13 Haziran 2024

Faşizme giden yol mideden geçer

İnsanı külliyen yok sayan ve açık açık paraya tapan bir düzenin içinde zombileşerek hayatta kalmayı, yaşamak sanıyorlar

Ursula K. Le Guin'in muhteşem bir kısa hikâyesi vardır. "Omelas'ı terk edenler..."

Hikâye, hayatın mükemmel olduğu hayali bir şehri anlatır. O şehirde ruhban sınıfı ve asker yoktur. Topraklarında bolluk bereket vardır. Evlerin içleri ışıklı, insanların yüzleri aydınlıktır. Yoksulluk, savaş, mutsuzluk nedir bilmezler. Yaşlısından, çocuğuna o şehirde herkes mutlak bir doyuma ve mutluluğa sahiptir.

Bu mükemmel hayatın tek ama tek bir bedeli vardır. O da, ailesinden koparılıp, ışıksız bir odaya hapsedilerek, günde bir kez önüne koyulan bir kap yemekle kendi pisliği içinde, yarı deli bir şekilde yaşamaya terk edilmiş, hiç büyüyemeyen yapayalnız bir çocuğun zorunlu varlığıdır.

Omelas'ta yaşayan herkes o çocuğun hayatından haberdardır. Ama hepsi de bilirler ki şehirdeki refahın devam etmesinin tek şartı, o çocuğun orada öylece yaşamaya devam etmesi, yani eziyet çekmesidir.

Onun varlığı şehirdeki çocuklara olayı anlayabilecekleri yaşa gelince, çok dikkatli bir şekilde anlatılır. Bazı gençler onu görmeye o odaya gelirler. Ve çoğu çok üzülerek, çaresizlik duygularıyla oradan ayrılırlar. Bazıları onu oradan kurtarmak isterler. Ama biraz düşününce görürler ki, orada yaşamaya alışan çocuk ortamından çıkarılırsa dışarıya uyum sağlayamaz. Bu arada o oradan çıkarıldığında tüm refahını kaybedecek olan şehir halkının mutlak mutluluğu da ortadan kaybolacaktır. Kimse bu bedeli göze alamaz.

Ursula Le Guin bu hikâyede bize kapitalizmin keskin bir alegorisini sunar. Ama asıl ışığını, o ülkedeki düzene sessiz kalanlara, ya da o düzen yüzünden acı çekenlere, ya da o düzeni değiştirmenin şartları üzerine düşünenlere değil… O düzeni reddedenlere yani Omelas'ı arkalarına bile bakmadan terk edenlere, edebilenlere tutar.

Yani bize "konforu terk edin" der.

Amerikalı usta yazar insanlığa bu teklifi yaptığında yıl 1973'tür ve daha ne kapitalizmin zaferi henüz mutlaktır, ne de komünizmin hazin sonu…

Desen: Selçuk Demirel

Yıl 2024. Kayıtlı tarihinin en başlarından beri "doğruyu" arayıp hep yanlışa varan insanlık bugün hâlâ faşizmle verdiği tüm sınavlardan yenik çıkıyor.

Geçen yüzyılın sonunda aşırı solun tüm dünyada hızla güçten düşüşüne şaşırmayan…

Şaşırmamakla da kalmayıp, bundan hiç endişe duymayan…

Endişe duymamakla da kalmayıp, yeni dünya düzenine umutla bakan…

Umutla bakmakla da kalmayıp, bu düzenin inşasında canı gönülden yer alanlar…

Şimdi tüm dünyada aşırı sağın hızla yükselmesine şaşırıyor, bundan endişeleniyor ve geleceğe dair umutsuzluğa düşüyorlar.

Çünkü silahlanmaya karşı çıkma enerjilerini çoktan kaybettiler.

Ruhları artık savaşsız bir dünya hayali kuramayacak kadar karardı.

İnsanı külliyen yok sayan ve açık açık paraya tapan bir düzenin içinde zombileşerek hayatta kalmayı, yaşamak sanıyorlar.

İçinde yarı ölü olarak süründükleri bir hayat formunun aldatmacalı konforunu korumak için her türlü caniliği görmezden gelebiliyorlar.

Üstelik kaybetmekten korkacakları bir "Omelas"ları bile yok. Cehennem gibi bir dünya kurdular, o cehennemin ateşi sönmesin diye, en vicdanlıları bile, her türlü kötülüğe ikna oluyorlar.

Böyle bir düzende, faşizmin zaferine sadece şaşırmak değil bundan endişelenmek de anlamsızdır.

Zira;

Bugün bir markete girip çeşit çeşit yiyeceği sepetlerine doldurabilenlerin, o sepetlerini hep doldurabilmesi için…

Gerektikçe cep telefonlarının modelini yükseltebilenlerin, o modelleri hep yükseltebilmesi için…

Yeni model araba alabilme ve kendine ait bir eve sahip olma umudu taşıyanların, bu umudu hep sürdürebilmesi için…

Ülkeler arası rahatça seyahat edebilenlerin, bu seyahatleri devamlı yapabilmesi için…

Çocuklarının iyi okullarda okumasını hedefleyenlerin, bu hedefte kayıtsız şartsız ısrar edebilmesi için…

Hatta sadece düzenli bir maaş ve iyi bir emeklilik için bile…

Bugün bu dünyanın bu faşizme ihtiyacı vardır.

O yüzden kimse bu cehennemi terk etmek istemez. Herkes meşrebince o ateşe bir odun daha atar, herkesin aşı o ateşte kaynar.

Faşizme giden yol işte bu yüzden önce mideden geçer, sonra da koca bir tokat olup yüze iner.

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi

Bu ülkede yıllardır her şey oluyor, bir tek uyanış olmuyor. Kürtlerle Türkler, yaşlılarla gençler, laiklerle muhafazakârlar, kadınlarla erkekler, sağcılarla solcular ve yoksullarla varsıllar farklı ninnilerle hep aynı uykuya yatıyor

Madencinin sesi olmak

Çıplak ayakla Soma’dan Ankara’ya yürüdüler. İş baretlerini yerlere vura vura “Ölmek istemiyoruz” dediler. Açlık grevine girdiler. Ve gözaltına alındılar. Bir iş kazasında ölmemek ve tok karınla insanca yaşamak isteyen bir avuç maden işçisinin nezdinde şimdi bu ülkenin çok önemli bir ödevi var. Herkesin bu işçilerin kısılmaya çalışılan sesi olması gerekiyor

Kadına şiddeti durdurmanın “imkânsız” ama mümkün yolları

Yasalardan taleplerimiz var, devletlerden isteklerimiz, politikacılardan beklentilerimiz… Oysa onlardan sadece şüphemiz olmalı. Çünkü o yasalar, o devletler, o politikalar en baştan beri zehirli bir eril geleneğin enstrümanı

"
"