Bir demokratik hukuk devleti ile faşist polis devletini ayıran fark, keyfiliktir.
Hukuk devletinde, her şey öngörülebilir.
Anayasa vardır, kanunlar vardır, bu kanunların uygulanması sırasında otaya çıkan durumlarda referans alınacak mahkeme kararları vardır.
Polis devletinde de bunlar vardır. Anayasa da, kanunlar da, mahkemeler de.
Ama bunlara güvenemezsiniz, bazen öyle olur, bazen böyle. Keyfe keder bir durumdur yani.
Türkiye’deki rejimin karakterinin hangisine uygun olduğuna buna bakarak karar verebiliriz.
Ortaya çıktı ki Jandarma Genel Komutanlığı, bazı sitelere erişim yasağı konmasını istemiş, mahkeme de “tak diye istenen bu yasağı, şak diye yerine getirmiş.”
Allah rahmet eylesin, Beyaz Toros günlerinin unutulmaz özdeyişlerinden biri Tansu Çiller’in generaline aitti. O da “tak diye emredileni, şak diye yerine getirirdi”!
Erişimi engellenen 136 internet adresinden birisi bir milletvekiline de ait.
Anayasa Mahkemesi, neredeyse her hafta, erişime engelleme yasaklarının “ifade ve basın özgürlüğünün ihlali” olduğuna karar veriyor.
Böyle kararlar veriyor çünkü o vermese zaten iki ay sonra aynı kararı AİHM verecek.
Şimdi Anayasa Mahkemesi kararını dinlemeyenler de deyim yerindeyse “öpe öpe o kararı yerine getirecek.”
Ama işte tam da burada duralım!
Çünkü rejim, hukuk filan tanımıyor, direnebildiği kadar direnmeye çalışıyor.
Onun için de bu rejim öngörülebilir bir hukuk rejimi değil.
Faşist demeye dilim varmıyor, çünkü biraz ağır kaçacak.
Ama unutmayalım: Tak – Şak ilişkisi, mahkemelere bile sirayet etmeye başladıysa şu anda haksızlık etmeyelim diye dilimizin varmadığı şeyleri söylememize de imkân kalmayacak.
***
Adı üzerinde: İsteğe bağlı!
RTÜK Başkanı “isteğe bağlı yayınların internet ortamından sunumu hakkındaki yönetmelik” ile ilgili eleştirileri şöyle yanıtladı:
“Düzenlemeyi sadece müstehcenlik ve sansür gibi birkaç hususa indirgemek sağlıklı değil.”
Neden “sansür” yapmayacaklarını da şöyle açıklıyor: “Sansür yayın yapılmadan önceki denetimdir.”
Ah canım, ne kadar da zeki, maşallah!
RTÜK’ün bugüne kadar ki uygulamalarına bakarak, yönetmeliğin yetişkinlerin hayat biçimlerine müdahale sonucu doğuracağını söylüyoruz.
RTÜK’ün bu uygulamaları nedeniyle Türkiye’nin yurt dışındaki dizi film pazarı ölmek üzere.
Çünkü RTÜK kuralları yüzünden artık Türk dizisi demek, öpüşmeyen, sigara ve içki kullanmayan, seks yapmayan, tuvalete filan gitmeyen insanüstü varlıkların birbirlerine karşılıklı kurşun sıkarak, bağırmalarından ibaret.
Böyle gerçek üstü diziyi izleyebilecek insanlar da maalesef sadece bizim ülkemizde yaşıyor.
RTÜK Başkanı, “çocukları ve gençleri zararlı yayınlardan koruyacaklarından” bahsediyor.
Küçük yaşta kızların evlenmesinin serbest olduğu hatta dinen teşvik edildiği bir ülkede söylüyor bunları.
“Müstehcenliğe indirgemeyelim” diyor ama kolsuz bluz giymiş kadınları bile “müstehcen ve tahrik edici” bulan bazı tipler yaşıyor bu ülkede.
Ve biliyoruz ki asıl amaç, “istenmeyen içerikleri engellemek.”
Zaten sorunumuz da bu: Yetişkin insanların neyi isteyip, neyi istemeyeceğine devletin değil, her yetişkin bireyin kendisi karar vermesi!
Zaten yönetmeliğin adı bile böyle: İsteğe bağlı yayınlar!
Yetişkin bir insanın neyi isteyip, neyi istemeyeceğinden size ne?
Ve bir de sorum var: Adı Türkiye Gençlik Birliği olan bir dernek, internet üzerinden video yayınlayan televizyonlara “bayrak açmış”, RTÜK’ü destekliyormuş.
“Türk gençliği bu zehri yutmaz” diyorlar.
İyi ya, Türk gençliği bu zehri yutmayacaksa, sansüre ne gerek var?
Niye tırsıyorsunuz? Türk gençliği, iki film seyretti diye yoldan çıkacak kadar salak mı?
***
Yalancı politikacı yüzyıllardır aynı tip
Gülliver’in Gezileri’nin de yazarı olan İrlandalı şair – yazar Jonathan Swift (1667 – 1745) vaktiyle “Yalan Sanatı” isimli bir dergiye ilginç bir makale yazmış.
Umberto Eco’nun denemelerinden derlenmiş Devlerin Omuzlarında isimli kitabında bu makaleden yapılmış bir alıntıya rastladım. (Doğan Kitap. Çeviren: Eren Cendey.)
Swift bu yazısında bir politikacı tipi tarif ediyor.
Bana oldukça tanıdık geldi, düne kadar en ağır hakaretleri savurdukları insanın bir anda kankası olabilen bazı politikaların kulağını çınlattım.
Bakalım siz de bu “tipi” tanıyabilecek misiniz? Birlikte okuyalım:
“Siyasi yalancı, tüm yalancı loncasından farklıdır: Onun belleği zayıf olmalıdır çünkü bu her an yüzleştiği farklı durumlar için gereklidir. Yalanının çelişkisi yüzüne vurulduğunda ve zıt çehreleri olan bir durumda iki taraf için de yemin ettiğinde bunu hatırlamamalı, muhatap olduğu kişilere göre ruh hallerini hazır tutmalıdır. Üstün dehası sadece kaynağı tükenmeyen siyasi yalanlar mirasını kapsar ve bunları her konuştuğunda cömertçe saçar ve yarım saat sonra aynı cömertlikle söylediğinin tam tersini savunur. O asla bir beyanın doğru ya da yalan olması üzerine kafa yormaz. Sadece o an için uygun olmasını önemser ve karşısındaki insanı onaylamak ya da reddetmek üzere kullanır. Bu nedenle onun düşüncesini incelemek amacıyla söylediklerini yorumlamaya çalışırsanız, tam tersini hayal etmeniz gerektiğinden işiniz çok zor olacaktır. İsa ya da Tanrı adına yemin ettiğine göre bu yalan yere yemin sayılmaz diye düşünüyor ve söylediklerinin ne birine ne de ötekisine inanıyorum.”