AKP iktidarının "torba kanun" sevdası bitmiyor. Bugüne kadar 3 binden fazla kanun maddesi, 70 küsur torba yasanın içine atılarak kanunlaştı.
Böylece kanunların Meclis komisyonlarında tartışılmasının önüne geçildiği gibi kamuoyunun dikkatinden kaçırılması da mümkün oldu.
Son numaraları ise 95 maddelik bir yeni torba kanun içine saklanmış bulunuyor.
Dışarıdan bakınca torbanın içinde olanlar İçişleri, Sahil Güvenlik ve göçmen sorunları ile ilgili bir dizi kanun değişikliği.
Kafanızı torbanın içine sokunca görebileceğiniz şey ise Recep Tayyip Erdoğan’ın seçip beğendiği kişilere verilmiş bir dizi avanta!
Gerçi bunda şaşılacak çok bir şey de yok. Evliya Çelebi’nin "seyahat ya resulullah" deyip hayatını yollarda geçirmesine benziyor durumları: Avanta ya resulullah!
Bu kez torbanın içine saklanan kanun, Cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar, bu görevde bulunanların eş ve çocukları ile ana-babaları, bakmakla yükümlü oldukları çocuklarına ömür boyu ücretsiz sağlık hizmeti sağlanması ile ilgili.
Reis, bu sigorta işlerinden devletin zarar etmesine göz yummayacağını söylemişti.
Belki bilmiyorsunuz, "emeklilikte yaşa takılanlar" diye tanımlanan ve Erdoğan’ın nefret ettiği kitle, eğer sigortalı bir işte çalışmıyorlarsa, en temel sağlık hizmetlerinden bile yararlanamıyor.
On binlerce insan, senelerce çalışmış, prim ödemiş ama yaşı tutmayıp emekli olamadığı için sağlık hizmetinden yararlanamıyor! Çünkü Erdoğan "zarar etmek istemiyor"!
Ve onun için de bu kanun, bir torbanın içine atılıp, diğer kanunlar ile birlikte çıkarılmak isteniyor ki kimse duymasın, emeklilikte yaşa takılanlara da ayıp olmasın. Ne olsa iki-üç sene sonra seçimlerde oylarına ihtiyaç duyulacak!
Bilmiyorum, bu tabloya bakıp kendimize bir teselli sevinci çıkarabilir miyiz:
Hiç olmazsa utanma duygularını tamamen kaybetmemişler.
Utanma duygularını biraz da olsa muhafaza ettikleri için bu değişikliği göğüslerini gere gere, herkese ilan ederek yapamıyorlar. Utangaç bir şekilde torba kanunun içine atıyorlar!
* * *
Vergi rekortmeni olmaktan utananlar kimler?
Bilmiyorum sizlerin de dikkatini çekti mi: Vergi rekortmeni olduğunun açıklanmasını istemeyenlerin sayısı her geçen yıl biraz daha artıyor.
Mesela AKP’nin iktidardaki ilk yılında (2003) en çok vergiyi ödeyen ilk on kişi içinde adının açıklanmasını istemeyen sadece bir kişi vardı.
2010 yılı "en çok vergi ödeyenler ilk 100" listesinde ise 21 kişi "Aramızda kalsın, aman ha" demiş, adının gizli kalmasını istemişti.
Buraya aktarmaya gerek yok ama isteyen internette bu listelere tek tek ulaşabilir ve orada göreceksiniz, bu isimlerin sayısı her yıl artıyor.
Geçtiğimiz yıl bu listede isminin açıklanmasını istemeyenlerin sayısı 53 kişiye çıkmıştı.
Bu yıl ise isminin açıklanmasını istemeyen vergi mükelleflerinin sayısı 57’ye ulaştı.
İlk ona girenlerden üç kişi adının açıklanmasını istememişti.
Bu yılki listede de, geçtiğimiz yıllardaki listelerde de ismini açıklamaktan çekinmeyenlere baktığımızda "öteden beri bu listelerde yer alan bildik zenginler" karşımıza çıkıyor. Koç, Sabancı, Çolakoğlu, Tara soyadları gibi.
Bu bir tek bana mı garip geliyor, bilmiyorum.
Çalışmış çabalamışsın, kazancının vergisini de doğru düzgün beyan edip, ilk 100 kişinin içine girmişsin ama adının bilinmesini istemiyorsun!
Bu aslına bakarsanız Türkiye gibi ülkelerde bir tür "altın başarı madalyası" gibidir ve herkesin göğsünde gururla taşıyacağı bir şeydir.
Ama yok. AKP zenginleri, isimlerinin bilinmesini istemiyorlar.
Birçok nedeni olabilir ama herhalde bu "Konu komşu, fakir akrabalar borç istemesin" diye gerekçelendirilemez.
İsimlerinin açıklanmasını istemeyenler acaba "Sen bu kadar kısa sürede bu parayı nasıl kazandın, açıkla hele"sorusundan korkanlardan mı oluşuyor?
Sayı her yıl giderek arttığına göre bunları AKP’nin yeni zenginleri arasında aramalıyız gibime geliyor.
Kim bilir, belki de sahip olduğu serveti kendi adına değerlendiremeyenler, paravan isimler aracılığıyla bu servetlerini yatırıma dönüştürenler de vardır.
Bilemiyorum tabii, nereden bileyim ki!
* * *
"Yok artık" dedirten hakim
Kadın cinayetleri konusunda CHP ve HDP’nin verdiği araştırma önergeleri, AKP ve MHP işbirliğiyle kabul edilmedi.
Böylece öğrenmiş olduk ki TBMM’de çoğunluğu oluşturan AKP ve MHP’lilerin, kadın cinayetlerinden çok da fazla şikayetleri yok.
Bakmayın arada bir gözyaşı döktüklerine, bu daha çok timsah gözyaşı olmalı.
Çünkü eğer bu işi önemsiyor olsalardı, ciddi bir Meclis soruşturmasının, bu cinayetlerin neden engellenemediğini tespit etmesi mümkün olabilirdi.
Elbette her cinayet failinin başına bir polis dikilecek değil ama medeniyet, başa gelen olumsuz şeylerden ders almak ve ona göre tedbirler geliştirmekle de ilgilidir.
Polisin ve yargının bu konularda izleyeceği prosedürlerin mükemmelleştirilmesi de böyle mümkün olabilir ve bazı cinayetlerin önüne geçilebilirdi.
Bir tek kadının bile hayatının kurtulması az bir şey midir?
Alın size bir örnek: (Olayın nerede geçtiğini yazmayacağım çünkü söz konusu hakimi sosyal medya linç severlerinin hedefine koydurmak istemiyorum.)
Katil, karısına ulaşabilmek için kızını sıkıştırıyor. Kızı, annesinin başına neyin geleceğini tahmin ettiği için olsa gerek adresi vermeyince adam öz kızını 14 el ateş ederek öldürüyor. Katilin, tutuklu olarak yargılanmasına devam ediliyor.
Bu arada kadın, kızını öldüren adamdan boşanmak için dava açıyor. Ve fakat bir türlü boşanamıyor.
Sonunda sabrı taşıyor ve mahkemede hakime, "Beni boşamak için neyi bekliyorsun? Çocuğun mezardan çıkıp gelmesini mi bekliyorsun? Bu adam benim kızımı öldürdü" diye tepki gösteriyor.
Bunun üzerine hakim suç duyurusunda bulunuyor. Yetmiyor, "şiddet ve korku yaratacak biçimde bağırdığını" gerekçe göstererek bir diğer celse için "yeterli sayıda polis" talep ediyor.
Bize de gözlerimizi fal taşı gibi açıp, hayret etmek düşüyor.
Nasıl bir yargıç, böyle bir durumda karar vermekten imtina ediyor ve mağduru daha da mağdur hale düşürmek için hakimlik yetkilerini kullanıyor?
Pes be birader!
Fotoğraf: Hakan Bintepe/ Sendika.Org