Coğrafyanın iki yanı nasıl bu kadar farklı düşünür, farklı hissedebilir? 25 yılı aşkın zamandır süren bir savaş niye sonlandırılmak istenmez ki?
Elazığ Havaalanı’nda “Özel Operasyon Timi-Ölüme Pusu Atılmaz”, “Dağlar Anlatılmaz Yaşanır” yazan eşortmanları ile uçak bekleyen askerlerin sohbetleri “dağlarda gecenin karanlığındaki tedirginlikleri”;“ölmek-öldürmek” üzerine yoğunlaşıyor, çevredekiler ise kim bilir kaçıncı kuşak askerin dağlara gönderildiğine alışmış. Muhtemelen asker annelerinin yüreği ağızında.Tunceli sokaklarındaki kadın “asker de bizim gerilla da bizim” derken tek yanlı algılamanın değişmesi gerektiğini düşünüyor. “Bu savaşı ancak böyle bitirebiliriz Birbirimizi anlayalım artık” diyor. Çünkü birbirlerini düşman gibi görseler bile Kürt illerindeki anneyle, oğlu askerdeki bir annenin korkusu ortak.
Bu korku son dönemde yeniden artmış. Tunceli’de halk yeni bir operasyon işaretini helikopterlerin iniş-kalkışlarına bakarak anlıyor. Uzun süredir gökyüzünde görülmeyen helikopterlerin dağlara doğru seferleri son günlerde yoğunlaşmış. Bir süre önce 7 PKK’nın öldürülmüş olması kentteki sıkıntılı havayı kasvete dönüştürmüş. “Cem evini gitmekten, cenaze kaldırmaktan bıktık” diyor bir genç. Tunceli operasyon, çatışmalar ve ölümlerle ilk kez karşılaşmıyor. Ancak, eylemsizlik süreci devam ederken operasyonların devam etmesine anlam verilemiyor. Bu hava, bu ülkenin en önemli doğal alanı olan Munzur Vadisi ve Munzur Nehri’ni bitirecek HES projelerini, 1938’de yaşananları, Seyit Rıza dosyasının yeniden açılması, alevi inancı önündeki engellerin kaldırılması tartışmalarını gündemin geri planına atmış. Tüm bunların konuşmak için öncelikle barışın sağlanması gerekiyor. İnsanları anlamaya çalışmak gerekiyor. İnsanlar güvenlerini yitirdikleri oranda iyimserliklerini de kaybediyor. Tunceli’de bunun hissetmek hiç de zor değil.
* * *
“Önce 1938’de sürdüler, ardından köylerimizi dağlarımızı boşalttılar, ormanlardan, yaylalardan kovdular, şimdi de Munzur’a baraj yaparak tarihimizi, inanç merkezlerimizi ve 1938’de öldürülen insanların mezarlarını sular altında bırakmak istiyorlar. Daha ne kadar kovacaklar bizi” diye konuşanlar tarih boyunca kendilerinin sistemli bir biçimde dışlandıklarını söylüyor. Doğru ya da yanlış ama algı bu. Bölgede seçimin gündemi operasyonlar ve cenazelere dönmüş. Olan biteneanlam veremiyorlar. İlginç olansa hizmet adı altında yapılanların- ki yapılanlar var- umurlarında olmadığı. Durum Kürtler ve Alevilerin önlerindeki engeller kaldırılmadan ne yaparsanız yapın faydasız noktasında. Çünkü insanlar için kimlik ve inanç bir onur savaşı, bir varoluş biçimine çevrilmiş. Bu algıyı geri çevirmeden ne yapsanız faydasız. Bu gerçeği Türkiye’nin değir kısmının artık anlaması gerekiyor.
xxxxx
Bu ülkenin geleceğini olumlu ya da olumsuz anlamda Kürt sorunu belirleyecek. Ama belli ki, sorun seçim sath-ı mailine meydanlarına kurban ediliyor.Yakından bakınca bölgenin çok tehlikeli bir noktaya gittiğini fark ediyorsunuz. Öfke, dışlanmışlık anlaşılamamak sonunda korku duvarının aşılmasına doğru gidiyor. Diyarbakır’ın Tahrir olmaması için hiçbir neden görmüyorlar.Başbakan Erdoğan’ın “Türkiye’nin Kürt sorunu yoktur” sözlerini tekzip edercesine Kürt illerinden yükselen tepkinin kökeninde, sorunu 90’ların güvenlik paradimasına indirgemek, talepleri anlamamak, karşılamakta geç kalmak ve yılların alışkanlığı olan ve sanki bir lütufta bulunulurcasına “bu kadarla yetinin” anlayışı yatıyor. Ama bölgede insanlar Batı’da çok ileri adım gibi görülen yaklaşımları umursamıyorlar bile. Sokakta, cezaevinde Kürtçe konuşmak, TRT Şeş’i seyretmek, kitap gazete basmak gibi adımlar çoktan aşılmış durumda. Korkmuyorlar, açıkça konuşuyorlar. Devletin, PKK ile Kürt tabanını birbirinden ayrıştırmak gibi arkaik kalan düşüncesi de iş yapmıyor artık. Irak sınırında PKK’lıların cesetlerini almak için sınırı aşanlar da bunun en yeni ve en uç örneği. Bu uç örnek artık bölgenin normali haline gelmek üzere. Kürt açılımının tarihe karışması, son dönemdeki operasyonlarla da “ipler koparsa kopsun” anlayışını yaygınlaştırıyor. Bunun altında ise beklentilerin boşa çıkması ve umutsuzluk yatıyor.
* * *
Irak sınırında 12, daha önce 7 PKK’lının Tunceli’de öldürülmesi 12 Haziran’a kadar alınan eylemsizlik kararının tek taraflı olduğunu gösteriyor. Tunceli’de herkes diken üstünde “kötü şeyler” olacak diyen sadece Aysel Tuğluk değil. Leyla Zana“bölgede yaşananlardan dolayı seçim çalışmalarına başlayamadık bile” derken Tunceli dağlarında ciddi operasyonların devam ettiği ve PKK militanlarının “intikam” saldırısına hazırlandığı konuşuluyor kulaktan kulağa.Özellikle 7 PKK’lının öldürülmesinin üzerine örgütün çok ses getirici bir eyleme hazırlandığı ama buna fırsat bulamadığı söyleniyor.
* * *
Tunceli ve sınırda öldürülen PKK’lıları sadece “Ergenekon”a bağlayanlar, “askerin hükümeti dinlemediği” gerekçelerine sığınanlar inandırıcı gelmiyor. Tabii ki her kritik dönemde karanlık adımlar atılabiliyor. Ama son dönemde Kürt meselesini çözmemek üzerinden hareket edenler sadece komploya sığınıyor. Yani derin PKK-derin devlet iddialarına bu sıralar pek inanan yok bölgede. Ne zaman operasyon yapılsa derin ilişkilerden söz ediliyor. Yeni ezber bu. Ancak bu ezberin sorunun çözümüne katkısı bir yana gelinen noktadan çok daha geriye düşüldüğünü bir işareti. Oysa Tunceli sokaklarında “askerin hükümetin denetiminde olduğu” konuşuluyor. Bir dönem teröre karşı mücadele anlayışı, yerini;“yola gelmeyen” Kürtler için “derin PKK-derin devlet” komplosuna bırakmış durumda. Bir dönem iyi Kürt- kötü Kürt ayırımı üzerinde çalışanlar Altan Tan, Şerafettin Elçi gibi isimleri de “kaybetmeleri”de BDP-BDP dışı Kürtler ayrımını da azalttı; sorunu çözümü için farklı düşünen Kürtler bir araya geldi. Kısa süre önce BDP dışı aktörleri yanlarına çekerek BDP çizgisi zayıflatma mantığı bu seçimde tutmadı gibi görünüyor. Hele sivil itaatsizlikle gündeme gelen Cuma namazları da BDP’yi bölgede yeniden konumlandırıyor. “Arap ayaklanmaları desteklenirken burada sivil itaatsizliğe karşı olmak manidar. Ama,rüzgarın yönüne dikkat etmek gerekir. Bu topraklarda birlikte yaşayacağız” diyor biri.
* * *
Bölgeden ve Kürt realitesinden uzak olanlar her dönem farklı bir politika ile sorunu erteliyor. Ancak bölgede insanlar kalben, zihnen kopuyor, yeni kuşaklar kontrol altına alınamıyor, öfke seli şiddete dönüşüyor. En azından insanlar kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Ve bu maalesef sistematik bir düşünce halini alıyor. Batıdan bakınca, oralarda hiçbir şey yokmuş hissini taşıyanlarşunu söylemek gerekiyor: Oraların gündemi çok farklı ve Kürtlerin “sınırları aşmasını” dikkate almak lazım.
(Radikal İki)