Yasa dışı dinlemeler sıradan insanlar için olduğu kadar birer kamusal figür olan siyasiler için de büyük bir tehlike. Bunu kim yapıyorsa, günü geldiğinde ya şantaj amacıyla ya da başka bir amaçla mutlaka kullanacak demektir. Demokratik devlete düşen, bu yasa dışı dinlemelerin önüne geçmek ve vatandaşını da korumaktır.
Ancak bizde devlet geleneği bizatihi “gizlilik” üzerine kurumlaştığı için dinleme de, fişleme de normal hatta olmazsa olmazdır. Kendisi yaptığı için başkalarının yapmasına da ses çıkarmaz. Ta ki, canı yanan kadar.
Son günlerde yaşadıklarımız tam da bu. Kendisi devletin imkan ve gücüyle hedef seçtiklerini yasa dışı yollarla dinlerken sorun yoktur ama bir başkası kendisi dinlerse kıyameti koparır.
Her türlü yasa dışı dinlemeye karşı olmak demokratlığın gereğidir. Ama devlet adına, devlet kurumları üzerinden özel hayatımızın devletin denetime açılma girişiminin de demokratik bir devletin tercihi olmasa gerek. Seçim sonrasına ertelenen MİT yasası, bu tür tuzaklarla doludur.
Hukuk biterse devlet de biter
Bugünlerde sıkça dinleme tapeleri ortaya çıkıyor. Bunların bir kısmının 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları kapsamında olan yasal dinlemeler olduğu ileri sürülüyor.
17 Aralık ve 25 Aralık dosyalarının hukuki akıbetleri konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığımız için kamuoyuna yansıyan tepelerden, belgelerden soruşturma dosyalarının içeriğine dair bilgi sahibi oluyoruz. Muhtemelen bu tapeleri ve belgeleri yayınlayanların da hedefi, bu soruşturma dosyalarına ilişkin kamuoyu duyarlılığını canlı tutmak ve unutulmasına engel olma. Yasal olduğu iddia edilen dinlemelerin yanında yasadışı dinlemeler de kamuoyuna yansıyor.
Dinleme yasa dışı olabilir ama kamuoyuna yansıyan içeriği konuşulanların kamu yararı açısından değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.
Önceki gün bunlardan biri yayınlandı.
Başbakan ile eski Adalet Bakanı arasında geçtiği iddia edilen bir dinleme kaydında, Başbakan’ın sürmekte olan dava dosyası ile ilgili olarak Adalet Bakanı ile görüşüyor. Anlaşılan o ki, istenen karar çıkmıyor. Adalet Bakanı bunun gerekçesini hakimin Alevi olmasına bağlıyor. Yayınlanan bölümden çıkan bu.
Bu tepede dosyaya doğrudan müdahale kadar vahim olan konu; “hakimin Alevi olması”nın ifade edilmesi.
“Hakimin Alevi olması” tespitinden çıkan sonuç, hakim Alevi olmasaydı, dosyaya ilk aşamada müdahale edilebilirdi, edilemedi.
Eğer gerçekse, neresinden tutsan elinde kalacak bir konuşma. Hukuka müdahaleyi geçtik, hakimin Alevi olduğunu açık açık ifade edilmesi bile bir ayrımcılıktır.
Daha önce yazdım, bir kez daha büyük harflerle yazayım; EĞER TÜRKİYE’DE ZENCİ ARIYORSANIZ, CUMHURİYETİN BAŞINDAN BU YANA HER DÖNEMİN ZENCİLERİ ALEVİLERDİR.
Siz bakmayın Alevilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin, laikliğin teminatı olarak dönem dönem meydana sürülmelerine. Bu devletin Alevilere olan güveninden değil, devletin kendini korumak için Alevileri kurban etme girişimindendir. Alevilerin bir kısmı da buna teşne oldukları için sorun yoktu. Çünkü o Aleviler, devletten elde ettikleri imtiyaz karşılığında; “devletin ideolojik aygıtları, taşıyıcıları” olmaya hazırdılar.
Yoksa bu devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Alevileri hep zenci görmüştür.
Aleviler açısından Cumhuriyetin, Atatürk’ün muhtemel tek önemi; Osmanlı’ya kıyasla kendilerinin eşit vatandaş olma halleridir. Ancak bu eşitlik de görünürde kalmış, temel hak ve özgülüklerini kamusal alanda “Alevi” olarak hiç sahip olmamışlardır.
Tekke ve dergâhlarına el konulmasından Dersim katliamını, Maraş’tan Çorum’a, Gazi Mahallesi’nden Sivas’a bu değişmemiştir.
Aleviler bu devletin hep zencileri olmuşlardır.
Ayrımcılık bitmeden sorun çözülmez
Geçtiğimiz günlerde fişlemeler yayınlandı. KPSS sınavının başarıyla geçtikleri halde; kimi babasının adından, kimisi kendi adından, kimisi doğum yerinden, kimisi gittiği dershaneden dolayı girdikleri hiçbir kamu kurumu sözlü sınavlarını geçemeyenlerin fişleri. Onlar içinden sayısı en çok olan kuşkusuz Alevilerdi. Çünkü bu ayrım onlara sadece şimdi değil yıllardır yapılıyor.
Ve bu ayrımcılık AK Parti’nin iyi niyetli girişimlerine rağmen alttan alta daha da arttı. Özellikle yerel yönetimlerde ve kamuda/bürokraside bu ayrımcılık 2010’dan itibaren sistemli bir dışlamaya, ötekileştirmeye dönüştü. AK Parti mezhep siyasetine savrulduğu ölçüde Alevileri dışlamaya başladı.
Bu açıdan Alevilerin karşı karşıya kaldığı en büyük sorun kamusal alanda karşı karşıya oldukları ayrımcılıktır. Bu ayrımcılık sona ermeden Alevilerin sorunu çözülmez.
CHP'ye oy veriyorlar çünkü...
Hep soruyorlar ya; Aleviler CHP’ye neden oy veriyorlar diye. Bugün bakın cemaate yakın isimler bile CHP’ye oy vermeyi düşünüyorsa bu kötü değil tersine demokrasi için olumlu adımdır. En azından Sünnilerin bir kısmının Alevilerle empati kurmasına yol açar.Çünkü cemaatin son dönemde yaşadıklarını Aleviler devlet karşısında yıllardır yaşıyor.
Geçen yıl Aleviler neden CHP’ye oy veriyor sorusuna bir yazımda (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MuratAksoy/camicemevi-projesi-alevilerin-sorunlarini-cozmez/39505) şu cevabı vermiştim:
“Bir zamanlar 'Aleviler CHP'den kurtuldukları gün özgürleşecekler' başlıklı yazı yazmıştım. Aradan geçen süre içinde şunu daha iyi anlıyorum ki, Aleviler için CHP tercihi sadece Atatürk üzerinden kurdukları bir ilişki değil. Aleviler için CHP, gündelik hayatta kendilerini daha eşit, daha özgür ve daha güvenli hissettikleri bir liman. Onun için çoğunluğu CHP'ye oy veriyor.”
Eski Adalet Bakanı’nın “Hakim Alevi” ifadesi tam da bunu ifade ediyor. Bu ifade, ayrımcılığın en kesif halidir. İşte bundan dolayı Aleviler için CHP, sadece bir parti değil, daha çok şey ifade ediyor.
Keşke sorunlar Hz. Ali’yi sevmekle, torununa Ali adını vermekle çözülebilseydi.
Keşke…
Çözülmez, çünkü sorun daha büyük…