Tommiks'te "Binbir Surat" isimli bir karakter vardı, benim yaşımdakiler hatırlarlar.
Bu gazeteyi okuyanların yaş ortalamasını dikkate alırsam, Tommiks'i bile tanımayanların sayısının daha fazla olma ihtimali de var tabii.
Tommiks, bir çizgi roman kahramanıydı, Kulver Kalesi'nde yaşar, Nevada çöllerini haydutlara ve doğal olarak oranın asıl sahibi "Amerikan yerlilerine" (eskiden Kızılderili denilirdi ama bu artık kullanılmaması gereken bir kelime. Bizim buralarda bu yüzden başınıza iş açılmaz ama aklınızda olsun) dar ederdi.
Yüzbaşı rütbesinde, yakışıklı bir "ranger"!
Kale komutanının kızı Suzi ona yanıktı ama bizim Tom "hünsa" bir karakter olarak yaratılmıştı, yüz vermezdi kızcağıza.
Binbir Surat, defalarca kurşun yese de asla ölmez, yaralanır, bir yolunu bulur yine tüyüp, başka bir kılıkta, başka bir macerada ortaya çıkan bir garip insanoğluydu.
Ama sonunda her kötü gibi belasını buldu, Tom Miks'in bu durumu tespit eden cümlesi de o günden beri kulaklarımı tırmalıyor: "Bu kez iyice öldü!"
Türkçenin canına okuyan bu cümleyi geçen gün magazin haberlerini okurken bir kez daha hatırladım.
Hande Erçel ile Kerem Bursin ayrılmışlar, o haberi okurken kendimi şu cümleyi söylerken yakaladım: "Bu kez iyice ayrıldılar!"
Çünkü arkadaşlar bunun nedeni, ayrılık haberlerinin daha önce çıkanlar gibi olmamasıydı, artık bir araya bir daha gelemeyeceklerini bildiren bir haberdi:
Hande Erçel, Kerem Bursin ile olan fotoğraflarını sosyal medyadan sildi!
Oysa bu aşkı onlarla günü gününe birlikte yaşamıştık.
İlişki bir dizinin setinde başlamış, gazetelerde bu yönde haberler çıkınca Kerem Bey kardeşimiz "aşırı yakın arkadaşız, başka bir şey yok aramızda" demişti.
Aşk saklanamaz olunca da sosyal medya fotoğraflarından oluşan bir konfeti yağmuruna maruz kalmıştık.
Son zamanlarda çıkan ayrılık haberleri de hep yalanlanıyordu, onun için silinen fotoğraflardan anlıyoruz ki "bu kez iyice ayrılmışlar"!
Bana bu iş eskiden çok saçma gelirdi.
Mutlu anılarını neden siliyorsun, ne anlamı var diye.
Ama şimdi kızmıyorum çünkü burası Türkiye ve yüce devletimiz bunca işinin gücünün arasında bu işe de karışıyor.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun, eski sevgilisinin fotoğraflarını sosyal medya hesaplarından kaldırmayanların 1 ile 4 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanması gerektiğine ilişkin bir kararı var.
Meğer bu, 'kişisel verileri' izinsiz olarak kullanma suçu oluşturuyormuş.
Olayın mahkemelere kadar düşmesi saçma aslında.
Fotoğraflar çekilirken rıza var. Fotoğraflar sosyal medyaya konulurken rıza var. O zaman Yargıtay'a ne oluyor? Bunun "gizli kalması gereken kişisel veriler" ile ne alakası var?
Sahtekârlık
Öte yandan, bu fotoğrafları sildirmek için mahkemelere koşan kız acaba ne düşünüyordu?
Böylece yeni sevgilisine 'saf ve temiz' olduğunu mu ispat edecek? E bu da bir tür sahtekârlık sayılmamalı mı?
Yeni sevgili, bunun için mahkemeye giderse Yargıtay bu konuda ne der acaba?
Öte yandan bir acayip durum aslına bakarsanız bu "silme" eylemi.
Eskiden sosyal medya yoktu, fotoğraflar kâğıda basılır, öyle saklanırdı.
Ayrılık olunca da fotoğraflar yırtılır, herkes kendi payına düşeni alırdı ama daha da çok kız kendi fotoğraflarını keser alır, oğlanın olduğu parçalar ya çöp tenekesini ya da sobayı / şömineyi boylardı!
Şarkısı bile vardı: Bir resmin kalmış bende, tam ortadan yırtılmış, hani siyah kazaklı, biliyorsun değil mi?
Barış Manço'nun bu şarkısını bir ara sahneye çıkış şarkım yapmıştım dersem, bana inanır mısınız bilmem.
Kısa veya uzun bir süre için de olsa, hayatının en önemli insanı olan birisini, fotoğraflarını yırtarak, yakarak unutabilir misin?
Yaşadığın duyguları unutmak, bu kadar kolay mı?
Kolayca unutabiliyorsan fotoğrafları yırtsan ne olur, yırtmasan ne olur?
Kolay unutulan birisi, aslında sizin için gerçekte hiç yaşamamış demektir, fotoğrafıyla filan niye uğraşasın?
Soruların kendime göre yanıtları var ama özeti şudur:
İnsanın gizli bir tebessümle hatırlayacağı anılarının olması iyidir.
Kısa veya uzun bir süreyi 'canım, cicim' diye geçirdiğin birisini unutmamak, unutmaktan daha iyidir.
Güzel günleri hatırlamak, ayrılığa yol açan kötü günleri hatırlamaktan kuşkusuz ki daha iyidir.
Kim bilir, belki de ben yanılıyorumdur.
Theodor Reik, 'Aşk ve Şehvet Üzerine: Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi' (Say Yayınları, çeviren: Ali Kılıçlıoğlu) isimli kitabında "kaybolmakta olan aşk, kayıtsızlıktan çok, nefrete yakındır" diye yazmış.
Belki de biten bir ilişkinin ardından fotoğrafları sosyal medyadan silmek ya da eskiden olduğu gibi fotoğraftan dekupe etmek, arkadaş listesinden atmak, hatta telefonunu bile rehberinizden silmek gibi davranışların nedeni bu.
Bana sorarsanız asıl sorun, ilişki bitip ayrıldıktan sonra başlar: Fotoğraflarını silebiliyorsun, sosyal medya hesabından atabiliyorsun da kafandan atabiliyor musun? Mesele budur.
Öfke geçinceye kadar beklemek, seni çok rahatsız ediyorsa o fotoğraflara bir süre hiç bakmamak, daha doğru bir davranış olur.
Bütün o kötü duyguları geride bıraktığında o fotoğraflar iyi duygular uyandırır içinde.
İnsan hafızası zaman içinde kötü duyguları siler; sadece iyileri saklar.
Sevip de kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan çok ama çok daha iyi bir duygudur!
Silemezsin ki
Öte yandan memleketimizin erkek nüfusunun, kadınlar üzerindeki ceberut tutumlarını da yok sayamayız gibi geliyor bana.
İşlenen kadın cinayetlerindeki gerekçeleri okudukça ilkel erkek türünün yaşadığı bir dünyada, eski ilişkilerini hiç yaşamamış gibi davranmak isteyen kadınları da anlayabiliriz.
Sosyal medyadaki izleri silmek, belki bu açıdan bir anlam taşıyor olabilir ama bu sanırım şan, şöhret sahibi olan Hande Hanım gibiler için geçerli olmamalı.
O yaşadıklarını zaten kamuoyunun gözünün önünde yaşıyor ve sosyal medyadan ilişkinin hatıraları silsen bile izlerin sanal alemde kalıyor.
Bu yazıyı yazarken baktım, 54 saniyede 2 milyon 680 bin sonuç çıktı. Hatta sosyal medya üzerinden yaptıkları bazı yazışmalar bile orada duruyor.
Yine Reik'ten bir alıntı yapacağım:
"Kişinin kendinden duyduğu tatminsizlikten, nesneyle ilgili hayretinden, hayranlık, imrenme, düşmanlık duygularından başlayan kaçınılmaz ritmik bir hareket vardır; bunların hepsi güçlü bir tepki oluşumuna, aşka yol açar ve bunu, aynı yol üzerinden ters yönde giden karşı hareket izler. Kendimizi bu döngüye bırakmaktan alıkoyamayız."
Acaba Hande Hanım'ın fotoğrafları silmesinin nedeni bu muydu?
Üzerimize o kadar çok fotoğraf boca etti ki bu yaptıklarını şimdi "ters yönde giden karşı hareket" takip ediyor sanırım!
İlişkinin bitiminde sosyal medyadan fotoğraf silmek kadar yaygın bir diğer davranış ise "dövme sildirmek"!
Bunu yapan çok sayıda ünlü var, ünsüzlerin sayısını tahmin bile edemiyorum.
"Araştırmacı gazeteci" olarak internette baktım, daha çok kadınlar dövme sildirmeye eğilimli.
Şimdi isimlerini tek tek yazmayacağım ama mesela iki ünlü sevgili var ki ilişkileri iyiyken birbirlerinin isimlerinin baş harflerinden kendilerine dövme yaptırmışlar. Ayrılınca kadın sildirmiş, erkeğin yaptırdığı duruyor.
Bir başka ünlü hanım, evlendiği (o da ünlü) adamın adını omzuna yazdırmış, boşanınca üzerini güller, çiçeklerle kapatmış.
Sanki bir tür mezarlık gibi! Adını çiçeklere gömdüm!
Nitekim sosyal medyada fotoğraf silme eylemine de daha çok kadınlarda rastlıyoruz.
Bu sadece kadınlar ile erkekler arasındaki duygusal farklılıklardan kaynaklanıyor olabilir mi?
Yoksa, toplumumuzda kadınlara yüklenen roller ve o rollerin dayattığı bir çarpık ahlak anlayışı mı bunun nedeni?
Reik yukarıda söz ettiğim kitabının "Cinslerin Duygusal Farklılıkları" isimli ikinci cildinde şöyle yazıyor:
"Cinsler arasındaki duygusal farklılıklar o kadar belirgin ve çoktu ki sonunda bilimsel psikoloji bunlarla ilgilenmek zorunda kaldı ama ne gariptir ki psikolojik farklılıklara ne kadar çok dikkatini verdiyse, bunun psikolojinin sorunu olup olmadığı konusunda da o kadar kuşkuya düşmüştür."
Reik, psikologların bu yöndeki çalışmalarını derinleştirdikçe biyoloji, endokrinoloji, sosyoloji, antropolojinin alanlarına geçmek zorunda kaldıklarını yazıyor.
Onun için ülkemizdeki kadınların, ayrılıkların ardından o ilişki sanki hiç yaşanmamış gibi davranmaya eğilimli olmalarının nedeninin toplumsal olabileceğini düşünüyorum.
Diğer yandan Reik, cinselliğin, cinsler için değişik anlamları olduğuna da dikkat çekiyor, "ikisi aynı şeyi yaptığı zaman bunu birlikte yapmış olsalar da yapılan şey aynı değildir" diye yazıyor ve ekliyor:
"Kadınların ve erkeklerin cinselliğinde temel duygusal fark olarak saptanabilecek olan, başka davranış alanlarında, artık cinsel niteliği olmayan tutumlarda ve tepkilerde de kendisini gösterecektir."
"Yak bütün fotoğrafları, bana ait eşyaları" şarkısının günlük hayattaki iz düşümünü açıklamak için sanırım doğru olan şey, kadın ve erkek için toplumsal yaşamda tarif edilen rollere de bakmak.
Bizim memlekette çok fazla kadınla ilişki yaşamış bir erkek için söylenebilecek en kötü söz olsa olsa "uçkuru düşük" olabilir.
Çapkın kerata
Ancak böyle isimlendirilen birinin bile toplum içindeki erkeklerin çoğunluğundan ve hatta bazı kadınlardan bile onay aldığını söyleyebilirim.
Bu davranışının bir marifet gibi görüldüğüne, "çok da çapkın kerata" gibisinden örtülü övgüler aldığına bile tanıklık etmişizdir.
Böyle birisi eğer toplumun değerler silsilesi içinde önde gelen konularda o çizginin dışına çıkmıyorsa mesele yoktur, bu yönü görmezden gelinir.
Ama aynı durum kadınlar için geçerli değildir.
Çok sayıda ilişkisi olan ve bunu saklamaya çalışmadan yaşayan kadın "itibar" kaybeder.
"Ucuz kadın, kolay kadın" olarak yaftalanır.
Birçok kişi gönül huzuru içinde ve gerçekten bunun bir hak olduğunu kabul ederek kadınlar için "eşit işe eşit ücret" talep eder, kadın cinayetlerine karşı tepki gösterir ama iş cinsel olarak kadınların da erkekler gibi serbestçe yaşayabilmesini savunmaya gelince, ortalıkta ani bir tenhalaşma başlar.
Onun için biten bir ilişkinin ardından eski fotoğrafları silen kadınların bunu neden yaptıklarını anlayabiliyorum.
İki yüzlü bir toplumda yaşamanın doğal bir sonucu bu.
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.