14 Ağustos 2020

Venceremos, kıralım zincirlerimizi!

Daha iki gün önce döviz fiyatlarındaki artış, dış güçlerin Türk ekonomisini yıkma planının bir parçası değil miydi? Meğerse öyle değilmiş

"Büyük devrimci" Berat Albayrak, döviz fiyatlarının yılbaşından bu yana yüzde 20'yi aşan oranda artmasından çok memnun görünüyordu.

Şunu söylediğini kulaklarımla duydum, başka türlü haberim olsaydı inanmazdım.

"Önemli olan kurun rekabetçi olup olmamasıdır. Türkiye, tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle ekonomisini dönüştürecek bir yapıya kavuştu."

İnsanın haliyle kafası karışıyor.

Daha iki gün önce döviz fiyatlarındaki artış, dış güçlerin Türk ekonomisini yıkma planının bir parçası değil miydi?

Ekonomimize yönelik bir saldırı başlamamış mıydı?

Meğerse öyle değilmiş.

Demek ki bize bunun bir dış saldırı olduğunu söylerlerken, içten içe seviniyorlarmış, "rekabetçi kuru yakalıyoruz" diyerekten!

Kafamdaki kötü düşünceleri kovdum ve "Damat Bakan sevindiğine göre, bizler de mutlu olmalıyız" diye aklımdan geçirdim.

O sevinçle bir karpuz kesecektim ki yap-işlet-devret projelerinde garanti edilen parayı hatırladım.

Mesela Şehir Hastaneleri için ödeyeceğimiz garanti para 142 milyar ABD Doları.

Gerçi bu parayı düşürmek de elimizde.

Bir gayret her birimiz ameliyatlık hastalıklara yakalanır, Şehir Hastaneleri'ndeki boş yatakları doldurmaya çabalarsak Hazine rahatlayabilir.

Tabii bu durumda rahatsızlığı bizler çekmiş oluyoruz ki hangisi daha iyi bilemedim.

Öte yandan Sayıştay'ın 2016 yılında Devlet Hava Meydanları İşletmesi'yle ilgili hazırladığı denetleme raporunda, havuz müteahhitlerine toplam 6 milyar 300 milyon Euro gelir garantisi verildiği yazıyor.

Bunu "rekabetçi kurla" çarptım, sonucu sizlere söylemeyeceğim ki bu sıcaklarda bir de siz baygınlık geçirmeyesiniz.

Damat Bakan'ın bugüne kadar bize söylediği her şeyi ters yüz eden bu sözlerinin şokunu daha üzerimden atamamıştım ki gözlerimi yaşartan o sahne televizyon ekranında belirdi.

Hayatım boyunca unutamayacağımı bugünden biliyorum.

"Bu haksız ve adaletsiz sisteme baş kaldırdığımızı" söyleyip, yumruğunu sıktığı ve "devrim" diye haykırdığı sahnede göz yaşlarıma hakim olamadım.

Yerimden fırladım, "venceremos, venceremos" diye marşa girdim.

Bir avuç işbirlikçi kapitalistin haset dolu gözlerle beni süzdüğünü de fark ettim ama aldırmadım.

Devrimi, döviz fiyatlarını yükselterek başlatabileceğimiz keşke daha önce aklımıza gelseydi diye hayıflandım.

* * *

Schadenfreude!

Şaka bir yana, Damat Bakan'ın televizyon monoloğunun bana düşündürttüğü şey şu: Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!

Belli ki ekonomi yönetimi, Türkiye'nin sorunlarının üstünün örtülebileceğine, "propaganda" ile milletin kandırabileceğine inanıyor.

Millet buna kolayca kanmaz, ben söylemiş olayım.

Herkes kendi cebinin ve mutfağının durumunu Damat Bakan'dan daha iyi biliyor ve Albayrak, kandırsa kandırsa kayınpederini kandırıyor olabilir.

Bakan'ın konuşmasından şu sözün altını çizdim:

"Türk ekonomisi, bu yılın ikinci çeyreğinde dünyanın geri kalanına göre daha az daralacak."

"Bu yılın ikinci çeyreği" diye tanımladığı dönem Nisan-Mayıs-Haziran aylarını kapsıyor.

Covid – 19 nedeniyle, vatandaşlarını korumak için bütün hayatı durduran ve bu arada fabrikaları, iş yerlerini de kapatan ülkelerin, vatandaşlarının sağlığını umursamayanlara göre daha çok küçülmesinde şaşılacak bir durum yok aslına bakarsanız.

Bakan sözüm ona müjde verirken bu gerçeği saklıyor.

"Başkaları bizimkinden daha çok küçülecek" demenin bir tek anlamı var zaten: "Biz de küçüleceğiz ama bizden kötü olanlar da var."

Tiffany Watt Smith'in yaz başında yayımlanan kitabı "Schadenfreude" adını taşıyor. (Kolektif Kitap, Çeviren: Nüvit Bingöl.)

Kitabın adı olan Almanca kelime "başkalarının mutsuzluğundan mutlu olmak" anlamına geliyor.

Damat Bakan'ın "biz daha az küçüleceğiz" ifadesinde böyle bir gizli mutluluk tınısı var.

Ve Bakan'a hatırlatmak isterim ki bu iftihar edeceğiniz bir durum hiç değil.

İşini kaybeden, kazandığı para enflasyon yüzünden pul olan, ay sonunu zor getirenlere sorsun, Almanya'ya göre daha az küçülmüş olmamız onları teselli etmeye yetecek mi?

AKP yönetiminin, tipik otoriter rejim davranışları sergilediğine ilk kez tanık olmuyoruz tabii ama bunu da not edelim.

Propagandaya yüklenerek, gerçekleri milletin gözünden kaçırabileceklerini düşünüyorlar.

Bunun geçici olarak işe yaradığının örnekleri var elbette ama dram, çocukların aç yattığı evlerde yaşanıyor.

* * *

İstanbul Sözleşmesi şimdilik kurtuldu galiba

"İstanbul Sözleşmesi'nden çıkalım" hareketinin bütün faturası ortaya karışık bir "fahişe" hakareti servis eden Abdurrahman Dilipak'a çıkartılacak gibi görünüyor.

Bu iğrenç tanımlamayı Dilipak yerine, AKP'ye muhalif isimlerden biri yapmış olsaydı, bugünlerde neler konuşuluyor olurdu, hayal edebilirsiniz.

Yazana dünya dar edilmiş, savcılar harekete geçmiş, ilk duruşmaya kadar geçecek iki – üç ay için hapse tıkılmış ve memleket başına yıkılmış olurdu.

Dilipak ise aleyhine açılmış 81 adet dava ile bu işten sıyrılacak gibi görünüyor.

Bu tür davalardan bir sonuç çıkmaz.

Bir yandan AİHM standartlarındaki "ifade özgürlüğü", diğer yandan hakaretin muhatabının kim olduğunun da belli olmaması nedeniyle bu "gösteriş davaları" kapanır gider.

Tabii Reis yargıya bir kaş göz eder de "cezalandırın" derse, o zaman başka. Akan sular durur, Dilipak'ın özgürlüğünü savunmak da yine bizlere düşer.

Farkındaysanız bir süredir bu konunun üzerinin örtülmesine çalışılıyor.

En son olarak TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "İstanbul Sözleşmesi'nin kadına karşı şiddetle mücadeleye katkısı olmuştur" şeklinde bir açıklama yaptı.

"Sözleşmeden çıkmayı zorunlu kılan bir durum olduğu kanaatinde değilim" dedi.

Öyle görünüyor ki AKP içindeki "aşırıcılar", bir süre için "Ayasofya ve Kılıç" ile oyalanacaklar bu işi küllenmeye bırakacaklar.

Kadınların oyunu kaybetme endişesi, partinin aşırıcıların peşine takılıp gitmesini engellemiş durumda.

Dikkatinizi bir kez daha çekeceğim: Her konuda, her gün bir şeyler söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, bu konudaki sessizliğini muhafaza ediyor.

Partililerine, yakınlarına bir şeyler söylüyorsa bile bunu kamuoyunun önünde tekrarlamıyor.

Erdoğan'ın böyle bir konuda hiç konuşmaması, başkalarını bilmem ama bana çok ilginç geliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"