28 Nisan 2021

Yaşam biçimimize müdahale

Bir yandan toplumun bu yasaklara vereceği tepkiyi test ediyorlar, diğer yandan her yasağı bir sonraki yasağın gerekçesi yapıyorlar. Tam kapanma süresince içki satışı yasağında olduğu gibi

Dün ortaya çıktı ki bayram sonrasına kadar sürecek sokağa çıkma yasağı sırasında içki satışı da yasak olacakmış.

Bakkallar, marketler, tatlıcılar, pastaneler, çerezciler belli saatler arasında açıkken, içki satan tekel bayileri neden kapalı diye sormayın.

Çünkü böyle bir soru sormanın, Erdoğan rejiminde bir karşılığı yok.

Böyle bir soru sorarak, mantıklı bir yanıt ararken aslında tamamen mantıksız bir iş yapmış oluyoruz.

Çünkü bu soruya mantıklı, tutarlı bir yanıt bulabilmemiz mümkün değil.

Bunun tek açıklaması virüsün, marketlerden daha çok tekel bayilerinde yayıldığı bilimsel gerçeği olabilir ki böyle bir bilgi de yok.

Böyle oluyor çünkü iktidardaki Siyasal İslamcıların asıl derdi yaşam biçimimize müdahale etmek.

Siyasal İslam böyle bir şey işte.

Her fırsatta kimsenin yaşam tarzına müdahale etmediklerini söylerler ama akıllarında bir tek şey vardır: Kendi yaşam biçimlerini topluma zorla dayatmak!

Bugün iktidarda olan zihniyetin en büyük probleminin laik Cumhuriyet olduğu sır değil.

Cumhuriyet'in kuruluşuna giden yoldaki kilometre taşlarını oluşturan milli bayram günlerini bir bahane bularak kutlamamalarının ardında da bu vardır.

İçlerinden "keşke Yunan kazansaydı" diye geçirdiklerine de emin olun ama bunu ancak deli rolü yapanlara söyletebiliyorlar.

Ramazanın başından beri pandemi yasaklarına rağmen kalabalık iftar davetleri veren Cumhurbaşkanı'nın, 23 Nisan nedeniyle Anıtkabir'e bir çelenk bile götürmemesinin, Cumhuriyeti kuran kadroları konuşmasında hiç anmamasının nedeni de budur.

Laik Cumhuriyetin yarattığı toplumsal ortamdan filizlenen yaşam biçimlerine tahammül edemiyorlar, ellerine fırsat geçse önce bunu yok etmek isterler.

Ramazanı bahane ederek öğlen servis veren lokantaları da kapatmaları, hafta sonu içki satışına yasak koymaları da ellerine fırsat geçince neler yapabileceklerinin ipuçlarını veriyor.

Farkında mısınız, bir yıl önce ilk pandemi yasakları ilan edildiğinde ruhsatında "bar" yazılı işletmeler de lokantalar, kahvehaneler, nargilecilerle birlikte kapatılmıştı. Arada hepsi açıldı, bir tek barlar hiç açılmadı.

"Barlar ve içkili eğlence yerleri" o günden beri kapalı.

Bir yandan toplumun bu yasaklara vereceği tepkiyi test ediyorlar, diğer yandan her yasağı bir sonraki yasağın gerekçesi yapıyorlar.

Tam kapanma süresince içki satışı yasağında olduğu gibi.

17 gün süresince içki satmak yasak olacakmış çünkü daha önce açıkladıkları gibi hafta sonlarındaki sokağa çıkma yasaklarında da içki satışı yasakmış!

O süreçte hafta sonu marketlerde içki satışını yasaklamalarını da böyle açıklamışlardı: Tekel büfeleri kapalı, haksız rekabet olmasın diye marketlerde de içki satışı yasak!

Yasakların, yeni yasaklar doğurması denilen şeye tipik bir örnek olmalı bu.

Bunun bir sonraki adımının nereye uzanacağını şimdiden kestirebilmek mümkün değil tabii.

Ancak şunu bugünden kesin olarak söyleyebilirim: Şu anda toplumu test ediyorlar. Buldukları ilk fırsatta bu yasakları daha ileri götüreceklerdir.

* * *

Türk olmak kolay değil!

Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Antalya'da düzenlenen bir toplantıda tam kapanma uygulamasının turistleri etkilemeyeceğini söyledikten sonra "Türkiye'de turist olmak avantajlı oluyor" dedi.

Turist olmanın avantajları nelerdir, Türkiye'de turist olmadığım için bilmiyorum ancak şunu söyleyebilirim ki Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı bir Türk olmak kolay değil, özenilecek bir durum hiç değil!

Mesela Garson Hamdi yerine, Garson Hans olsaydık, devletimiz salgın nedeniyle alınan bütün bu kapanma önlemlerinin hayatımızı zehir etmesine engel olurdu.

İşsiz kaldığımız süre içinde adam gibi işsizlik ödeneğimizi alırdık.

Patronumuzun adı Doğan olacağına David olsaydı, o da işletmesinin bir yıl önceki gelirinin belli bir bölümünü alır, vergileri vs. ötelenmiş olur, "pandemi bitince bu iş yerini hangi parayla açacağım" diye kara kara düşünmek zorunda kalmazdı.

TC vatandaşı Gazanfer olmak yerine Birleşik Krallık tebası George olsaydık, çoktan aşılanmıştık.

Kraliçenin Başbakanı "komisyonu hangi şirket alacak" diye oyalanmadığı için zamanında hepimize yetecek kadar aşı siparişini vermiş olurdu.

TC vatandaşı olacağımıza İsrail vatandaşı olmuş olsaydık, bayramda sıcak Akdeniz sularında kulaç atabilirdik.

TC vatandaşı olacağımıza mesela Ukraynalı olsaydık, ilk uçağa atlayıp Türkiye'ye tatile gelebilir, sudan ucuz fiyatlarla her şey dahil tatil yaparken, havuz başında buz gibi biramızı da yudumlayabilirdik.

Evet, Bakan kesinlikle haklı; Türkiye'de Türk olacağımıza, turist olsaydık hayat bize güzel olurdu!

* * *

Yüce Divan'a gitmeyecek mi?

Eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ve eşine ait olan şirketin bakanlığa dezenfektan sattığı açıklandığında bu satışın "piyasa fiyatının altında olduğu" açıklanmıştı.

Meğerse öyle değilmiş.

İsmail Saymaz'ın dün Sözcü'de yayımlanan haberine göre şirket, Ruhsar Hanım'ın şirketi, Ticaret Bakanlığı'na 35 liraya sattığı dezenfektanı THY'nin yarısına sahip olduğu TGS Yer Hizmetleri Şirketi'ne 14 lira 35 kuruştan satmış.

Normal bir demokraside, başında bulunduğu bakanlığı böyle akçalı işlerine alet eden bir bakan hakkında TBMM'de, devletin bütün olanakları kullanılarak sıkı bir soruşturma yürütülür.

Yaptığı işlerde yolsuzluk, usulsüzlük yaptığı, bundan maddi kazanç elde ettiği tespit edilirse bakan Yüce Divan'da yargılanır.

Orada aklanır ya da cezalandırılır.

Ama Türkiye'de normal bir demokraside yaşamıyoruz.

Cumhurbaşkanı'nın görevden alması yeterli oluyor.

Çünkü Cumhurbaşkanı kendisini her şeyin üstünde görüyor, Yüce Divan'ın bile.

"Cezasını ben verdim, işten attım" demesiyle iş bitiyor.

Hani bu Türk tipi başkanlık sistemi geldiğinde TBMM her şeye hakim olacak, her şeyi denetleyecek, kör kuruşun bile hesabını soracaktı?

Yolsuzluğu ayyuka çıkmış bir bakanı bile soruşturma yetkisi elinden alınmış bir Meclis var artık.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"