Yerel seçimden öte anlam taşıyan seçimler, AK Parti’nin başarısı ile sonuçlandı. AK Parti, 2011 genel seçimlerinin altında oy alsa da, 2009’daki yerel seçimdeki oylarının üzerinde oy aldı.
Seçim sonuçlarına ilk bakıldığında sadece AK Parti’nin değil, CHP ve az da olsa MHP’nin oy arttırdığını görüyoruz. Bu durum her ne kadar ‘seçmen mesaj verdi’ gibi çok klişe bir lafla geçiştirilse de; son yıllarda seçim sonuçlarına bakıldığında yaşanan süreç, büyük ölçüde geçmiş seçimlerde ‘yüzer gezer’ oy olarak tabir edilen oy oranındaki azalması ve parti tabanlarının konsolide olması anlamına da taşıyor.
Gelelim sonuçlar. AK Parti ile başlayalım.
AK Parti’nin aldığı oy, Başbakan Erdoğan’ın önce Gezi ardından 17 Aralık sonrası sertleşen siyasal üslubu ve kutuplaştırıcı siyasetinin tabanda karşılık bulduğunu ve siyasal meşruiyet kazanmış olduğunu gösteriyor. Bu açıdan başarı AK Parti'den çok Başbakan Erdoğan'ındır.
Gezi süreci AK Parti’nin 30 Mart yerel seçim stratejisini belirlemede adeta hayat öpücüğü oldu görünüyor. Suriye’de hedeflenen değişimin gerçekleşmemesini AK Parti, Gezi üzerinden tabanını konsolide ederek örttü. Yüzde 50 söylemi ile başlayan strateji, Mısır’da Mursi’ye yapılan darbe ile pekişti. Bu tarihten itibaren dinsel söylem ve semboller (Rabia gibi) bu gerilim siyasetinin kamusal taşıyıcıları oldular. Başbakan Erdoğan’ın toplumun önemli bir kesimini ötekileştirdiği bu dil kutuplaşmayı besledi.
Ardından 17 Aralık soruşturmaları geldi. Bu tarihten itibaren ise AK Parti, yakın geçmişe kadar en büyük siyasal destekçisi olan cemaati ötekileştirdi. Tıpkı Gezi sürecinde olduğu gibi bu kez cemaate karşı sert bir üslup ile savaş açtı. Gerek Gezi gerekse 17 Aralık temelde AK Parti’nin ‘biz ve öteki’ üzerine inşa edilen stratejidir ve bilinçli bir tercihtir.
Aynı şekilde AK Parti, 17 Aralık sonrası ortaya çıkan yolsuzluk iddialarını cemaat üzerinden kurduğu ötekileştirme ile hukuk alandan siyasal alana çekerek üzerini örtme stratejisini seçti. Ve bunu da seçimlerdeki başarıya bağladı.
Tabanda oluşan kenetlenme
AK Parti'nin ötekileştirme ve kutuplaştırma siyaseti, tabanı içe kapattığı ölçüde onu savunmacı ve kendini korumacı hale getirdi. Kendi varlığını koruma ise temelde lideri koruma etrafında konsolide oldu. Bu noktadan sonra AK Parti ve Başbakan Erdoğan’a her eleştiri tabanda kendi varlığına yönelik algılandı ve savunmaya geçildi.
Seçimlerde elde edilen başarı bu stratejinin başarılı olduğunu gösteriyor. Gerek ötekileştirici dil gerek toplumsal kutuplaşma gerekse yolsuzluk iddialarının önemsizleştirilmesi AK Parti tabanında kabul gördüğünü en azından tepki görmediğini ortaya koydu.
Bu durumu nasıl açıklayacağız? AK Parti tabanı gerçekten bu kutuplaşmaya ve yolsuzluk iddialarına inanmıyor mu, haberi mi yok yoksa önemsemiyor mu?
Acaba AK Parti’nın aldığı oyu, yıllardır Alevilerin neden CHP’ye oy verdiğini açıklamak için kullanılan ‘Stockholm sendromu’ ile açıklayabilir miyiz?
Nitekim, bu kavramı yıllardır pek çok kişi, Alevilerin CHP döneminde uğradığı haksızlıklara rağmen bu partiyi desteklemesini açıklamak için kullandılar.
Oysa Aleviler açısından bu durumun açıklaması basitti. Aleviler sahip olduğu hak ve özgürlükleri, yaşam tarzını her şeye rağmen CHP ile koruyabileceğini düşünüyor. Bu yüzden ona oy veriyor. Aleviler yönelik olarak yakın geçmişe kadar haklı olabilecek bu eleştiri, ‘Alevi’ olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP lideri olması ve AK Parti'nin 2011’den itibaren izlediği kimlik politikası ile Aleviler açısından CHP seçeneksiz hale geldi. Alevlilerin bugün CHP oy vermesi sadece siyasi tercihle değil aynı zamanda sahip olduğu yaşam tarzı ve özgürlüklerin korunması için CHP’yi bir sigorta, bir liman olarak görmeleri ile doğrudan ilgilidir.
Aynı şey bu seçimlerde AK Parti seçmeni için de geçerli oldu. AK Parti tabanı dini değil dünyevi kaygılarla oy verdi. Son yıllarda elde ettikleri hak ve özgürlüklerin, sosyal statülerinin sürmesinde ve yaşam tarzlarının garantisini AK Parti gördükleri için oy verdiler. Tıpkı Alevilerin CHP'ye oy vermesi gibi.
Türkiye'nin yaşadığı kutuplaşma ortamında AK Parti tabanının partilerine oy vermesi siyasal tercih değil aynı zamanda kendilerine sahip çıkmadır.
Başbakan’ın tercihi
Seçim sonuçları 17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk iddialarını da ne yazık ki ortadan kaldırmıyor.
Başbakan’ın yaptığı balkon konuşması, bugüne kadar olan kutuplaşmanın Türkiye’nin en büyük sorunu olmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu temel sorun aşılmadığı sürece AK Parti’nin Türkiye’yi demokratik sınırlar içinde yönetmesi zorlaşacaktır. Ve tehlikeli olan budur.
Bu yüzden Başbakan’ın hızla AK Parti Genel Başkanlığı’ndan Türkiye Başbakanlığı’na geçmesi gerekiyor.
Seçim kazanmak için her şey mübah mı?
Bu satırları yazılırken sandıkların kapanmasının üzerinden 22 saat geçmişti. Aradan geçen bunca saate rağmen, gelen haberler ve ortaya çıkan belgeler, seçimlerde ciddi yolsuzluk iddialarını gündeme getiriyor.
Sadece seçim tutanaklarının yanlış kaydedilmesi değil, kaydedilmeyip, kaybolan tutanaklar, çöplerde, depolarda ele geçen oy pusulaları, polisin sandıklara el koyması ve en önemlisi de tesadüf ile açıklanmayacak kadar sistematik olan elektrik kesintileri. Tüm bunların sorumluları hükümet tarafından bulunmalı ve hukuk önüne çıkarılmalıdır.
Belki bu iddialar, genel seçim sonuçlarını çok fazla etkileyemeyebilir ama bazı il ve ilçelerin çok az oy farkı ile el değiştirdiğini düşünürsek, bir oyun bile önemli olduğunu görürüz.
Yalova’da ve Ankara’da olanlar buna örnek. Ankara’da yaşanan tablo gerçekten hazindir.
Görülen o ki, 30 Mart stratejisinin bir parçası da, ne olursa olsun seçimi almak.
Yazık.
[email protected]
twitter.com: @murataksoy