04 Ocak 2021

Vitrin süsü!

12 yıl önce CHP'nin başı örtülü kadınları üye yapmasını alkışlayan Erdoğan, ne değişti de bugün türbanlı bir kadının CHP fotoğrafında yer almasını bu şiddette eleştiriyor?

27 Kasım 2008 günü, Hürriyet'te yayımlanan yazımın birinci cümlesi şöyleydi:

"CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın çarşaflı kadınlara rozet takmasından sonra dün de gazetelerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, başı açık tayyörlü kadınlara rozet takarken çekilmiş fotoğrafları yayımlandı."

29 Mart 2009 yerel seçimlerinin yapılmasına 4 ay kalmıştı.

Bazı CHP'liler, çarşaflı bir kadına CHP rozeti takılmasını eleştirince Baykal, "önemli olan insanın kafasının içidir, dışı değil" yanıtını vermişti.

Bunun üzerine Erdoğan da başı açık, tayyörler içindeki kadınlara AKP rozetini takarken şunu söylemişti:

"Temennim odur ki bunun arkası gelsin, kesilmesin. Tabii, olumsuz çıkışlar olacaktır. Sayın Genel Başkan buna karşı dik durmalı. Bu güzel bir gelişmedir."

Hatırlar mısınız bilmem, o seçimde AKP'nin kullandığı propaganda afişlerinden birinde iki erkek, iki kadın ve iki çocuktan oluşan bir görsel kullanılmıştı.

Kadınlardan birinin başı açıktı, diğeri bugün yaygın olarak kullanılmakta olan "türban" ile değil, geleneksel diye tanımlayabileceğimiz bir yazmayla başını örtmüştü.

O yıllarda AKP afişlerinde türbanlı kadınlar ön planda olmazlardı, Erdoğan değilse bile ben hatırlıyorum.

12 yıl önce CHP'nin başı örtülü kadınları üye yapmasını alkışlayan Erdoğan, ne değişti de bugün türbanlı bir kadının CHP fotoğrafında yer almasını bu şiddette eleştiriyor?

Ne değişti de, kimsenin okumadığı ve kimsenin seyretmediği medyası ve trolleriyle, Fikri Sağlar'ın, CHP lideri tarafından da eleştirilen sözlerinin üzerinde tepiniyor?

Bunun yanıtı açık: Koltuk şiddetle sallanıyor ve o koltuğun sallanmasını önlemek de elinde değil.

Ne işsizlere iş bulabilir, ne de bitmiş, tükenmiş esnafı, memuru, işçiyi mutlu edecek adımları atabilir.

Geriye kalıyor, denenmiş eski formül.

Sanki çok önemsiyormuş gibi görünmeye çalıştığı başörtülü kadınları korkutmak.

Ama ah o dili yok mu?

Bilinçaltını ele veren, hakim olamadığı dili!

CHP'li türbanlı kadına "vitrin süsü" derken, aslında kendisinin çalışma hayatındaki kadını nasıl gördüğünü de ele veriyor.

* * *

Bu hesabı kim, nasıl yaptı?

"Yap – işlet – devret" usulüyle yaptırılan Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı'nda geçtiğimiz yıl 5 milyon yolcu garantisi verilmiş.

Yolcu başına 1,5 dolar hesabıyla.

2017 ve 2018 yılları için 2'şer milyon, 2019 ve 2020 yılları için 5'er milyon, 2021 – 2024 yılları için 8 milyon, daha sonra 2030 yılına kadar da her yıl için 10 milyon yolcu garantisi verilmiş.

Gar binasının içinde bulunan 2 bin 500 araçlık otopark, 50 bin metrekarelik alış veriş merkezi, yolcu salonundaki büfeler, terminal içindeki 140 odalı dört yıldızlı otel ve çatı katında bulunan lokanta alanlarının işletmesi de, yapımcı şirketlere bırakılmış. Terminalde ayrıca 4 bin metrekare ofis ve toplantı odaları da bulunuyor.

2020 yılında garanti edilen 5 milyon yolcu sayısına karşılık, terminali 727 bin yolcu kullanmış ancak bu o kadar önemli değil.

Çünkü terminal, garanti edilen yolcu sayısı tarafından kullanılsa da, kullanılmasa da taahhüt edilen yolcu başına 1,5 dolar ödeyeceğiz.

Taahhüt edilen tutar 150 milyon dolara ulaşıyor.

Yolcu sayısı garanti edilen miktarı aşarsa, bu kez aşan miktarı için yolcu başına 50 Cent, yapımcı şirketlere ödenecek.

Ve son bir bilgi daha: İptal edilen ilk ihalede birbirlerine rakip olan Limak ve Cengiz İnşaat, ikinci ihalede, yanlarına Kolin İnşaatı da alarak "tek teklif veren olarak" ihaleyi kazanmış.

Limak Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, inşaat sürerken terminalin toplam maliyetinin 235 milyon dolar olacağını açıklamış.

Özdemir, yılda 36 milyon yolcu tahmin ettiklerini de söylemiş.

Bu durumda, taahhüdü aşan yolcu başı 50 Cent üzerinden yapımcı şirketlere ödenecek tutar 150 milyon Doları geçiyor.

Yani kaba bir hesapla, bütün yatırım tutarı, Hazine tarafından garanti edilmiş bulunuyor üstüne 140 odalı 4 yıldızlı otel, otopark, lokantalar, büfeler ve 50 bin metrekarelik alış veriş merkezinin (Akmerkez'in yaklaşık üçte biri kadar) işletilmesinden elde edilecek kâr da şirketlere bırakılıyor.

Madem bütün maliyeti Hazine karşılayacaktı, o zaman bu işi niye kendisi yapmadı?

Bu durumda işletmelerden elde edilecek kâr da kamuya ait olurdu.

AKP iktidarında yaptırılan bu tür işlerin hiçbiri şeffaf ihalelerle gerçekleştirilmedi.

Davet usulü yapıldı, taahhütler, maliyetler "ticari sır" diye saklandı.

Bu hesabı ben CHP Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz'ın Sözcü'den Başak Kaya'ya açıklamaları ve internetteki araştırmalarımla yaptım.

Şunun doğrusunu Hazine ya da müteahhitler açıklasa da, hepimiz öğrensek daha doğru olmaz mı?

* * *

Gain'i indirdiniz mi?

Yıl biterken yepyeni bir medya platformu yayın hayatına girdi.

Gain Medya, akıllı telefonlara indirilen bir uygulama üzerinden izlenebilecek.

Platformda, farklı format ve kategorilerde diziler, kısa filmler, belgeseller, spor, müzik ve eğlence programlarının yanı sıra günlük haber akışı ve canlı yayınlardan oluşan yerli yabancı zengin bir içeriğe ulaşmak mümkün olacak.

Platform, NTV'nin eski yöneticisi Cem Aydın tarafından yönetiliyor.

Şu anda herhangi bir bedel ödemeden bu içeriğe ulaşmak mümkün.

İleride nasıl bir model ile sistemin gelir elde ederek, ayakta duracağını bilmiyorum.

Dilerim ki uzun ömürlü olsun.

Çünkü, bağımsız, farklı fikirlere açık, yeni yeteneklere kendilerini ortaya koyabilmeleri için fırsat veren bütün yeni medya platformlarının ülkemiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Sadece bizim memlekette değil, diğer ülkelerde de medyayı kontrol ederek halkların zihinlerini yönetebileceklerini zannedenlere karşı yeni medyanın yapabileceği çok şey var.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"