Almanya’nın talebi üzerine Sirkeci Garı’ndan yollara düşen binlerce işçinin Almanya serüveni üzerinden 50 yıl geçti. 50 yıl önce bu aylarda, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden ayağa kalkmak, Avrupa’nın en büyük sanayisi olmak yolundaki Almanya’nın ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak üzere davet edilen Türkler kısa süreliğine gittikleri bu ülkede artık üçüncü nesle ulaştı, birçoğu belki de bir daha geri dönmemecesine yerleşti; kök saldı.
1961 yılının ekim ayında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan Türk İşgücü Anlaşması ile başlayan göçle birlikte gidenler Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’daki Türkler arasında “gurbetçi”, Almanlar tarafından “misafir işçi”, daha sonra “yabancı” olarak anıldı. Bugün de kendilerini tanımlamakta güçlü çekiyorlar. Çünkü bugün, ilk kuşakların aksine yeni kuşaklar artık Almancayı onlar kadar iyi konuşuyor, birçoğu Almanya’nın birçok alanında öne çıkabiliyor. Oysa ilk gidenler, Almanya’nın yeniden yapılanmasında, Alman Sanayinin güçlenmesinde ciddi payları olan, ciddi şekilde sömürülen, dil, yol bilmedikleri bir ülkede kaybolmamaya çalışan bir kitleydi. Birçoğu yapılan anlaşma gereği “misafir işçi” sayılmış geri gönderilmek üzere çağırılmıştı; ne Almanlar onları geri gönderdi, ne de onlar yaşanan tüm zorluklara rağmen geri döndü. Aksine kökleşti, şimdilerde Alman toplumunun bir unsuru oldu sayıları 3 milyonu aştı. Üstelik bu 3 milyonun yaklaşık 1 milyonu Alman vatandaşı; Almanya’da oy kullanıyor, Almanlara tanınan haklardan yararlanıyor.
1960’lı yılların niteliksiz işçilerinin yerini 75 bin Türk girişimci, 50 bin üniversite öğrencisi, 10 binin üzerinde mühendis, mimar, doktor almış durumda. 25’den fazla Türk Alman partilerinde, eyalet ya da federal parlamentoda milletvekili olarak görev alıyor, 1400’ün üzerinde Türk belediyeler ve devlet kurumlarında çalışıyor, sporda sanatta, bilimde öne çıkanların sayısı bir hayli fazla; hatta Almanları özendirecek kadar.
Yani Türkler artık kendilerini “dışarlıklı” olarak görmüyor; haklarını istiyor, kendilerini savunuyor. Alman kapitalizminin geldiği noktada bu sömürünün karşılığını almak istiyorlar. Çünkü bu süreçte payları bir hayli fazla. Kendilerini hem Almanyalı, hem Türk görüyorlar
Alman ekonomisinin borcu
Tabi bu noktaya gelmek kolay olmamış. Almanya’nın “Acı vatan” olduğu günler o yıllarda çalışmaya gidenlerin hala hatırlarında. Türk işçilerin ekonomik gerekçelerde düştükleri “gurbet” yolunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onları altın yumurtlayan tavuk, bir döviz deposu olarak gördüğü, öte yandan sosyal hakları açısından pek fazla umursamadığı, hatta “siz hiç Türk’e benzemiyorsunuz” sözlerini iltifat olarak kabul eden diplomatların işçileri zul kabul ettiği dönemler artık geride kalmış gibi.
Alman ekonomisi büyürken en ağır, kötü ve tehlikeli işleri Türklerin yüklendikledir biliniyor. Alman ekonomisini güçlendirirken işler tersine döndüğünde istihdam azaldığında yine işsizliğin yükünü onlar çekmişti. Ancak, Türkler, değişen koşullar verilen hukuksal mücadeleler, duyarlı Almanların katkıları ile artık Alman toplumunun reddedilmeyecek bir parçası. Kültürel açıdan bakılacak olunursa kimi asilime oldu, yani Almanlaştı, kimi çift kimlikli, kimi de taviz vermeden kimliğini korumuş durumda. Yani Türkler Almanlaşırken, Almanya’da Türkleşti. Ulus devlet formülasyonuna sığmayacak çok kültürlü, çok dilli bir durumla karşı karşıya Almanya.
1961’de başlayan serüvende Berlin duvarının inşa edilmesi nasıl yabancı iş gücüne ihtiyaç yarattıysa, duvarın yıkılması bu iş gücüne ihtiyacı azaltmış. Çağırdıkları Türk işçileri geri göndermeyi planlayan Almanya bunu başaramayınca, daha doğrusu bu işgücüne ihtiyacı devam edince ne yaparsa yapsın Türkleri kapı dışarı edemedi; Türkler de “ikinci vatanı” terk edemedi. Almanya 1973 petrol kriziyle birlikte işçi alımını durdurdu ve sadece işçilerin ailelerinin gelmesine izin verdi. Yeni kendi ekonomisi gereği işçilerin geleceğini belirlemeye çalıştı ama alınan önlem ters teperek bu kez ailelerin hücumuna uğradı. 1980’li yıllarda ise geri dönüşü özendirmek için yüksek ücretle erken emeklilik yasaları çıkardı, 16 yaş üzeri çocuk getirilmesini yasakladı. Bu dönem Türklerin sayısı bir nebze azalsa bile Türkler Almanya’dan vazgeçmedi. Bir tür aşk ve nefret ilişkisi gibiydi bu yıllar. 1990’lar da ise vatandaşlığa geçişi kolaylaştırmak zorunda kaldı. Artık köken bağı değil Almanya’da doğmak yeterliydi vatandaş olabilmek için. O yıllardan sonra artık yeni bir döneme girildi. Almanya yeni entegrasyon programlarını devre soktu. Oysa Türkler artık Alman vatandaşı olmuşlardı ve Alman yasaları çerçevesinde diledikleri gibi yaşam hakkını elde etmişlerdi. Bugün asimile olmuş Türklerin yanında entegrasyona sıcak yaklaşan ama asimile olmaya karşı çıkan ve Alman toplumunda giderek yükselen Türklerin sayısı artmakta.
Yeni Almanya’nın parçası
Ancak önlerinde başka bir ayrımcılık, başka bir mücadele alanı beliriyor. Yabancı düşmanlığı ile başlayan süreç son 10 yılda İslam düşmanlığına dönüşmüş durumda. Gerek Avrupa gerekse Almanya’da olumlu ve olumsuz bakış açıları paralel yürüyor. Artık Müslüman coğrafyadan gelen işçiler milliyetlerine bakılmadan İslam potasında değerlendirilmekte özellikle sağ ve aşırı sağcılar tarafından bu düşmanlık körüklenmekte.
Bu durumdan yararlanıp oy toplayan ırkçı partiler hızlı olmasa da yükseliş gösteriyor. Oysa Almanlar avantajlarının farkında değil Almanya’daki durum yeni bir Avrupa, çok kültürlü, çok dilli, renkli bir toplum olma yolunda ilerleyebilir. Bir Türk bir Almanla evlenebildiği gibi, göçmeler arası evlilikler de artıyor. Eğer yeni bir Avrupa doğacaksa böyle olacak.
Yeni kuşak gençler de bazılarının söylediği gibi “kayıp” filan değiller. Gençler arasında işsizlik, suç olanı yüksek olsa bile Almanya’da hemen her kademe görev alacak olan Türkiye kökenlilerin sayısı da artıyor artık. 50 yıl önce fabrikalara işçi olarak giren en ağır, en gayri insani işleri yapmak zorunda kalanların çocukları artık o fabrikalarda üst düzey yönetici. Bu durumu bazı Almanlar kabullenemese bile önüne geçmeleri zor. Çünkü Türkler artık Alman toplumunun bir parçası. 50 yıl önce gelenler sömürüldüler, Almanya’nın gelişmesine katkıda bulundular, sustular, ezildiler. Şimdi ise onların çocukları çekilen bu acıların semeresini topluyor. Başarıları sadece çekilen acıların karşılığında değil kendi çabaları ve Alman toplumunun içinde yükselen yıldızları ile gerçekleşiyor. 1960’larda çok çalışıyorlar ama başka bir dil konuşuyorlardı. Şimdi ilk kuşak Türklerin çocukları Almanlardan daha iyi Almanca konuşuyor; onlarla girdikleri yarışlarda onları geçiyor. Kendilerini Almanlara kabul etmek gibi bir dertleri de yok. Almanlar onları kabul etmek durumunda kalıyor. Almanya hala zor, acı bir vatan olsa da Türkleri eşit şartlarda kabul etmekten başka çaresi kalmamış gibi görünüyor.
(Star gazetesi)