Rusya'nın, Ukrayna'yı işgal harekâtını başlatmasından bir gün önce bu köşede bir video yayınlamıştım. (Kremlin'i izle, Binodalı Saray'ı anla!)
Video, Putin'in çok büyük bir salonda, Rusya'nın tepe yöneticileriyle bir toplantı yaptığı sırada çekilmiş.
Rus istihbarat servisini yöneten kişi bir kürsüde konuşuyor ve Putin onu sorularıyla sıkıştırıyor.
Adamın hâli içler acısı.
Ne yanıt vereceğini bilemiyor, kem küm ederken Putin'in nasıl bir yanıttan hoşlanacağını anlamaya çalışıyor ki koltuğunu korusun, başına bir iş gelmesin filan.
Tek adam rejimlerinin tipik bir özelliği bu.
Önemli görevlere getirilen kişiler o makamlara layık oldukları için değil, "tek adamın" duymak isteyeceklerini en doğru tahmin edip, söyledikleri için oradalar.
Onun için adamcağız Putin'in ne duymak istediğini tahmin etmeye çalışıyor.
Oysa o makamı vasıflarıyla hak eden yönetici, gerçek durumu anlatmayı tercih ederdi ki lider durumu tam olarak değerlendirebilsin.
Nitekim, Rus istihbaratının, Ukrayna meselesinde birçok açıdan fosladığı aradan geçen 2 hafta içinde ortaya çıktı.
Ukrayna askeri işgale direnebiliyor ve ABD ile AB'nin yaptırımları, daha önce Kırım ve Donbas krizi sırasında uygulamaya koydukları yaptırımlara göre daha sert ve etkili.
Bu saldırının olası sonuçlarının etkili bir istihbarata dayanan analizle öngörülememiş olması Rusya'nın ekonomik olarak çok sıkıntılı bir döneme girmesine yol açacak.
Ukrayna açısından bakınca da benzer bir durum var.
Siyasi olarak çapsız, sadece popüler olduğu için o makama seçilmiş bir politikacı, Rusya saldırısına karşı Batı'nın askeri olarak hiçbir şey yapmayacağını öngöremedi.
ABD'nin, Rusya'nın bu tuzağa düşmesiyle gerçek amacına ulaşabileceğini hesaplayamadı.
Ve şimdi demeçlerine bakıyorum, NATO'dan vazgeçmiş, tarafsızlığı Anayasa'ya yazmaya hazır, Donbas ve Kırım konusunda da mevcut durumu tartışmamaya razı görünüyor.
O vakit bunu neden en başında kabul etmedin de ülkenin bu hâle gelmesine neden oldun?
Rusya ve Ukrayna diye anlatıyorum ama bunun benzerini bu ülkede biz de yaşıyoruz.
Otoriter tek adam yönetiminin ülkeyi ne hâle getirdiğini ödediğimiz elektrik faturalarından tutun da akaryakıt fiyatlarına kadar görüyoruz.
Kendisine yetecek tarımsal üretimi yapacak arazileri boş dururken, dünyanın dört bir yanından tarım ürününü, kendi çiftçisine verdiği desteğin iki – üç misline ithal eden bir ülke haline bu yüzden geldik.
Burnumuzun dibindeki komşumuz Suriye rejiminin, bir – iki ayda yıkılıp gideceği zehabına kapıldığımız için 6 milyon sığınmacıya da bakmamız gerekiyor.
Düzgün bir istihbarat yapılmış olsaydı, Esad rejiminin o kadar kolay teslim olmayacağını görebilir, komşuda çıkan yangına elimizde benzin bidonuyla koşturmazdık.
Neyse ki seçime az zaman kaldı ve Türkiye, demokrasisindeki birçok soruna rağmen başarısız yöneticilerini seçimle değiştirebilen bir ülke özelliğini hâlâ koruyor.
* * *
Kadınları eve kapatmanın sonuçlarından biri
TÜİK'in Ocak 2022 ayına ilişkin açıkladığı işsizlik rakamları, bir öncekinin tekrarı gibi.
Bir işte istihdam edilenlerin sayısı 43 bin kişi azalırken, işsiz sayısı sadece 21 bin artmış.
Buna artık alıştık. İşgücüne katılım her ay giderek azalıyor.
Açıklanan verilere göre işgücüne katılım oranı erkeklerde yüzde 71,1, kadınlarda yüzde 34,4.
Kadın – erkek eşitsizliği 15 -24 yaş arası genç işsizlerde de devam ediyor.
Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 18,4, kadınlarda ise yüzde 27,6.
Bankacı Ömer Aras, "Deneyimler – İnsan Paylaştıkça Çoğalır" isimli kitabında kendi yöneticilik deneyimlerini anlatıyor.
Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Finansbank çalışanları arasında kadın – erkek eşitliğini sağlamanın, bankanın performansına ve kârlılığına nasıl yansıdığını anlattığı bölümde aktardığı bir bilgi dikkatimi çekti.
Boston Consulting Group'un yaptığı bir araştırma, kadın ve erkek girişimci sayılarının eşit olmaları durumunda, global milli hasılanın yüzde 3 ile 6 arası bir oranda daha büyük olacağını gösteriyor.
Bu dünya ölçeğinde 2,5 trilyon ile 5 trilyon dolar arasında bir büyüklük demekmiş.
Aras şöyle bir formül de vermiş:
"2 erkek + 2 erkek = 4 insan.
2 erkek + 2 kadın > 4 insan."
AKP döneminde, kamu kesiminde kadın yönetici sayılarında yıllar içindeki azalışa dikkat çeken bir yazı yazmıştım. (Kamu kesiminde kadının adı yok.)
Yeni sisteme geçtikten sonra kapatılan Devlet Personel Başkanlığı'nın 2017 verilerine göre, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personelin yüzde 37.14'ü kadın, yüzde 62.86'sı erkekti.
İş kamu kesiminde yönetici sayısına gelince tablo daha da kötü:
Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 89.11'i erkek, yüzde 10.89'u kadın.
Kamu kuruluşları ve bakanlıklarda 2017 Eylül ayı itibariyle 1 kadın müsteşar yardımcısı, 6 genel müdür, 34 (Yüzde 9.66) genel müdür yardımcısı, 369 (yüzde 13.55) daire başkanı görev yapıyordu.
241 büyükelçiden 44'ü, 76 başkonsolostan 10'u kadındı.
İçişleri Bakanlığı'nda ise aynı dönemde 1698 mülki idare amiri içerisinde 2 kadın vali vardı.
Kamu yönetiminin verimsizliğinden hep yakınıyoruz, bir nedeni de kadınlara karşı uygulanan bu ayrımcılık olmasın?
* * *
Mübarek Cuma Soruları – 26
26 haftadır sorduğum ama yanıtını muhataplarımdan almadığım bir sorunun yanıtını Sezgin Baran Korkmaz'a ait ses kayıtlarından aldık.
Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro istemişti.
Korkmaz, bu paranın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için istendiğini söylüyor.
Demek ki artık "bu para kimin için istenmişti" sorusunu sormama gerek kalmadı.
Ancak bu ses kayıtları yeni bir soruyu gündeme getiriyor:
Korkmaz, Kıraç'tan alacaklı olduğunu iddia ettiği paranın silinmesi için kendisine "operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor. Eşinin pasaportu da her nasılsa iptal edilmiş.
Bu "içerisi" neresi?
Devletin polisi de bu karanlık parasal ilişkilerde "mafya tetikçisi" olarak mı kullanıldı?
Bakan Soylu'nun, yurtdışına kaçmasından önceki gün Sezgin Baran Korkmaz ile görüşmesi ve bu görüşmede iki de polis müdürünün bulunması bu tür ilişkilerin sonucunda mı gerçekleşti?
Bekleyelim, öğreneceğiz nasıl olsa.
Bakan Soylu'nun Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını neden sakladığını ve savcılığa göndermediğini tahmin edebiliyoruz ama.
Bilmediğimiz Bakan'ın bu işten çıkarının sadece siyasi olup olmadığı. İnsanın aklına türlü türlü şey geliyor.
Soylu, "mafyadan para alan politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.
Bu işte "siyasi nedenler" olduğunu düşünebiliriz.
Belli ki bu politikacı AKP'li, yoksa adını havuz medyasının manşetlerinden indirmezlerdi.
Gelelim diğer sorularıma.
- Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'a soruyorum:
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.
O da bunu fırsat bilerek, İçişleri Bakanı ile görüştükten sonra yurtdışına kaçtı ve bu arada da 150 milyon dolarlık malı başkalarına devredebildi.
Savcı ve hâkime birileri emir mi verdi?
Yoksa Sezgin Baran Korkmaz çarkları yağladı mı? Kime ne kadar "yağ" düştü? Aslan payını kim aldı?
İçişleri Bakanı'nın söylediğine göre ülkemizde bir politikacı var ki mafya tarafından maaşa bağlanmış.
Bakan'ın bunu bir derdest soruşturma dosyasından öğrendiğini de biliyoruz.
Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor?
Savcı da aynı mafyadan maaş mı alıyor?
- Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık'a soruyorum:
15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri ile Beşiktaş saldırısı şehit yakınları ve gazileri için toplanan yardım paraları hangi yolla "nemalandırıldı", ne kadar getiri sağlandı?
Vakıfta kaç kişi çalışıyor, yıllık ücret ödemelerinin toplamı ne kadardır?
Vakıf yöneticilerinin toplam maaşları ne kadardır?
Yöneticilerinin maaş dışındaki temsil, ağırlama vs. gibi harcamaların tutarı nedir?
15 Temmuz ve Beşiktaş saldırısı mağdurlarına ödemeler eşit olarak mı yapılıyor?
Vakfın kuruluşundan bugüne kadar hak sahiplerine yaptığı ödemelerin toplamı nedir?
Şu anda vakfın mal varlığının parasal karşılığı ne kadardır?