AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Samsun kongresini 19 Mayıs Stadı’nda düzenledi.
Evet, maçlara seyirci alınmıyor ama stadyumlarda kongre düzenlemek serbest. (*)
Erdoğan’ın konuşması, tabii ki televizyonlardan canlı olarak yayımlandı, aksi düşünülemiyor zaten artık.
Habertürk de ekranını ikiye bölmüş, bir tarafta İzmir’de enkaz kaldırma ve kurtarma çalışmalarını gösteriyor, diğer tarafta Erdoğan’ın konuşması canlı yayınlanıyor.
Ekrandaki alt yazı, İzmir depreminde o ana kadar tespit edilmiş ölüm sayısını gösteriyor: "Depremde can kaybı 58’e yükseldi."
Ve Erdoğan, şair Abdürrahim Karakoç’un bir şiirinden bir bölüm okuyor:
"Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma
Sabret hele, Azrail'den umut kesilmez."
Doğrusunu isterseniz ben "Allah’tan ümit kesilmez" diye biliyordum ama demek ki ümidini Azrail’e bağlayanlar da varmış.
Böylece sabrın sonunun Azrail olduğunu da öğrenmiş oluyoruz ki sabretmeyi seven bir millet olmamızın karşılığını görecek olursak, hayatta Türk kalır mı diye de merak etmedim değil!
Şiiri içten gelen bir iştiyak ve abartılı imam hatip vurgusuyla okuduğuna göre ümidini Azrail’e bağlayanlardan biri de Erdoğan olmalı.
Çok merak ettim, kimlerden kurtulmak için Azrail’in gelmesini sabırla bekliyor?
Siyasal İslamcı düşünce ikliminde Azrail ve "düşmanların ölümünü isteme" kültürünün özel bir yeri olduğunu bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz.
Geçen gün tekrar hatırlatmıştım, bir cuma namazının ardından, yani bir ibadeti yerine getirip, ibadethaneden çıkarken de "küffara karşı şiddetli olmayı" önermişti.
Bu şiddet merakı, bulunduğu makam ile bir araya geldiğinde "İslamofobi’nin İslam coğrafyasından beslenen yönleri" konusunu da açabiliriz tabii ama bugün açmayacağım.
Şunu söyleyeceğim sadece: 18 yıllık AKP iktidarının geldiği noktada ümitlerini Azrail’e bağlamış durumdalar.
Yalnız anlayamadığım şu ki 18 yıldır iktidarda olduklarına göre kimden zulüm görüyorlar?
- Osman Kavala gibi, Müyesser Yıldız gibi gerekçesiz ve keyfi olarak hapishaneye mi tıkıldılar?
- Hakları ellerinden alınan ve kimseye seslerini duyuramayan maden işçisi mi bunlar?
- Memlekette düşünce özgürlüğü var diyerekten bir bildiriye imza atıp, hayatlarının sonuna kadar işsizliğe mahkûm edilen öğretim üyesi mi bunu söyleyen?
- Hiçbir suça katılmadığı halde, bir zamanlar devletin en gözde çetesinin okuluna çocuğunu gönderdiği, bankasına maaşını yatırdığı için işsiz mi kalmışlar?
Azrail, günün birinde gerçekten zalimleri cezalandırmak için ülkemize avdet ederse, elindeki tırpanla önce kimi dürter dersiniz?
(*) Futbol maçlarına izleyici alınmamasının gerekçesi Covid - 19 salgını. AKP’nin kongresini yaptığı stada da maçlar sırasında izleyici alınmıyor. Televizyon ekranlarına yansıdı: Delegeler için çimlerin üzerine, sosyal mesafeyi koruyacak şekilde sandalyeler konmuş. Büyük bölümünün maskesi, burunları açıkta bırakacak şekilde takılmış olmakla birlikte hepsi maskeli. Maça alınmayan seyirciler de tribünlere alınmış ki tezahürat yapılsın. Stadyuma giriş ve çıkış esnasında bu kişiler arasında 1,5 – 2 metre mesafe var mıydı? Tribünlere bu şekilde seyirci alınabiliyorsa, futbol maçlarını niye sadece localara para yatırabilen zenginler izleyebiliyor?
* * *
"Dış güçler" de şaşırdı ne yapacağını
AKP Genel Başkanı, Samsun’da Azrail’i yardıma çağırmadan önceki gün partisinin Van’daki kongresinde de konuştu.
Şu cümlesini not ettim: "2023’e kadar ekonomide bambaşka bir Türkiye’yi hizmetinize sunacağız; bunun için biraz daha sabır, metanet, gayret bekliyorum."
Bu cümleyi kurmadan hemen önce de "ülkemizi ekonomik olarak kuşatmaya çalışanlara cevabımızı da yeni bir ekonomik kurtuluş savaşıyla veriyoruz" demişti.
AKP Genel Başkanı’nın, başımıza gelen her kötü şeyden kendisi dışındaki herkesi sorumlu tuttuğunu biliyoruz.
Bunlar zamana ve zemine göre değişebiliyor, bazen birlikte bazen de tek tek hareket edebiliyorlar: Faiz lobisi, kıskanç Almanya, emperyalist Amerika ya da emperyalist Rusya, haddini bilmeyen Fransa, dış güçler, bir yerlerde düğmeye basanlar vs.
Ama önceki güne kadar yüksek perdeden atmaktan hiç vazgeçmemişti.
Bu tuhaf yaratıklar önümüzü kesmeye çalışıyorlardı, çünkü biz şahlanmış gidiyorduk!
Farkındaysanız sesinin tonu bu konuda düştü.
İlk kez "sabır, metanet, gayret" bekliyor, "kurtuluş savaşı vermekten" söz ediyor.
Oysa AKP’nin bir güneş gibi Türkiye’nin üzerine doğduğu yıllarda bu kurtuluş savaşını vermiştik, başkanlık sistemine geçince de tutabilene aşk olsun, uçup gidecektik.
Şimdi 2023’ kadar beklemekten söz ediyor ama daha iki yıl önce, Başkan seçilirse altı ay içinde her şeyin bambaşka olacağından söz ediyordu.
Erdoğan’ın bir kuşatma altında olduğumuzdan söz etmesinden beş gün önce, 27 Ekim günü Damat Bakan müjdeyi vermişti oysa: Yatırım dalgası ufukta belirdi!
Yatırım yapacak olanlar da yine Damat Bakan’a göre, Erdoğan’ın ekonomik kurtuluş savaşı verdiği söylediği çevrelerden başkası değildi: Dünya çapında yatırımlar yapan uluslararası dev şirketler!
Yatırım yapmasını bekledikleri şirketlerin kafasının ne kadar karıştığını tahmin edebilirsiniz: Bunlar bizden kurtulmak mı istiyor, yatırım yapmamızı mı istiyor?
Yabancı yatırımcılar, bu sorunun yanıtını kendi uzmanlarından alamazlar. Ben söyleyeyim:
Erdoğan işlerin sarpa sardığının farkında ve elindeki son barutu atıyor: Milliyetçi duyguları galeyana getirirse, milletin karnından yükselen açlık gurultularını bastırabileceğini, oyunu arttırmasa bile en azından koruyabileceğini hesaplıyor.
Siz ona bakmayın: O söyler, söyler, sonra ne söylediğini unutur, başka şey söyler!
Tek derdi, seçimi yeniden kazanabilmektir, ne sizin yatırımınızla ilgilidir ne de Türkiye’nin yüzde 70’inin geçim sıkıntısı çekiyor olduğunu dert eder.
* * *
Bu konuda "ilave tedbir" ne ola ki?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, belediye başkanı olup nikahlarda boy göstermeye başladığından günümüze kadar yeni evli çiftlerden bir tek şey talep etti: 3 çocuk!
Daha fazlasına itirazı yoktu elbette ama en az üç olmalıydı.
Cumhurbaşkanlığı’nın 2021 Programı’na da yansıyan bilgilere göre, bu konuda sözü dinlenmemiş.
2010 yılında kadın başına 2,1 çocuk olan doğurganlık hızı, 2012’de 2’ye, 2019 yılında ise 1,8’e gerilemiş bulunuyor. 2020 şartlarında ne olduğunu henüz bilmiyoruz.
Bunun üzerine Program’a çocuk sayısının arttırılması için "ilave tedbirler alınacağı" eklenmiş.
Çocuk sayısını arttırmak için "ilave tedbir" deyince biraz komik kaçıyor; farkındayım ama benim bildiğim çocuk sayısının artması "tedbirsizlikle" daha alakalı.
Programda "iş ve aile yaşamını uyumlaştırıcı politikaların" hayata geçirilmesinden de söz ediliyor.
Ne olduğunu tam anlayamadım ama bu acaba "sabahları işe geç kalma mazereti" olarak işe yarar mı dersiniz?