Geçen yıl 24 Nisan
öncesi Türkiye ve Ermenistan arasındaki yumuşama yeni bir
başlangıç umudunu yeşertmiş, biz de çeşitli yazılarımızda
hem de NTV’deki bazı programlarda “Erivan Treni Yola Çıktı”
başlığını kullanmıştık. Ama geçtiğimiz günlerde olanlar bu
“treninin” bir süre daha “sınırda” bekleyeceğini
gösteriyor.
24 Nisan 2009’un
hemen arifesinde Türkiye ile Ermenistan arasında atılan adımın
Barrack Obama’nın “soykırımdır” açıklamasını önlemeye
yönelik olduğunu söyleyenler çıksa da iki ülke yönetiminin
gerçekten ciddi olduğuna inananların sayısı bir hayli fazlaydı.
Umutlar hala sönmüş değil ama iki tarafın Ağustos ayında
“önkoşulsuz” attığı imzalara sadık kalıp kalmayacağı
artık şüpheli. Çünkü Türkiye ve Ermenistan arasındaki
protokoller iki ülkenin meclisince kabul edildikten sonra yürürlüğe
girecek; diplomatik ilişki kurulacak, sınırlar açılacak ve tarih
komisyonu 1915 olaylarını araştıracaktı. Üstelik iki ülke
herhangi bir önkoşul öne sürmeyecekti; yani ne soykırım, ne
Dağlık Karabağ’daki işgalin sona ermesi, ne Azerbaycan’ın
baskısı.
Önkoşul, Hem var hem yok
100 yıllık bir
sorunla masaya oturmak iki taraf için de zor olmakla birlikte
önkoşulun olmaması umutları arttırmıştı. Oysa öyle olmadığı
çok kısa sürede anlaşıldı. Önce her iki tarafın
milliyetçiler ayaklandı ardından Azerbaycan Türkiye’ye “posta
koydu”, Ankara Azerbaycan’ı ikna etmek için protokollere aykırı
olmasına rağmen Bakü’ye söz verdi: “Karabağ işgali sona
ermeden sınır açılmayacak.”
Protokoller daha ilk
ayında yara almakla kalmayıp, “ Karabağ’sız anlaşma olmaz”
noktasına gelindi. Tüm bunların nasıl bir diplomatik manevra
olduğu hala anlaşılmış değil. İnsan, “peki bu önkoşulları
protokollere niye koymadınız, madem koymadınız şimdi niye
önkoşul öne sürüyorsunuz” diye sormadan edemiyor. Yoksa
hükümetin geçen yılki “açılımlar listesinin” hayal
kırıklığı bölümüne Kürtlerden sonra Ermenistan da mı
eklenecek?
Ağrı’nın diğer
yakasında durum pek farklı değil. Devlet Başkanı Sarkisyan
protokolleri anlatabilmek için diaspora ile karşı karşıya geldi;
içeride muhalefetle karşılaştı. Protokollerde soykırımı ön
koşul olarak dayatılmadı belki ama bu konunun Ermeniler için
“tartışılmaz” olduğunu, kurulacak tarih komisyonunun da
konuyu tartışmayacağını bilmemek için saf olmak gerekiyordu;
Türkiye’de bunu bal gibi biliyordu. 2009’un Aralık ayında
Birikim’de şöyle yazmışız: İki ülke arasındaki “uzlaşmaz
çelişki” yani “tarihi travmanın” protokolde doğrudan yer
almaması, sürecin daha ilk elden akamete uğramaması açısından
çok önemli olmakla birlikte, bu durumun iki ülkedeki algılama
farkından kaynaklandığını unutmamak gerekiyor. Protokolün
imzalanmasından ardından Türkiye’de, 1915 olayları ele
alınmayacak gibi algılanmıştır ki bu yanlıştır. Türkiye-
Ermenistan ilişkilerinin bam telini 1915 oluşturmaktadır ve iki
ülke arasında olmasa bile iki halk arasındaki zihinsel, psikolojik
ve vicdani ilişkinin normalleşmesi, siyasi ya da hukuki kararlardan
çok daha önemlidir.
Türkiye’nin soykırıma karşılık
kozu ise Dağlık Karabağ oldu. Türkiye protokolleri Meclis
Dış İlişkiler Komisyonu’na havale ederek uykuya yatırdı. İki
taraf ilişkilerin başlangıcı olarak bir irade gösterdi ama yola
cesurca ve iyi niyetle devam edemedi.
Ermenistan'ın adımı sahte mi?
Ermenistan Anayasa
Mahkemesi 10 gün önce protokolleri bazı çekinceler ekleyerek
kendi meclisine gönderdi. Gerekçeli kararda "ilişkilerin
tarihsel boyutunu incelemek üzere kurulması öngörülen komisyonun
kesinlikle 1915'te yaşananları ele almayacağını” belirtildi.
Bunun tercümesi şu: “Soykırım tartışma konusu bile
olamaz.” Ancak bu haliyle protokollerdeki 1915’le ilgili
kurulacak olan tarih komisyonu kadük kalıyor. Türkiye’nin bunu
kabul etmeyeceği biliniyor. O zaman tarih komisyonu ne yapacak
sorusu akla geliyor? İkincisi, protokolde yer alan “karşılıklı
sınıra saygı duyulması" konusunda, Ermenistan Anayasası ve
Bağımsızlık Bildirisi'ne atıf yaptı. Böylece, Türkiye'nin
doğusunu “Batı Ermenistan” olarak kayda geçiren belgelere
göndermede bulundu. Türkiye’ye göre bu kararlar protokolleri
sakatladı. Karabağ konusuna gelince. Burada da kısa vadede bir
umut ışığı yok gibi. Değişen tek şey Ermeniler ile Azerilerin
geçen yıl içinde 8 defa bir araya gelmeleri. Dağlık Karabağ’da
bir şeyler olacak ama buna daha vakit var; biraz da Rusya’nın
vereceği karara bağlı.
Sanki iki ülkenin
yönetim de bu gidişattan memnun gibi. Zaten süreç zor
yürüyecekti, şimdi her iki taraf için de bahane oluştu. Vakit
kazanmak için Ermenistan Türkiye’nin Karabağ dayatmasına,
Türkiye’de Ermenistan Anayasa Mahkemesi kararına can simidi gibi
sarıldı.
Hayalden vazgeçmemek
AKP hükümeti ve
Sarkisyan yönetiminin en azından başlangıç için umut veren
adımlarının devamını sağlamak için her iki taraf üzerinde
baskı kurmak gerekiyor. İşin vahim yanıysa oluşan iyimser
havanın sadece resmi süreçlerde bırakılarak dağılması
tehlikesi. Hayalci olmamakla beraber iki halk arasındaki
normalleşmenin “hayalini” gerçek kılmak için sürenin daha
kısa tutmasında yarar var. Önemli olan yıllardır süren
çelişkilere, her iki tarafın politik ayak oyunlarına rağmen iki
halkın buluşması, yani açılan sayfanın doldurulmasıdır.
Tıpkı rahmetli
Hırant Dink’in İki Yakın Halk İki Uzak komşu adlı kitabındaki
satırlarında olduğu gibi: “ Türk-Ermeni ilişkileri
açısından asırlardan gelen ve asırlara gidecek olan ortak
yazgımız bir kez daha önümüzde. Atalarımız geçmişte kendine
düşen sayfaları iyi kötü doldurdular. Asıl sordun bugün bizim
bu beyaz sayfaları nasıl dolduracağımız.”