki Türkiye demokrasisinin geleceği ve doğrudan vatandaşlarımızın yaşamıyla ilgili böylesine önemli kararların alındığı ve çok belirleyici tercihlerin ortaya konulduğu süreçlerin tartışmalı olması, hiç tartışma olmamasından daha iyidir. Çünkü bu partimiz ile partimize emek verenlere sahip çıkmanın, seçimin kazanılacağına olan inancın, daha da önemlisi demokratik bir işleyişin göstergesidir.
- “Keşke adayları daha erken belirleseydik” diyor musunuz?
Halkımızın kılı kırk yarma ve en iyiye ulaşma diye bir sözü, temennisi vardır. Biz de buna uygun davrandık. Aday belirleme sürecinde deyim yerindeyse kılı kırk yardık, ince eledik sık dokuduk. Halka ve partimiz üyelerine sormak, sandık koymak, kamuoyuna yansıyan hizmetleri değerlendirmek ve kadınlarla gençlere daha çok yer açmak için ne gerekiyorsa onu yaptık. Dördü Genel Başkan yardımcısı, biri CHP’nin Genel Sekreteri olmak üzere beş kişilik komisyon geceli gündüzlü çalıştı, MYK ile Parti Meclisi’miz değerlendirmeler yaptı ve adaylarımız belirlendi. Diğer partilerden çok önce başlattık çalışmamızı ve bugüne geldik. O nedenle keşke demiyorum. Ama her süreçte ne kadar çok çalışsak o kadar iyidir diye konuşuyorum, söylüyorum.
- CHP'de değişime vurgu yaptınız. Nedir bu değişimin yönü, ‘Yeni CHP' mi?
Kökü Kuva-i Milliye’ye, bağımsızlık savaşına, Cumhuriyet’e dayalı CHP’de daha çok kadına, daha çok gence dayanarak yürümek ve üç büyük devrimi gerçekleştiren bugünün yeni CHP’si ile, 4. devrimi hayata geçirmek istiyoruz. Bu CHP, hiç kimseyi ötekileştirmeyen, dil, din, inanç, renk, cinsiyet, ırk, mezhep farkı gözetmeksizin herkesi kucaklayan ve Türkiye’ye, emeğe, insana, temel hak ve özgürlüklere kararlılıkla sahip çıkan ve sürekli yenilenen bir CHP’dir.
- İstanbul ve Ankara için beklentiniz nedir?
İstanbul’u da, Ankara’yı da kazanmaktır. Kazanacağız da.
- Seçim stratejiniz yolsuzluk üzerine mi olacak?
Hayır. Yolsuzluklar artık tüm dünyanın gündemine oturmuş, AKP hükümeti, o hükümetin Başbakan’ı ne kadar üstünü örtmeye çalışırsa çalışsın, kokusu her yana dağılmış, artık gizlenmesi, saklanması mümkün olmayan bir utanç tablosudur. Er veya geç bunun hesabı Yüce Divan’da sorulacaktır.
Elbette yolsuzlukları, rüşveti, kara para aklamaları, ayakkabı kutularındaki milyon dolarları, bakan çocuklarının yatak odalarındaki kasaları, para sayma makinelerini, ‘birkaç kuruşum var’ diyen oğluna, ‘ne kadar’ diye soran ve ‘bir trilyon lira’ cevabını aldıktan sonra parayı kaptırmaması için talimat veren bakanı da, koluna Ankara, Mamak’ta 10 daire alınabilecek değerde 700 bin liralık saati, eski parayla 700 milyar liralık saati taktıran bir başka bakanı, bütün bu çirkinliklerin koordinatörü Başbakan!ı, oğlu Bilal’i, villalardaki havuz problemlerinin çözümü için talimat veren kızını elbette unutturmayacağız.
Ama seçim kampanyamızda yerel yönetimin, hizmetin nasıl yapılacağını, medya özgürlüğünü, temel hak ve özgürlüklerle hukuk devletini, yasaklarla mücadeleyi, kuvvetler ayrılığını ve insani yaşam koşullarını sağlama görevi olan sosyal devlet ile Müslüman’ın Müslüman’a kırdırılmaması gerektiğiyle, kardeşliği de işleyeceğiz.
- Yerel seçimlerde başarı kriteriniz nedir; yüzde 26 mı, yoksa 30 mu?
Çok iyi bir sonuç alacağımıza inanıyorum. Bu sonuç, freni boşalmışçasına tepetaklak giden ve hiçbir değer tanımadan yakıp yıkan AKP iktidarının da gidişini sağlayan bir sonuç olacaktır. Orana gelince bugüne kadar yerel yönetim seçimlerinde hiç yüzde vermedim, şimdi de vermeyeceğim. Alacağımız sonuç Türkiye’yi rahatlatan varlık, birlik, özgürlük getiren bir sonuç olacaktır.
- Etkili bir muhalefet yaptığınızı düşünüyor musunuz?
Daha düne kadar, “Türkiye’de muhalefet var mı?” sorusu soruluyordu. Geniş halk kitleleri bu soruyu sormakta haklıydılar. Ama 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra bir gerçek ortaya çıktı. Muhalefet vardı, ama sesi hükümet ve yandaşlarınca kısılıyordu. Başbakan’ın danışmanı Meclis TV’yi “Muhalefetin söylemleri duyulmasın diye yasakladık” diyor. Gensoru görüşmelerinin saat 19.00’dan sonraya denk getirilmesi işte bu nedenleydi. İkinci olay ise çok daha açık; “Alo Fatih” dönemi. Bir başbakan utanmadan telefon edip, muhalefetin sesini kesebiliyor. Kuşkusuz eksikliklerimiz her zaman tartışılabilir. Ama çok zor koşullarda muhalefet yaptığımızı da her yurttaşımın bilmesini isterim. Bilbordlarda duyurumuz yayınlanmadı. Düşünün, parasını ödüyoruz ama yine de yayınlayamıyoruz. Neden? Buna demokrasi mi diyeceğiz? Goebbels kurallarının uygulandığını artık görmemiz gerekir.
Cumartesi anneleri 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar...
Son konuşulan yol haritası Kürt sorununun hiç olmazsa seçimlere kadar yönetmeyi hedefleyen zaman kazanma taktiğidir
Sokak ve meydanlardaki protestolar da siyasetin bir yoludur. Hep de öyle olmuştur.
© Tüm hakları saklıdır.