26 Eylül 2019

Yandaş müteahhit kurtarma fonu

Türkiye Varlık Fonu'nun, İstanbul Finans Merkezi projesine ortak olmasının “Türkçe meali”, yandaş müteahhit kurtarmadır

Türkiye Varlık Fonu, İstanbul Finans Merkezi projesine ortak olduğunu açıkladı.

Genel Müdür Zafer Sönmez, “Projenin yaklaşık 465 bin metrekarelik kısmını proje, hafriyat, arsa bedelleri ve bugüne kadar tamamlanan inşaat maliyetleri dahil olmak üzere 1,67 milyar TL karşılığında devralacağız” dedi.

Genel Müdür bunu stratejik bir yatırım olarak görüyor.

Evet, bence de stratejik bir adım!

Ancak İstanbul Finans Merkezi müteahhitleri açısından bakınca, bunun stratejik bir adım olduğunu söyleyebiliriz.

Bu işin “Türkçe meali”, yandaş müteahhit kurtarmadır, başka bir şey değil.

Nitekim Genel Müdür, “inşaatların bir an önce başlayabilmesi için” yapılacak işlerden söz ediyor.

Bunun Türkçe meali de şu: Müteahhitler yarım bırakmışlardı, biz aldık, şimdi kamu kaynaklarıyla bu işi tamamlamanın yollarını arıyoruz.

Varlık Fonu kurulurken Türk halkına ne denmişti, hatırlayanınız var mı?

Ben hatırlatayım:

“Sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek. Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi dev projelere kamu borcunu arttırmadan finansman sağlamak.”

Şimdi müteahhitlerin tamamlayamayıp yarım bıraktığı, alış veriş merkezi, ofis ve rezidans binalarını 1 milyar 670 milyon liraya satın almak, bunun neresine sığıyor?

Belli ki “müteahhitleri kurtarın” emri verilmiş, bu iş olmuş.

Hangi müteahhitlerin bu yolla kurtarıldığını da bir zahmet açıklamazlar tabii.

Geçenlerde de BDDK, bankalara verdiği bir talimatla, inşaat ve enerji sektöründeki 46 milyar liralık kredinin “takipteki alacaklar” listesine yazılmasını istemişti.

Öyle görünüyor ki kamu kaynakları, yandaş müteahhitleri kurtarmak için seferber ediliyor.

***

Fotoğrafta görüntüleneni zaten biliyorduk

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 4. Sınıf öğrencileri için yaptığı “Öğrenci Başarı İzleme Araştırması”, eğitimde uzun süredir bildiğimiz bir durumu bir kez daha teyit etti.

Dördüncü sınıf öğrencilerinin yüzde 40’ı Türkçe okuduğunu anlamıyor.

Öğrencilerin ancak yarısı, matematikteki akıl yürütme sorularını yanıtlayabiliyor.

Milli Eğitim Bakanı Yardımcısı Mahmut Özer, bu sonuçları değerlendirirken Hürriyet’e şöyle konuşmuş:

“Amacımız net bir fotoğraf çekip, çözüm önerileri geliştirmek.”

Aslına bakarsanız bu fotoğraf daha önce de defalarca çekildi.

Bakanlığın bu son değerlendirmesi, PISA testlerinin verdiği sonuçlarla gayet iyi örtüşüyor.

PISA’nın bizdeki karşılığı da ABİDE: Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi araştırması.

Bu araştırma da 8. sınıf düzeyinde öğrencilerin yüzde 16,4’ünün basit dört işlem hesaplarını bile yapamadığını ortaya koymuştu.

Öğrencilerin yüzde 66,1’i deyimleri, atasözlerini, hicivleri anlayamıyor.

Öğrencilerin neden – sonuç ilişkisini kuramadıklarını, yapılan her araştırma ayrı ayrı gösteriyor ama bir adım ileriye de gidemiyoruz.

Türkiye, genç nüfusuyla rekabetçi bir ülke olabilecek iken olamıyor çünkü çocuklarımızı eğitemiyoruz.

İlk ve orta öğretim yerlerde sürünürken, üniversitelerimizin de durumu farklı değil.

Daha geçen gün açıklandı, Türkiye’deki üniversiteler sürekli geri gidiyor.

Küresel Rekabetçilik Raporu’na göre eğitim sistemimizin kalitesi 146 ülke içinde 101. sırada.

Ve Milli Eğitim Bakanlığı sürekli fotoğraf çekiyor!

İcraatta yaptıkları ise imam hatiplerin sayısını arttırmak, kız – erkek öğrencileri bir yolunu bulup ayırmak!

İktidardaki partinin önceliği hiç bir zaman eğitimin kalitesini yükseltmek olmadı.

Tek dertleri vardı, imam hatiplerin sayısını arttırmak, mümkünse bütün çocukları imam hatip öğrencisi yapmak.

Oysa tek başına iktidarda geçirdikleri şu 17 sene içinde, eğitim sistemimizi işler hale getirebilirlerdi.

Ama ajanda, eğitimi iyileştirmek değil, dini temellere oturtmak olunca gelebildiğimiz yer de burası: Çocuklar kendi dillerini bile düzgün öğrenemiyorlar, anlayamıyorlar.

***

Midyeyi nasıl seversiniz? Cıvalı mı, kurşunlu mu?

Hafta başında İstanbul Beylerbeyi sahilinde  “midye avlayan” bir tekne battı. Midye avlayan dalgıçları da yine midye avına çıkmış bir başka tekne kurtardı.

Haberde şöyle bir ayrıntı var: “Belirlenen alan dışında kaçak olarak avlanıyorlardı.”

Demek ki İstanbul Boğazı’nda, kamu otoritesi tarafından belirlenmiş bazı yerler var ve bu yerlerde midye avlamak serbest!

Hepimizin bildiği gibi midye, içinde yaşadığı suyu süzerek beslenir.

Bu açıdan bakıldığında denizlerdeki biyolojik yaşam için olumlu bir işlev yerine getirirler.

Ortalama 7 – 8 santimetrelik bir midye saatte 10 – 15 litre su süzer.

Ancak unutmayalım ki Boğaz da dahil olmak üzere Marmara’da ciddi bir ağır metal sorunumuz var.

Bu ağır metaller midyenin içinde kalır ve ister tava olarak, ister “moule mariner” olarak, ya da makarnanızla birlikte bu ağır metalleri afiyetle vücudunuza kazandırabilirsiniz.

Ağır metal zehirlenmesi, insanlar için ciddi sağlık sorunları yaratır, ölüme kadar da varabilir.

Anlayamadığım konu da bu zaten: Boğaz’ın neresinde ağır metal sorunu yok ki buralarda midye avına izin verilmiş?

Normal olarak Boğaz’da avlanan gümüş, istavrit, lüfer, palamut bile dikkatle tüketilmeli.

Kolayca tahmin edebileceğimiz nedenlerle devletimiz ve belediyemiz, Boğaz’da ve Marmara’da avlanan deniz ürünlerindeki ağır metaller ile ilgili tahlil sonuçlarını yayınlamıyor.

Çünkü yayınlasalar, hiç hoş olmayan tablolar ile karşılaşacağımız son derece açık.

Onun yerine vatandaşın çaktırmadan zehirlenmesine göz yumuyorlar.

Onun için “midye avına izin verilen” yerlerin, nasıl tespit edilebildiğini haliyle merak ediyorum!

Bir yetkili açıklayabilir mi acaba? Çünkü Boğaz’ın suyu, durduğu yerde durmuyor!

“Peki hiç midye yemeyecek miyiz” diye merak ediyorsanız söyleyeyim:

Tarım Bakanlığı tarafından ciddiyetle takip edilip, denetlenen deniz çiftliklerinde üretilen midyeleri elbette yiyebilirsiniz.

Yeter ki bakanlığın görevini doğru dürüst yerine getirdiğinden emin olun!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"