Tunus’ta olduğu gibi, özgürlük yolu bir kere açıldığında bunun önünde durmak pek kolay değil. Demokrasi bazılarının beklentilerinin aksine hemen “karın doyurmuyor” ama insanların zihinlerini, ruhlarını özgürleştiriyor.
Tunus gibi 10 milyonluk küçük, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da belirleyici olmayan bir ülke büyük bir iş başardı. Arap ayaklanmalarını başlatan, isyanı ateşleyen ülke oldu. Tunus’ta bu “isyan ateşi yakılmasaydı bölgede bugün yaşanan alt üst oluşlar hayata geçer miydi” sorusunun yanıtı yok. Ancak bugünlerde Tunus, bu başlangıcı yapmanın içten içe gururunu yaşıyor. Bu tür halk hareketlerini çeşitli renklerle tanımlamaya meraklı Batı medyasının tersine “yasemin” değil “onur” devrimi tanımlamasını daha çok seviyorlar. Üzerinden 9 ay geçen 14 Ocak, yani Devlet Başkanı Bin Ali’nin ülkeyi terk ettiği tarih artık “devrim günü” olarak anılıyor, hatta Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcının protesto amaçlı kendini yakmasını pek kimse hatırlamıyor. Tunuslulara göre bu bir halk hareketi ve tek bir kişiye bağlanamaz. Hatta başkent Tunus’ta Buazizi adı verilen meydanın ismi 14 Ocak olarak değiştirilmiş.
Demokrasi zor zenaat
Arap dünyasında olanlara ne kadar devrim denileceği hala tartışmalı. Hatta bu durum devrimden ne anlaşıldığına bağlı. Bir rejim değişikliği olarak ele alınacak olunursa Arap coğrafyasında bildik anlamda devrimden söz edilemez. Ancak, bunca yıldır diktatörlükler altında yaşayanlar demokrasi, özgürlük ve daha adil bir ekonomik düzen için ayaklandılarsa bu bir devrim sayılır. Uzun yıllar boyunca kök salan, Tunus benzeri ülkelerin hücrelerine sızmış eski sistemin artıkları hala ayakta; bürokraside ticarette ordu ve poliste. Yeni dönemi geri çevirebilmek için hala çabalıyorlar. Onlar çabalamasa bile sistemin bugünden yarına değişmesi zor. Bu durum yaşananların bir devrim olmadığını en azından şimdilik haklı çıkarıyor. Çünkü Mısır gibi Tunus’ta da devrimin ordu ve bürokrasi tarafından “çalındığı”, “durdurulduğu”nu düşünenler var. Oysa Mağrip ve Maşrık ülkelerinde bir dönemler, oryantalist bakış açısının da etkisiyle diktatörlerin devrilmesine, insanların demokrasi talebi için ayağa kalkmasına bile şüpheyle bakıldığı hatırlanacak olursa, yaşananlar için en iyi tanımlama demokrasi devrimi olabilir.
Tunus’ta halkın ve sistemin önünde daha çok uzun bir süreç var. Demokrasi tarihi bir tecrübe, bir alışkanlık ve sistemi gerektiriyor. Bugünden yarına inşa edilebilmesi kolay değil; bir yaşam tarzı, düşünce şekli ve alışkanlık. Tunus’ta akademiden, siyasete oradan da gençlere kadar birçok kişi bunun bilincinde. Ancak, bu durumun tartışılıyor olması da Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki insanlar için alışıldık bir şey değil. Şimdi geniş kitleler bu özgür havanın tadını çıkarmaya çalışıyor. Hiçbir yere varmayacak olsa bile sistemi eleştirmek, Bin Ali’nin polis ve istihbarat teşkilatı hakkında konuşabilmek, siyasi görüşlerini yüksek sesle dillendirme özgürlüğü az bir şey değil. Sorunlar çözülmese de insanların bu susamışlıklarını tatmin etmek gayretinde. Çünkü tartışma, yüksek sesle konuşma ve hatta itiraz etme hali bir süre sonra daha çetrefil sorunların, belki de geçiş döneminin “yeni diktatörleri”nin yöntemlerine de karşı çıkmayı beraberinde getirecek. Çünkü Tunus’ta olduğu gibi özgürlük yolu açıldığında önünde durmak pek kolay görünmüyor. Demokrasi bazılarının beklentilerinin aksine hemen “karın doyurmuyor” ama insanların zihinlerini, ruhlarını özgürleştiriyor. İşte bu özgür zihinler süreç içinde yoksulluğu da daha aza indirmenin formülleri için daha fazla tartışacak gibi görünüyor.
Yaşanan demokrasi açlığının en önemli göstergesi ise 23 Ekim’te Kurucu Meclis için yapılacak seçimler öncesi kurulan parti sayısında. Tam 111 parti kurulmuş. Birçoğu hiçbir şekilde meclise giremeyeceklerini bilseler de sadece parti kurabilmenin keyfini yaşamak istiyor; kimseye sormadan ya da başına bir şey gelir korkusu yaşamadan. Tabii ki Tunus’taki avantajlardan birisi sistemin ideal olmasa da iyi-kötü kurumsallaşmış olması. Geleneğin, tecrübenin pek fazla olmadığı nokta ise demokrasi ve yıllardır yasaklı bulunan muhalefetin örgütlenme ve yönetme kabiliyeti. Bu nedenle hala ayakta duran eski sistemin alışkanlıkları sürerken, kamuoyu önüne çıkan partiler ise, değişen dünyaya ayak uydurabilecek gibi değiller; bu durum komünistlerden, İslami eğilimli Nahda’ya kadar geçerli. Nahda 30 yıl önceki Milli Görüş hareketinden söz ediyor. Milli görüş 30 yıl içinde çok yol almış, evirilmiş bir hareket. Ancak, bölgedeki diktatörlükler bu ülkelerdeki hayatı yıllar öncesinde dondurdukları gibi muhalefet de aynı şekilde siyasi esneklikten yoksun gibi.
Tunus farklı ve avantajlı
Buna mukabil Ortadoğu diktatörlüklerinin hem kendi halklarını baskı altında tutmak hem de Batı’yı tehdit etmek için kullandıkları “biz gidersek İslamcılar gelir” argümanı artık geçerli değil. Ancak, yine de Tunus gibi tarihsel olarak laikçi uygulamaları olan bir ülkede bu laik-İslamcı tartışması önümüzdeki dönemdeki başat çelişki olacak. Kurucu Meclis seçimleri için önde görülen Nahda’yı eskisi gibi daha uzlaşmaz görenlerle, ılımlı çizgiye kaydığını belirtirken çözümün yine demokrasi içinde gerçekleşeceğini söyleyenler hala kuşkularını yenebilmiş değiller. Ama demokratik koşulları deneyip görmek istiyorlar. Zaten başka şansları da yok. Önlerinde ise Türkiye’den iki örnek var: Maksadını aşan laiklik uygulamaları ve AK Parti deneyimi. Örnek olup olmama konusunda ise kafaları net değil. Bir açından haklılar da. Çünkü her ülkenin kendi pratiği, gerçekliği ve uygulaması ile demokrasi geçmişi farklı. Türkiye her türlü defosuna rağmen demokrasi geleneğine sahip Tunus ise bu süreçle daha yeni tanışıyor. Üstelik Tunus katı laiklik uygulamalarına sahip olmasına rağmen anayasal olarak laik bir ülke değil.
Ancak, durum Libya ve Suriye’deki gibi umutsuz değil. Geçmişte de birçok açıdan avantajlı olan bu ülke en azından bu deneyimi bir iç savaş yaşamadan, birbirini kırmadan gerçekleştirme şansına sahip. Demokrasi ve seçim kucaklarındaki küçük bir bebek gibi. Sağlıklı büyütüp büyütmemek kendilerinin elinde. Arap ayaklanmalarının fitilini ateşleyen Tunus’un bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini süreç gösterecek. Ama en azından bunu deneme şansına sahipler. Üstelik geri adım atacak gibi de görünmüyorlar. Çünkü özgürlüğün tadını alanlar daha fazla istiyor.