Arap coğrafyasındaki ayaklanma ile 1848 devrimleri benzerlik taşıyor. Ortadoğu'da ayaklanan madunlar, sadece sınıf altı ya da sınıf dışı diyebileceğimiz yoksullar değil. Yoksunlar da başkaldırıyor.
Kahire’nin Tahrir meydanındaki genç “işsizlikten”, Bahreyn’in başkenti Manama’daki İnci Meydanı’nda gösterici kadın “eşit temsil edilmemekten”, Libya’da muhaliflerin eline geçen Bingazi şehrinde silahıyla dolaşan orta yaşlı erkek “baskılardan”, Tunus’taki köylü ise “yoksulluktan” dem vururken farklı taleplerle yola çıkanların birleştiği nokta rejimin yenilenmesi, otokratik liderlerin yıkılması, yeni bir dönemin başlaması gerektiği. Yıl 2011. Bölge Ortadoğu ve Kuzey Avrupa; yani Arap coğrafyası. 20. yüzyılda sömürgeci güçler bölgenin zeminin kaydırmış tarihin normal akışını değiştirmişti. Ardından doğan Arap milliyetçiliği, birlik yerine dağılmayla sonuçlandı. İsrail’in kurulması ve yaşanan yenilgiler, yeni bir travma yarattı. 90’larda tam bölge normalleşmeye çalışırken Tunus, Cezayir, Ürdün, Mısır gibi ülkelerde seçim sonuçları İslamcıların kazandığı gerekçesiyle geçersiz sayılarak sorun donduruldu. 2000’lerde ise Amerikan neocon’larının öncülüğündeki demokrasi söylemi Mısır, Irak ve Filistin’deki seçimlerden sonra inandırıcı olmadı. BOP, Filistin seçimiyle sona erdi. İşte bu dönemin sonunda Arap coğrafyasında bir “hayalet” dolaşmaya başlayacaktı.
1848 ve 2011
19. yüzyılın ortalarında Avrupa’da Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, köylerde ve kentlerde yaşayan fakir halk bu zenginlikten nasibini almamıştı. Sorunun kökeni ekonomik olmakla birlikte farklı ülkelerde kitleler farklı taleplerle ayaklanmıştı. 1848 devrimlerinin çoğu örgütlenmemiş hareketlerdi. Habsburg İmparatorluğu için yeni bir anayasa talebinden Viyana’daki öğrenci gösterilerine Roma, Venedik ve Milano’da rejimlerin daha liberalleşmesi istemine kadar herkes sesini yükseltiyordu. Dönem Avrupa’da “bir hayaletin” dolaştığı dönemdi. Karl Marx ve Frederic Engels, Komünist Manifesto’yu yazacaktı. Arap coğrafyasındaki ayaklanma ile 1848 devrimleri benzerlik taşıyor. Ortadoğu’da ayaklanan madunlar, sadece sınıf altı ya da sınıf dışı diyebileceğimiz yoksullar değil, yoksunlar da başkaldırıyor. Özgürlük talebiyle ayaklananların kaybedecekleri bir şeyleri yok. Tıpkı 1948’deki Komünist Manifesto’da “zincirlerinden başka kaybedebilecekleri bir şey olmayan” işçiler gibi. Devrimler genel olarak sonrası belirsiz bir hareketlerdir. Hem bu açıdan hem de lidersiz, kürsüsüz, örgütsüzlük açısından 2011 ile 1848 devrimlerinin dinamiklerinde benzerlikler söz konusu. Negri ve Hardt’ın söylediği gibi “Araplar yeni demokrasinin öncüleri. Özgürlük talebi ve arzusu devam ettikçe mücadeleleri de devam edecek. Arap coğrafyasındaki her ülkenin dinamiği farklı, sonuçları da farklı olacak. Bu açıdan Tunus ile Mısır, Libya ile Yemen’i aynı kategoride değerlendirmek gerek. Mısır ve Tunus iyi kötü devlet, ordu geleneği olan, orta sınıfı güçlü, daha eğitimli, ayaklanma sonrasına belli kurumların da harekete geçebildiği iki ülke. Libya ve Yemen ise neredeyse yönetimdeki liderleri ve bu liderlerin aileleriyle yürüttükleri bir sistem. Bu yüzden son iki örnek daha kaotik bir geçiş sürecine sahne olma potansiyeli taşıyor.
Bırakın devrim yapsınlar
ABD ve AB’nin bu coğrafyadaki ayaklanmalara yaklaşımları yıllardır sürdürülen önyargının izlerini taşıyor. Mısır ve Tunus konusunda önceleri tereddüt geçiren ABD’nin, Mısır’da Mübarek’in en has adamı ve en kirli isimlerden İstihbarat Şefi Ömer Süleyman üzerinde durması, özgürlük değil hâlâ eski paradigma olan güvenlik üzerinden (İsrail’in de güvenliği) bakışının bir eseriydi. Ordu ise ehven-i şer oldu. Libya’da durum farklı. ABD’nin güvenebileceği bir ordu yok. Özellikle Libya’ya yönelik bir askeri müdahale ne kadar özgürlük, ne kadar muhalifleri koruma, ne kadar petrol bölgelerini kontrol altına alma amacına yönelik belirsiz. Libya’ya yönelik bir askeri müdahalenin Kaddafi’nin hanesine yazacağını, bölge tarihini okuyanlar iyi bilir. Kaddafi’nin en yakın dostları son güne kadar Avrupa’ydı. Kaddafi’nin petrolünü koruma, hatta göçmen akışını durdurma planlarını Kaddafi ile birlikte oturup şekillendirmişlerdi. Şimdi, ambargo kararı aldılar. Bir ay içinde ne değişti? Kaddafi kısa süre sonra gidecek. Bunu fark eden Avrupa hemen çark etti. Kaddafi’ye uygun bir sığınak bulup, gelirinin bir kısmını aktarıp ülkeden ayrılması için pazarlıklar yapılıyor.
Ayrıca, Kaddafi’nin insan hakları ihlaline yönelik sicilini herkesten iyi bilen Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin şimdi araştırma başlatacak olması hiç inandırıcı gelmiyor. Sanki Kaddafi ayaklanma başlamadan önce insan haklarına çok saygılıymış, çok duyarlıymış gibi. Kaddafi sonrası belirsiz. Askeri müdahalelere kategorik olarak karşı durmak doğru olmamakla birlikte özgün durumlarda iş farklı. Belki insani durum kötüleşirse müdahale zorunlu hale gelecek. Ama şu anki şartlarda uçuşa yasak bölge dışında Libya’ya yönelik herhangi bir müdahalenin Arap ayaklanmasını olumsuz etkilemesi muhtemel. Nitekim ABD, muhalifleri silahlandırması için Suudileri devreye sokmaya çalışıyor (Bir sonraki soru ise Suudi Arabistan’daki bir ayaklanma karşısında muhalifleri kimin destekleyeceği). Ancak bu durum diktatörlerin eline “dış güç, emperyalist Batı” kozunu verip Arap coğrafyasındaki anti-Amerikan hissiyatla ayaklanmaların dinamiğini etkileyebilir. Hatta Yemen’de olduğu gibi baskıcı yönetimler şimdiden İsrail’in işin içinde olduğu propagandasına başladı bile. İsrail’in ayaklanmalar konusunda herhangi bir yorumda bulunmaması, suları bulandırmamak adına olumlu. Hepsinden önemlisi Kaddafi sonrası kaosun muhtemel olduğu Libya’nın herhangi bir dış müdahale sonucunda Yemen, Irak’ta olduğu gibi, El Kaide versiyonu örgütler için yeni bir cihat alanı ya da yeni bir Somali olması uzak bir ihtimal değil. 1848 devrimlerini ile Arap ayaklanmasını karşılaştırırken tüm bu olasılıkları gözönüne almak gerekiyor. Araplar iç ve dış konjonktürün örtüştüğü bir ortamda ayaklandılar. Hareketler kendi dinamiklerinden doğdu, kendi dinamikleriyle ilerliyor. Bölgede yaşananların bir Amerikan planı olduğu yönündeki komplo zihniyetine kulak asmamak, Kaddafi delice bir katliama girişmediği takdirde bir dış müdahalenin ayaklanmaların dinamiğine ket vuracağını bilmek gerekiyor. Seumas Milne’nin The Guardian’da yazdığı gibi: “Arap devrimini ya Araplar yapacak ya da devrim falan olmayacak”.