15 Mayıs 2014

İtiraf ediyorum: Soma’daki ölümlerde ben de suçluyum

Soma’da yaşan facianın hem öncesi hem de sonrası ile ortaya çıkanlar şamar gibi çarptı yüzüme.

Soma’da yaşan facianın hem öncesi hem de sonrası ile ortaya çıkanlar şamar gibi çarptı yüzüme. Hiç düşünmediğim, belki düşünmek istemediğim, belki önemsemediğim gerçekleri fark ettim. Dün kendi kendime en çok söylediğim söz şu oldu: Soma’daki ölümlerden ben de sorumluyum.

Soma’nın öncesinde, maden ocağıyla ilgili CHP’nin 9 ay önce verdiği Meclis soruşturma komisyonu kurulması önerisi, tüm muhalefetin desteğine rağmen AK Partili vekillerin oyları ile 20 gün önce reddediliyor.

 

Bedava yaşıyormuş madenciler

 

Facia sonrasında gördük ki, ne işveren ne de devlet etkili arama kurtarama faaliyeti yürütemiyor. Yetkililer, maden ocağının denetlendiğini, denetimlerde sorunsuz olduğu raporu verildiğini söylüyorlar bize. Ama görüyoruz ki, yer altında kurulduğu/kurulacağı söylenen yaşam destek odaları olmadığı gibi yeterli arama kurtarma eğitimi ve ek tedbirlerin hiçbiri yok. Madenciler de bedava yaşıyormuş Orhan Veli’nin dediği gibi.

Ya Başbakan Erdoğan’ın Soma ziyaretinde söyledikleri…

Elbette iş kazaları, işçi ölümleri sadece literatürde yok, hayatın gerçeğinde var. Ama devlete ve işverenlere düşen gerekli tedbirleri alarak iş kazalarını, işçi ölümlerini en aza indirmek. Evet, iş kazaları, ölüm madenciliğin fıtratında var. Ama kaza ve ölüm insan olmanın fıtratında yok mu?

Hangimiz ölümsüzüz ki?

Sonra yine Başbakan Erdoğan’ın CHP’nin Soma ile verdiği soruşturma önerisi ile söyledikleri?

Nitekim daha önce de AK Partili vekiller bu önergeyi, gündem değiştirmek için verilmiş “eften püften” önerge olarak nitelemişlerdi.

İnsan gerçekten merek ediyor; acaba hiçbir AK Partili “bizde hiç sorun yok mu” diye kendi kendine soru soruyor mudur?

Kimse istifa etmeyi düşünüyor mu?

Yoksa bu krizden de Gezicilere, paralel devlet suçlaması ile çıkmayı düşünüyorlar?

 

AK Parti'yi değil demokratikleşmeyi destekledik

 

Sahi ben AK Parti’yi neden desteklemiştim?

Kuruluşundan itibaren var olan partiler içinden topluma en yakın, toplumsal talepleri kamusal alana taşıyan tek parti, Türkiye’yi siyasetle tanıştıran, Kürt sorunu, Kıbrıs gibi temel sorunları tartışabilmemizi sağlayan, pek çok demokratik adımın atılmasını sağladığı için galiba.

2007’de e-muhtıraya karşı, 2010 referandumunda evet oyu ile 2011 seçimlerinde oy vererek destekledim. O yüzden bugün rahat biçimde eleştirebiliyorum.

Üstelik ben AK Parti’yi değil, onun siyaseten sahiplendiği ilkeleri destekledim.

Benim desteklediğim AK Parti ile bugünkü AK Parti arasında dağlar kadar fark var.

Özellikle son yıllarda artık toplumsal talepleri kamusal alana taşıyan bir parti değil bizatihi kamusal alanı kendi siyasal formuna sokmak isteyen bir parti AK Parti.

Yeni Türkiye adıyla kendi kültürel kimliğin bastırılmış ütopyalarını hayata geçirmeye soyunan bir parti AK Parti.

Bu açıdan değişen, AK Parti’ye destek verenler değil bizatihi AK Parti’nin kendisi.

 

Olumsuzlukları görmedik

 

Ama bu bizim masum hala getirmiyor.

Özellikle Soma’dan sonra artık sezgisel olarak hissettiğim gerçekler konusunda biraz daha net tespitler yapma imkanım var.

AK Parti’yi askeri ve bürokratik vesayete karşı verdiği mücadelede destek verirken; siyasetin ve hayatın diğer katmanlarında yaşanan olumsuzlukları yeterince görememiş ya da görmek istememişim mesela. Ekonomik alandan sosyal alana, eğitimden yerel yönetimlerde kurulan kapalı devre ve kendini inşa eden sistemi görememiş, onu yeterince eleştirememişim.

Büyük siyasetteki olumluluklar, siyasetin gündelik hayata dair yaşanan olumsuzluklarını görmemi engellemiş.

Soma’da açığa çıkan özelleştirme gerçeği bunun örneği. Özeleştirmeyi sadece elden çıkarma ve kaynak üretme olarak algılanmasının sonucu Soma.

Oysa özelleştirme, sadece devleti ekonomik olarak küçültmek değil, satış sonrasını da denetlemek ve bir anlamada regülatör rolünü sürdürmektir.

Soma maden işletmesinin sahibi Alp Gürkan verdiği bir mülakatta ürettikleri kömürün tonunun maliyetini 140 dolardan 23.8 dolara düşürdüğünü açıklamış. Ve bunun formülünün de; “özel sektör çalışma tarzının devreye girmesi” olarak açıklamış.

Bu “özel sektör çalışma tarzı” insan hayatının korunması için tedbirleri azaltma, çalışma saatinin arttırılması, 18 yaşından küçük çocukların çalıştırılması, taşeronlaşma ise; burada sorumluluk sadece şirketin değil, aynı zamanda devletin aynı zamanda AK Parti’ye destek veren bizlerindir.

Bunun için, bu ölümlerde benim de payım var.

Türkiye ekonomik büyüme sağlanırken, bunun nasıl sağlandığını sorgulamadığım için,

İşçi ölümleri karşısında gerekli hassasiyeti göstermediğim için,

Kapalı devre çalışan ekonomik sistemini yeterince göz önüne almadığım için,

Demokratikleşme ve sivilleşmeyi askeri ve bürokratik vesayetin geriletilmesine indirgediğim için.

Soma bize demokratikleşmenin sadece siyasal alanda değil, ekonomik alanda da, sosyal alanda da olması gerektiğini gösterdi.

Nasıl siyasal alanda nasıl yargı ve yasama devre dışı kaldığında parti devleti, tek adam rejimine gidiyorsak; ekonomik alanda da, sosyal alanda da devlet, denetim işlevini yerine germiyorsa tek parti ekonomisi inşa ediliyor demektir. Soma ile bunu gördük.

 

Devletçilik hastalığı

 

Ekonomiyi salt özel sektöre hele hele kendi düzeninin zenginlerini yaratmak üzeri seferber edilmesinin kaçınılmaz sonucu, artan işçi cinayetleri, devletin ekonomik kaynaklarının yakın işadamlarına seferber edilmesi ve doğan mağduriyetler oluyor.

AK Parti, siyasal alanda kötü bir kopyasını sergilediği “tek parti dönemini”, ekonomik alanda da kopyalıyor. “Devletçilik” ilkesi tek parti döneminde olduğu gibi bugün de işliyor. Yani iktidar devlet imkanları ile “rant” üretiyor ve bunu kendi meşruiyetini sağlayacak “yakınlarına” dağıtıyor.

Kısaca “devletçilik” yapısal sorun aynen devam ediyor.

Bunu bu kadar geç fark ettiğim için sorumluyum ölümlerden.

@murataksoy

Yazarın Diğer Yazıları

Bu Cumartesi annelerimizi yalnız bırakmayalım

Cumartesi anneleri 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar...

Erdoğan ve Öcalan pragmatizminin sonu

Son konuşulan yol haritası Kürt sorununun hiç olmazsa seçimlere kadar yönetmeyi hedefleyen zaman kazanma taktiğidir

Siyasetin yeni aracı: Sivil İtaatsizlik

Sokak ve meydanlardaki protestolar da siyasetin bir yoludur. Hep de öyle olmuştur.

"
"