06 Ekim 2024

Kadınlara yer verilmeyen antik çağ sofralarında ne yenir ne içilirdi; insanlar et yemeye neden sakatatla başladı?

Bir erkeğin akşam yemeği davetinde karısı ve çocukları asla görünmezlerdi. Konukların da eşleriyle gelmeleri beklenmezdi. Yani antik dönemin akşam yemeklerinde kadınlara yer yoktu. Servisi, genç ve yakışıklı erkekler yapardı!

Sizi bilemem ama ben çok merak ederim.

“Neyi?” diye soracak olursanız:

Bundan asırlar öncesinde, daha da eskilerde, ilk sofralarda ne yenir ne içilirdi?

Mesela, insanoğlunun et yemeye sakatatla başladığını öğrenince çok şaşırmıştım.

Hikâye (veya gerçek) şöyle: Hayvanı yakalamak hayli zor. O zamanın hayvanları da güçlü kuvvetli. Otlaklar henüz yağma edilmemiş. İnşaat, maden çetelerinin atalarının ataları bile henüz doğmamış. Sığınmak için genişçe bir ağaç kavuğu, birkaç gözlü mağaralar revaçta!

Avı yakalamak zor, onu parçalayıp yemek daha da zor. Üstelik çiğ çiğ.

Çiğ et lastik gibi olur. Isır ısır kopmaz.

Hayvanı, eldeki çakmak taşlarıyla yapılmış küçük aletlerle kesip, parçalamak imkânsız gibi.

Onun için insanlar, avı önce yumuşak karın kısmından yemeye başlamışlar. Yani bağırsak, işkembe, ciğer, yürek falan!

Bugün sakatata burun kıvıranlar, atalarının birer sakatat tüketicisi olduklarını akıllarının bir kenarına yazsınlar!

* * *

Geçmişe olan merakım yüzünden, bu konuda ne bulursam okurum.

Aslında eğer dil bilmiyorsanız, bizim dilimizde kaynak bulmakta epey zorlanırsınız.

Hatta bulamazsınız!

Son zamanlarda üniversiteler gastronomi bölümlerine ağırlık verdiler de çeviri kaynak sayısı biraz arttı.

Şölenleri, bu şölenlerde neler yendiğini, bugünkü şaraplara hiç benzemeyen şarapların nasıl yapıldığını, o dönemin yeme-içme eleştirmenlerini, sokak satıcılarını...

Yazılanlara bakılırsa, ekmek o dönemde de başlıca (baş tacı) yiyecekti. Yunanlılar arpa, Romalılar buğday ekmeğine rağbet ederlerdi. İtalya'da, başta Roma olmak üzere, birçok kentte ekmek bedava dağıtılıyordu.

 * * *

Bu ay okuduğum kitaplardaki ilginç bilgileri sizle paylaşacağım. Bakalım beslenme alışkanlıkları konusunda nereden nereye gelmişiz:

* Romalılar günün ilk yarısında çok az yemek yerlerdi. Kahvaltı, çoğunun yemeğe bile zahmet etmediği hafif bir yemekti. Koca bir öğle yemeğini ise ancak aç gözlüler isterdi. Akşam yemeğine hamamlarda hazırlanılırdı. Burada sırayla gevşeme, eksersiz dizisi, buhar banyosu, ılık ve soğuk banyolar yapılırdı. Hamamlarda bar ve lokanta da bulunurdu.

* Antik dönemde yazılmış olan bir el yazması kitapta hamam mönüsü şöyle sıralanıyordu: Balık sosu ile kırmızı pancar ve su kabağı, üstüne balık sosu ve sirke dökülmüş kıvırcık salata, paça ve siyah mumbar dolması, dişi domuz rahmi, sardalye, domuz kolu, jambon, geyik eti, yaban domuzu, tavuk, dilimlenmiş tavşan eti, kumru, sülün, inek memesi, yağlı kaz kızartması, turşu, ballı yoğurt, helva.

* Zenginlerin şölenleri de ekmekle başlardı. M.Ö 400 yıllarında yaşayan varlıklı Yunanlılar için günün tek ana öğünü, akşamın erken saatlerinde sofraya konurdu. Bir erkeğin akşam yemeği davetinde karısı ve çocukları asla görünmezlerdi. Konukların da eşleriyle gelmeleri beklenmezdi. Yani antik dönemin akşam yemeklerinde kadınlara yer yoktu. Servisi, genç ve yakışıklı erkekler yapardı!

* Yemek taze meyve, kabuklu deniz hayvanları, kızarmış kuşlar, tuzlu mersin balığı, etli mezeler gibi yemeklerle başlardı. Daha sonra taze balıklar, kuzu veya oğlak yahnisi ve kebaplarla sona ererdi. Daha sonra yemek artıklarıyla dolu masalar kaldırılır, temiz masalarla birlikte tatlılar ve şarap servisi yapılırdı.

* İmparatorluk Roma’sında evlerde yangın korkusundan pek yemek pişmezdi. Onun için sokak satıcıları oldukça iyi iş yaparlardı.

* Antik Yunan ve Roma mutfağının baskın tatları, bal, sirke, mayalanmış balık sosu (garum), bol miktarda taze ve kuru ot ve baharattı. Antik dönem mutfağının sırrı, tatlılığı acılıkla, ekşilikle ve alışılmamış tatlarla dengelemekti.

* Yemek başlangıcında servis edilen iştah açıcı tatlı içki "mulsum"u yapmak için şarap ile bal karıştırılırdı. Ünlü tarihçi Homeros, Odysseus'ta, tatlı şarabın özünü 20 pay suyla karıştırmak gerektiğini vurguluyordu. Bundan da anlaşılıyor ki, o günün şarapları sıvı değil, özüt şeklindeydi. Bu özüte uygun miktarda su ekleyenler, ziyafetlerin en itibarlı konuğu, daha doğrusu barmenleriydi!

* Zeytin, tüm antik çağda meze ve çeşni olarak tüketilmiştir. Klasik uygarlık onsuz düşünülemezdi. Romalı eski bir asker ve politikacı olan Cato, MÖ 200 tarihinde şöyle bir zeytin salatası tarifi veriyordu: "Yeşil veya siyah zeytinlerin çekirdeklerini çıkartın. Sonra da şöyle hazırlayın: Zeytinleri doğrayıp, yağ, sirke, kişniş, kimyon, rezene, sedef otu, nane ekleyin. İyice karıştırıp kavanoza koyun. Yağ tüm zeytinleri kaplamalı. Salata ertesi gün yemeye hazırdır."

Yukarıda anlattıklarım, Antik dönemin sofralarında kalan kırıntılar. O dönemi anlatmak için daha çok uzun yazılar yazmak lazım. Onun için arada bir bu konuyu azar azar size sunacağım!

Sözün özüne gelirsek, Antik çağ, bugünden daha rafine, daha lezzetliymiş anlaşılan.

Mehmet Yaşin kimdir?

Mehmet Yaşin 1950 yılında Ankara'da doğdu. Üniversitede sosyoloji öğrenimi gördükten sonra 1970'li yılların başında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Gezi ve keşif dergisi Atlas'ı çıkardı. Daha sonra Hürriyet Dergi Grubu Genel Müdürlüğü görevini üstlendi.

Televizyon kanalları için belgeseller hazırladı. Daha sonra kurucusu olduğu Doğan Kitap'ı beş yıl boyunca Genel Müdür olarak yönetti.

Hürriyet gazetesinde gezi yazıları, çok sayıda dergide yeme-içme üzerine yazılar kaleme aldı, CNNTürk'te hazırlayıp sunduğu 'Lezzet Durakları' programı büyük beğeni topladı.

Yemek ve mutfak üzerine yazılar yazmayı, Atlas dergisi için çıktığı gezilerde gittiği yerlerin yemeklerini de keşfetmeye başlamasına bağlayan Yaşin, "Keşfetmek duygusundan hareketle mutfakları araştırmaya başladım. Yemeğin o yörenin, ülkenin kültürünü anlamak için en iyi araç olduğunu fark ettiğimden beri, mutfaklardan çıkmaz oldum. Yemek için kullanılan malzemeler, pişirme teknikleri, yemeklerin öyküleri derken mutfak vazgeçemediğim ilgi alanı oldu" diyor ve ekliyor:

"Gittiğim ülkeleri anlatırken, yemeğe değinmeyince yazımın yarım kaldığını gördüm. Bir de belki benim önerimle o coğrafyalara gidecek insanlara yardımcı olabilirim duygusu beni yemek yazmaya itti. Ben yemeğin nasıl yapılacağından çok nasıl yapıldığı ile ilgilendim. Yemeğin öyküsü daha çok ilgimi çekti. Yemeğin tarihi merakımı uyandırdı. Okudum, sordum, soruşturdum, biriktirdim. Tüm bu bilgileri kendime saklamanın haksızlık olacağını düşündüm. Benim gibi yemeğin peşinde koşturanlarla paylaşma duygusu ağır basınca yemek yazılarına başladım."

Yayımlanmış kitapları

'Lezzet Durakları', 'Yemek Sırları', 'İstanbul Lezzetleri', 'Uzakname', 'Yakınname' (Doğan Kitap) ve 'Yumurta Nasıl Kırılır?' (Remzi Kitabevi) adlı kitapları yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İlaca niyet içkiye kısmet

Cin dünyaya gözünü, bir içki olarak değil de ilaç olarak açmıştır. 17. yüzyılda, safrakesesi taşını düşürmekten, gut hastalığının tedavisine kadar birçok hastalığın tedavisinde de kullanılan sihirli bir ilaç haline gelmiştir

Yaşasın gerçek kadınlar!

1968’li yıllara geldik. Tek bir sloganın peşine takıldık, ”Savaşma, Seviş!..” Tam bu sırada, bir kız, bomba gibi gençliğin ortasına düştü: Bu bombanın adı TWİGY idi. Asıl adı Lesley Lawson olan, sarı saçları kulak memesi hizasında küt kesilmiş, gözleri su yeşili, eşek gözü kadar güzel olan bu kadın, bizim kuşağın tüm güzellik ölçülerini değiştirdi.

Tarihten bugüne Humus: Orta Doğu'da lezzet savaşı da yaşanıyor!

Nohut, tahin, limon suyu, zeytinyağı karışımından oluşan Humus'u sevmeyen var mıdır acaba? Humus, özel lezzetinden dolayı paylaşılmaz, herkes ona sahip çıkar. Bu çekişme Türkiye'de de vardır. Kim daha lezzetlisini yapar diye: Adanalılar mı Hataylılar mı, Tarsuslular mı yoksa İskenderunlular mı? Bence hepsi birinci. Çekişme sadece biz de olsa, işi tatlıya bağlayabiliriz! Tüm Orta Doğu çanağı, bitmez tükenmez bir Humus kavgasındadır…

"
"