Bir aksilik olmaz ise 28 Şubat günü altı partinin üzerinde anlaştığı "güçlendirilmiş parlamenter sistem" önerisi kamuoyuna açıklanacak.
Öneride "güçlendirilmiş" vurgusunun yapılmasının nedeni, Türkiye'de geçmişte uygulanan parlamenter sistemin de pek matah bir şey olmaması.
O sistemde de güçler ayrılığından söz edemiyorduk, şimdiki garip başkanlık sisteminde de sorunumuz bu.
Yani aslında sorun, güçler ayrılığını nasıl sağlayacağımız sorunu.
Parti genel başkanlarının, partilerin tek seçicisi olma özellikleri sürdüğü sürece de bunu sağlayamayacağımızı biliyoruz ve ancak bu yeni öneride de bu konuda bir gelişme olduğuna ilişkin en küçük bir kulis haberi bile okumadık.
"Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" önerisinin tam metnini okuduğumuz zaman bu konuda daha çok söz söyleme olanağını bulacağız.
Kuşkusuz ki altı partinin böyle bir metin üzerinde anlaşmaya varabilmiş olmaları önemlidir.
Ancak önemli bir metin üzerinde anlaşabilmiş olmak, bunu hemen gerçekleştirebilmek anlamına gelmiyor.
Anayasa'yı doğrudan değiştirebilmek için TBMM'nin üçte ikisinin oyu gerekli. 600 milletvekili olan Meclis'te 400 oy anlamına geliyor bu.
Referanduma götürebilmek için de en az beşte üç oy lazım. Buda 360 milletvekili demek.
"Bu pazar seçim olsa" araştırmalarının ortaya koyduğu gerçek, Millet İttifakı'nın bu kadar milletvekiline ulaşabilmesinin neredeyse imkânsız olacağı.
Araştırmaların ölçemediği çok derin bir dip dalga varsa o zaman başka tabii.
O vakit ittifak daha önce üzerinde anlaştığı gibi Anayasa'yı hızla değiştirip, yeni sisteme geçiş için seçimi yenileyebilir.
Bugünkü araştırma tablosu, böyle bir seçimin sonucuna aynen yansırsa AKP'nin koalisyonun büyük ortağı olarak yeniden iktidara gelmesine de şaşırmamalıyız.
İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini AKP'ye kaptırmamak için hassasiyet gösteren parti liderlerinin, bunu tabanlarına nasıl açıklayacakları da ayrı konu tabii.
Bu fantezileri bir kenara bırakacak olursak şunu söylemek gerek: Sistem değişemeyeceğine göre seçilecek Cumhurbaşkanı, 5 yıl süreyle Türkiye'yi yönetecek.
Onun için hesapların sistemin hemen değişeceğine göre değil, seçilecek Cumhurbaşkanı ile parlamentonun beş yıl süreyle görev yapacağına göre yapılmasında yarar var.
Bir yönetim krizine sürüklenmemek için sadece Cumhurbaşkanı'nı seçtirmek yeterli olmayacak, Meclis çoğunluğunu da elde etmek gibi bir zorunluluk var.
Bu her iki ittifak için de geçerli bir sorun.
Altı partili muhalefet ittifakının önündeki asıl sorun, bu dönemi, yönetilebilir bir koalisyonla nasıl geçebileceklerini bugünden planlamak.
Seçim normal zamanda yapılacak olsa bile bu tartışmalar için zaman daralıyor.
Kararsız ve oy kullanmayacağını söyleyen seçmeni de etkileyebilecek geniş çaplı bir program bunun için gerekli.
* * *
Soruya bak, soranı anla
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika gezisine devam ediyor.
Böyle gezilerde adet olduğu üzere uçağa gazeteci süsü verilmiş maiyet memurları da alınıyor ki millet "gerçekleri" öğrensin.
Bu gazetecilerin uçakta sordukları soruları ileride toplayıp yayımlasak, Aziz Nesin'in satış rekorlarını da kırabiliriz gibi geliyor bana.
Mesela önceki gün uçaktaki gazeteci kılığına sokulmuş maiyet memuru şöyle bir soru sordu:
"İki hafta önce Kılıçdaroğlu elektrik faturasını ödemeyeceğini söyledi. CHP zihniyeti zaten bu ülkeye verdiği zararın faturasını ödememişti. Fatura ödememe alışkanlığı buradan mı geliyor? Böyle bir muhalefetten elektrik alabiliyor musunuz?"
Nasıl ama?
Yanıt da soruya layık tabii:
"Müslüm Baba gibi, tam damardan bir soru oldu. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi, tarih boyunca hep bu millete fatura ödetti, hâlâ ödetmeye devam ediyor. Ama şunu bilmesi lazım ki artık o dönemler geride kaldı. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda. Sen elektrik faturasını ödememe yoluna mı gidiyorsun? Atılacak adım bellidir. Bir daha sen bu millete bedel ödetemezsin. O tarih oldu. Ondan sonra sokaklara çık bağır. Ankara'dan İstanbul'a da bir daha kolay kolay yürüyemezsin. Bir de bu işin bu yönü var."
* * *
İşin "bu yönünde" ne var?
Yukarıda okuduğunuz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na "Ankara'dan İstanbul'a da bir daha kolay kolay yürüyemezsin. Bir de işin bu yönü var" dedi.
Ankara'dan, İstanbul'a, ana muhalefet partisinin genel başkanı neden yürüyemesin?
Ayakkabısı mı yok, yolları eşkıyalar mı kesti?
Ana muhalefet partisinin genel başkanı bile Anayasal bir hakkını kullanamayacak ise bu artık siyaset yapmanın da yasaklanacağı anlamına mı geliyor?
Bu yasaklama faaliyeti, taşrada valiler ve kaymakamlar marifetiyle yürütülüyordu.
Artık bir ileri aşamaya mı geçeceğiz?
* * *
Muhalif medyayı susturma kanunu
Dezenformasyonla Mücadele Yasası adı verilen ve esasen muhalif medyayı susturmayı hedefleyen kanun ile ilgili toplantı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlığında yapıldı.
Habere göre toplantıya katılanlar şunlar: AKP Grup Başkan Vekilleri, Genel Başkan Yardımcıları, AKP Genel Sekreteri, TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı, Adalet Bakan Yardımcısı, İçişleri Bakan Yardımcısı, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, Ulaştırma Bakan Yardımcısı, RTÜK Başkanı, BTK Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı, İletişim Başkan Yardımcısı.
Başkanlık sistemi getirmek için propaganda yaparken ne demişlerdi: Bundan sonra kanunlar TBMM'de hazırlanacak!
Sözlerini nasıl tuttular, görüyorsunuz.
Tayin edilmiş bir memur olan CB Yardımcısı, tayin edilmiş memurlar olan bakan yardımcıları ve tayin edilmiş bürokratlar. Grup Başkan Vekilleri ve Genel Başkan Yardımcıları olmasa, içlerinde seçilmiş kimse yok.
Sızan haberler doğruysa, sosyal medyada ya da internet haber sitelerinde bir haberin yalan olduğuna karar verecek olan bir mahkeme olmayacak.
Tayin edilmiş bürokratlardan oluşan bir komisyon kurulacağı ve hangi haberin yalan olacağına bu komisyonun karar vereceği iddiaları var.
Bugünkü RTÜK'e bakıp bu komisyonun da nasıl çalışacağını kolayca tahmin edebilirsiniz.
Belli ki müteahhit havuzları ve kamu bankalarının yarattığı fonlarla el değiştirttikleri ve besledikleri medyanın gücü artık onlara yetmiyor.
Onun için kenarda köşede kalmış sesleri de susturacaklar ki millet, Türkiye'de nelerin olup bittiğini asla öğrenemesin.
Otoriter rejimlerin tipik bir özelliği bu.
İnsanların neyi okuyacağına, neyi izleyeceğine, neyi takip edeceğine ve neye inanacağına kendileri karar vermek isterler.
Özgür basın, bunun için en büyük tehlikedir ve mümkün olan her yolu kullanıp, bu sesi bastırmak isterler.
Mesela geçen gün T24'ün 2021 hesapları vergi memurları tarafından denetime alındı.
Böylece iki yıl üst üste vergi incelemesine alınmış bulunuyoruz.
Demek ki Türkiye'de, vergi toplanması ile ilgili hiç sorun kalmamış, T24'ün "milyar dolarlık kazancından" kaçırdığı vergiyi yakalayacaklar ki memleket düze çıksın!
Biliyorsunuz vergi beyannamelerinin verilmesi için bir aydan uzun bir süre var önümüzde.
2021 yılının beyannamesi bile daha verilmiş değil, neyi denetlemek istiyorlar, tahmin edebilirsiniz.
Yapmak istedikleri şey gözdağı vermek.
Allah'tan yurtdışından ya da içinden herhangi bir fon vs. ile bir alakamız yok.
Tek gelir kaynağımız reklamlar ve orada da her kuruş faturalı.
Demek ki öyle bir şey olsa bir de casus muamelesi yapacaklar.