21 Nisan 2009

Kürt meselesinde bahar havasını kim dağıttı?

İyimser havanın bu kadar çabuk tersine dönebileceğini kimse düşünmüyordu. Herkes bir bahar beklentisi içindeydi.

29 Mart öncesi iyimser havanın bu kadar çabuk tersine dönebileceğini kimse düşünmüyordu. Herkes bir bahar beklentisi içindeydi. Peki, neydi beklenti?
Birincisi, Irak Kürt Bölgesi’nde Erbil Konferansı düzenlenecek ve Kürt meselesi, PKK konusunda yeni çağrılar yapılacak, belki yeni açılımlar gündeme gelecek, hatta PKK’nın bir vadede silah bırakması bile tartışılacaktı.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin bu konuda erken açıklama yapması sanki prematüre doğuma neden oldu. Zemini, içeriği, katılımcıları bile belli olmayan “iyi” bir fikir, daha fikir aşamasında sekteye uğradı.
İkincisi, 29 Mart seçimlerinde DTP’nin AKP’ye üstün gelmesi Güneydoğu’da havayı yumuşattı. Bu bahar ve yaz aylarının sakin geçebileceği umudunu doğurdu.
Bu iki süreci birlikte değerlendirdiğimizde AKP’nin Erbil Konferansı ile kendi adına bir adım öne geçme girişimini, 29 Mart’ta DTP’nin zaferi ile dengeledi. Bu denge karşılıklı olarak “bir şeylerin” yapılabileceği, moda tabiriyle empati zorunluluğunu ortaya koydu: Yani ne AKP tek başına bölgede politika yürütebilir, ne de DTP’nin olmadığı denklem çözüm çabalarına katkıda bulunabilirdi.
AKP Erbil’i kendine tahvil etmek istedi
Ancak olmadı. Erbil Konferansı gereksiz açıklamalar ve temelsiz beklentilerle, 29 Mart sonrası iyimser hava da tutuklama kampanyalarıyla hayal kırıklığına dönüştürüldü.
Çünkü Erbil sürecinde Kürt meselesiyle ilgili-ilgisiz birçok kişi, sağ muhafazakâr-liberaller, AKP yanlısı yazarlar tarafından bir anda “PKK’yı tasfiye konferansı”na çevrildi.
Kürt sorununda çözümü tek başına AKP’nin gerçekleştireceği, bunun için tüm adımların atıldığı, Ankara-Bağdat-Washington arasında halledildiği havası yaratıldı. Yine bu yazar taifesi Türkiye’nin kendi sorunu olan bu durumu biraz da dışarıya havale ederek AKP eliyle Iraklı Kürtler üzerinden çözebileceğini düşündü. Ancak, yanılsama, manipülasyon ya da Kürt sorunundaki bilgi eksikliği sonucunda yine başlanılan noktaya geri dönüldü. Hükümet ise bu Erbil sürecini “PKK’nın katılmaması”, “PKK’ya silah bıraktırılması” noktasına getirerek bilinçli bir şekilde sekteye uğrattı.
Kürt meselesinin ruhunu bilmeyen, PKK’nın bitmesi ile bu sorunun çözüleceğini düşünen yazar ve siyasiler hâlâ bu işi günlük siyasete tahvil etme derdinde: Yani “başarı bizimdir” tarzı sorunu çözmeye yönelik olmayan girişimler, bu sorunu tek bir parti ya da iradenin çözebileceği yolundaki anlayışlar aşılabilmiş değil.
Üstelik, Erbil Konferansı’na kendi çizmek istediği çerçevede gidilmeyeceğini anlayan hükümet çok fazla çaba göstermedi. Oysa Erbil Konferansı’nın Talabani’nin sözlerine karşılık Mesud Barzani’nin inisiyatifi dışından düzenlenemeyeceği biliniyordu. Barzani ise bu konferansı PKK’nın tasfiyesi ya da doğrudan silah bırakma çağrısı değil, bütün Kürtlerin katılacağı bir buluşma olarak tasarlıyordu. Barzani açısından PKK konusu konferansın önemli detaylarından biriydi, ama asla ana konusu olmayacaktı. Nitekim Erbil’den gelen haberler Barzani’nin “tezgâha” gelmek istemediği ve konferansın süresiz ertelendiği yönünde. Bahar değil sonbahar bile iyimser bir tahmin. Evet, AKP’nin Irak Kürt Yönetimi ile daha ileri ilişkiler geliştirdiğini, eski düşmanlık havasını dağıttığını, karşılıklı ilişkileri geliştirdiğini teslim etmek gerekir. Ama o kadar. 
DTP dışlanmak istemiyor
İçeride ise 29 Mart sonrası Güneydoğu’da oluşan olumlu hava bir anda tersine döndü. DTP’ye karşı başlatılan gözaltı ve tutuklama kampanyası bölgede daha farklı algılandı. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk durumu “hükümetin seçim sonuçlarını hazmedememesine” bağlıyor. Oysa 29 Mart seçimleri sonrası PKK tek taraflı ateşkesi haziran ayına kadar uzattığını açıklamıştı. Ama son tutuklama operasyonu sonrası “durumu yeniden gözden geçirmeye” karar verdiler.
DTP 29 Mart sonrası gelişmeleri hayra yormuyor ve hükümeti süreci keskinleştirmekle suçluyor. Yani seçim sonrası uygulamalar “DTP’nin PKK’lılaştırılması” gibi tehlikeli bir noktaya gidiyor. Yine DTP bu süreçte “sine-i millet”e dönme gibi tehlikeli olabilecek girişimlerin ipuçlarını veriyor.
DTP’nin sine-i millet dönme yerine elinde bulunun 99 belediyede, tüm olanaksızlıklara rağmen, her anlamda iyi bir belediyecilik yapmayı başarmak için çaba göstermesi gerekiyor. Çünkü siyaset yapmanın birçok yolu olduğunu DTP de biliyor. Bu konuda partinin çeşitli girişimleri de mevcut. Birçok engellemeye rağmen bunu başardığı oranda yeni bir siyasetin, alternatif bir belediyeciliğin temellerini de atabilirler.
Şimdi DTP “demokratik özerklik” ve Öcalan’a “Mandela modeli”yle özgürlük stratejisini öncelik olarak görüyor. Demokratik özerklik tartışılabilir, ama şu anda Mandela örneği pek mantıklı görünmüyor. Kısaca, DTP’nin dışlandığı oranda bazı politikaları zorlaması ve süreci keskinleştirmesi ihtimali mevcut. Bir de tabii ki muhtemel PKK eylemleri. ‘Bahar’ın soğuk bir kışa dönüşmemesi için çabalamak gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Dağa çıkılmaması için önce dağdakilerin inmesi gerekiyor

Barış sürecine rağmen çok sayıda gencin Kandil’e yol alması belli bir güvensizliğin göstergesi mi?

Sandık birleştirmiyor, bölüyor!

Irak gibi insanların etnik ve mezhebi kökenlere göre hareket ettiği, oy kullandığı bir ülkede seçimler, tarafları bir araya getirmekten çok uzaklaştırıyor.

Kürtlere haksızlık mı yapılıyor?

Kürt hareketi tarihsel bir zihin altı ve tecrübeyle daha sabırlı ve temkinli ilerlemeye çalışıyor. AKP hükümetini eleştirmekten kaçınmıyor, sokakta yerini alıyor.

"
"