Yunanistan 1981’da Avrupa Birliği’ne alındığında Avrupa’nın “fakir çocuğu”ydu. Bu “çocuğa” sahip çıkmak gerekiyordu; biraz da küçümseyerek “garsonlar ülkesi” dedikleri Yunanistan’a, İspanya ve Portekiz gibi el atıp hem sanayi ülkesi haline getirmek hem de darbeler dönemi sona erdirilip sağlam bir demokrasi etmek için AB’ye dahil ettiler. Oysa şimdi Yunanistan’ın da aralarında bulunduğu ülkeler; Portekiz, İtalya, ve İspanya PİGS yani domuzlar denilerek aşağılanmaya çalışılıyor. İş yerinin önünde iş yavaşlatma eylemi yapan, genel grev günü sokaklara dökülen 1 milyona yakın insan şimdi “peki AB bu kadar büyürken, bizleri içine alırken ekonominin hiç kötüye gideceğini düşünmedi mi?” diye soruyor. Bu soru aslında AB’nin geleceği ile de ilgili. Yani zengin merkez ülkeler belki de Avrupa projesini sadece kendileri ile menkul görüyorlar çünkü ekonomik krizle birlikte fakir “çeper” ülkeler sürekli suçlanıyor, paraları çarçur etmekle eleştiriliyor. Bir kısmıyla doğru bir saptama. Yunanistan’a bakıldığında politikacıların yıllar içinde olmayan kaynakları popüler siyasi anlayışlar sonucu hesapsız harcadıkları bir vaka. Ama bunu görmesine rağmen kriz gelene kadar sesini çıkarmayan, bu ülkeleri borçlandıran sonra da kapının önüne koymaya çalışan Almanya ve Fransa gibi ülkeleri de ciddi hataları var.
Yunanistan’daki ekonomik iflas, bir ucuyla neo liberal sistemin ve bu sistemi “tarihin sonu” gibi tezlerle kabul ettirmeye çalışanların, diğer yanıyla AB’nin zengin merkez-fakir çeper ülkeleri arasındaki eşitsizliğinin bir sonucu. Tabii ki sanal bir zenginleşme, kayırmacılık, yolsuzluk, nepotizmin alışkanlık haline gelmesi de bir vaka. Öyle ki bu ekonomik iflas ülkede birçok şeyin sorgulanmasına ve ardından bir arınmaya yol açabilir.
Yunanistan krizi sadece bu ülkeyi ilgilendirmiyor. Bu ülke çökerse Fransız bankaları da çökecek; Fransız bankaları “güzel günlerde” verdiği borçları istiyor şimdi. Almanya çeşitli mali paketlerle Yunanistan’ı kurtarmaya çalışıyor. Aslında biraz da kendilerini kurtarma derdindeler. Bir süre öncesine kadar, örneğin, Yunanistan’a Leopard tankları, limanlarda demirli ve çalışmayan denizaltıları satarken Berlin hükümeti bu kadar askeri harcamanın sonunun ne olacağı sorgulamamış, Yunanistan’a verilen kontrol edilmemiş. Şimdi, AB ve AB para bölgesinin (euro zone) geleceği tartışılıyor. Yunanistan para birliğinden çıkarsa bu kez AB projesinin geleceği tehlikeye girecek. Yani iflas etmekte olan sadece Yunanistan değil.
'SAÇLAR KESİLİYOR'
Ancak, tüm kötülükler Yunanistan’dan çıkmış gibi gösteriliyor; sanki Pandora’nın kutusu açılmış gibi. Şimdi bütün yük de çalışanların sırtına yükleniyor. Yunan halkının yaşam tarzı gündeme getiriliyor; tembel oldukları, çalışmadıkları, kazandıklarından çok harcadıkları gündeme getiriliyor. Sintagma meydanına yürüyen yüzbinler de bu tür krizlerde alınan bildik tedbirlerin “neden sadece kendi sırtlarına yüklendiğini” sorguluyor. Biraz da “zenginlere yüklenin” diyorlar. Avrupa’nın doğusundaki bu ülke uzun yıllardan sonra Avrupa derken “batılılar”dan bahsediyor, bu işten “batılıların” sorumlu olduklarını söylüyorlar. İronik bir durum.
Genç, yaşlı, emekli, çalışanlar 2 günlük genel greve çıkıp, protesto için parlamento binasını kuşatırken anayasal haklarını kullanıyorlar. Şiddet kullanmadıkları sürece göstericilerin neredeyse meclisin kapısına kadar dayanmaları serbest; polis bir şey yapamıyor. Herkes burnundan soluyor, polis de fazla karışmak istemiyor. Hatta, gençlerle köşe kapmaca oynayan polis kendilerini taşlayanları püskürtmekle yetiniyor. Hem sorumluluk almak istemiyor hem de toplumdaki tepkinin kendisine yönelmesini istemiyor. Türkiye’den bakınca çok geniş haklarmış gibi görününler aslında standart sıradan demokratik haklar bunlar.
Göstericiler Parlamento kapısının önündeyken bu tür durumlarda kapının arkasında ellerine ovuşturarak bekleyen, miadı dolmak üzereyken yeni bir varoluş alanı bulan İMF ve AB’nin önlem paketleri için tartışma yapılıyor. Yunanistan bu günlerde arayıp da bulamadıkları bir av gibi. IMF’nin önerileri belli: İşten çıkarın, maaşları kesin, vergileri arttırın, hakları azaltın. Fiyakalı da bir isim bulmuşlar “hair cut”. Yani saçlar sadece kesilecek kökünden kazınmayacak. Oysa önlemler 150 bin kişinin işten çıkarılması üzerine kurulu.
EN ZAYIF HALKA
Papandreu son siyasi kumarını oynuyor. Yollarla dökülen yüz binlerce kişi PASOK’un oy tabanı; sendikalar, memur örgütleri, çalışanlar. Ekonomik paketi geçirmeye çalışan da PASOK. Papandreu kararlı, seçimi kaybetme uğruna İMF’nin isteklerini geçirmeye çalışıyor. Yani kendisini kendisini iktidara getirenlere karşı karşıya. Şu gerçek ki ekonomi iflas etmiş durumda bunun sokaklara dökülenler de biliyor, sadece yöntem üzerinde tartışma yaşanıyor. Bazı kamu sektörlerindeki aşırı şişkinliği, çok yüksek maaşları, bankamatik memurlarını, abartılı lüks yaşamı da unutmamak gerekiyor.
Neo liberal sistem en zayıf halka olan Yunanistan’da patladı. 2 günlük genel grev ilanından sonra Sintagma meydanına doğru yürürken konuşuyoruz. Orta yaşlı bir kadın, emekli hakim, ateş püskürüyor. Karı koca taksi şoförü hükümete küfrediyor, elimde 3 diploma var diyen bir genç bugüne kadar kandırıldıklarını söylüyor. Ortak nokta şu: Evet, iflas ettik ama bu iflası tüm topluma yayalım. Geçen yıldan buyana yapılan kesintilerle zaten fakirleşiyoruz. Artık bize yüklenmesinler
Yunanistan dışına çıkarılan milyarlarca dolardan söz ediliyor. Yüksek kazançlıların ödemedikleri vergilerin açıklanmasını istiyorlar. Her gün medya tarafından sorumlu gösteriliyorlar. Naomi Klein’ın Şok Doktirini tezini bizzat yaşıyorlar. Psikolojik olarak çökmüş durumdalar, krizden başka bir şey konuşmuyorlar. Evlerine çekilmişler, tavernalar sadece hafta sonları müşteri bulabiliyor, uzun gece yemeklerine ara verilmiş, ev partilerini dönülmüş, televizyon ve de Türk dizileri daha çok seyredilmeye başlanmış.
30 yıldan bu yana hayat seviyeleri giderek yükselen, daha kaliteli hayat yaşamaya başlayan Yunan halkı rüyadan uyanmış durumda.
Asıl kaygı ekonomik kriz bahane gedilerek bu geniş demokratik hakların da tırpanlanabileceği yönünde. 1970’lerdeki cunta döneminden hatta iç savaş yıllarından bu yana ciddi mücadele vererek demokratik halklar elde eden Yunan toplumu bunun altında kalma niyetinde değil. Ama hayatın her gün durması ve kilitlenmesi de başka bir sorun.
Neyse ki bu kez politikacılar milliyetçiğin ipine sarılamıyor. Bu tür dönemlerin klasik politika tarzı, insanların dikkatini başka yöne çekerek herhangi bir milli meselenin yaratılması da çözüm olacak gibi değil. Hatta “aman Türkiye bir problem çıkarmasın da bu adamlara koz vermeseler” diyenler var. Doğu Akdeniz’deki gaz arama çalışmaları, Türkiye’nin Akdeniz’e donanma çıkarması, Kıbrıs bile kimsenin umurunda değil. Haber bile olmuyor.
Ancak görünen o ki tüm protestolara rağmen haklar çalışanların hanesinden azaltılacak. Belki de bunlar iyi günler.