Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, "vaka sayısındaki artış, tedbirlere uymayanları uyarıyor" dedi.
Sağlık Bakanı'na belli ki yakınları söylemiyor, ben söylemiş olayım: Vaka sayısındaki artışın nedeni her şey bitmiş gibi bir iyimserlik pompalamayı da ihmal etmeden, önlemlerin hızla gevşetilmesidir.
Onun için cümlesini şöyle düzeltmesini öneriyorum: Vaka sayısındaki artış, salgın bitmiş gibi tedbirleri gevşetenleri ve sorumluluğunu bilmeyenleri uyarıyor!
Almanya'nın bir aydan fazla bir süreye yayarak gerçekleştirdiği "açılmayı", biz neredeyse bir hafta içinde tamamlayıp, bitirdik.
Vaka sayısındaki artışın en önemli nedeni budur.
AVM'lerin açılmasıyla başlayan, seyahat sınırlamasının kaldırılmasıyla ilerleyen süreçte vaka sayısının artmaya başlaması zaten sürpriz olamazdı.
Sorumsuz vatandaşlarımız olacağı da bir sır değildi.
Ama onların sorumsuzluklarından önce toplu taşımanın salgın öncesine dönmesi, açılan işyerleri ile birlikte genişleyen sosyal temas olanakları, sıfır vakaya yaklaşmış, hatta yakalamış illere virüsün hâlâ yaygın olduğu illerden başlayan insan trafiği bu sonucu yarattı.
Bunun tek nedeni var: Türkiye'nin ekonomik durumu, salgına karşı alınan sert önlemleri kaldıracak sıklette değil!
Kapalı kalmaya devam edecek işyerlerine ve çalışanlarına destek sağlayacak gücü yok.
Onun için Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, kontrol edebileceğini düşündüğü bir sürü bağışıklığı sistemine geçmeye karar verdi.
Bugünkü tablonun nedeni budur, sorumsuz vatandaşları uyarırken, asıl sorumluluğu üstlenmesi gereken Erdoğan yönetimini de sorumluluğa davet etmeyi ihmal etmemek gerekir.
Sağlık sistemimizin iyi çalışması sayesinde kayıp sayısı giderek azalıyor, buna elbette sevinmeli ve mutlu olmalıyız.
Vaka sayısındaki artış nedeniyle vatandaşları suçlamaktan vazgeçmenin ve hükümetin sorumluluklarını üstlenmesinin zamanı da gelmiş bulunuyor.
Kapalıçarşı'nın açılışı
* * *
Dünyanın en saçma sınavı
Bu yıl üniversite giriş sınavına (YKS) 2 milyon 433 bin öğrenci girecek.
Geçtiğimiz yıl bu sınavı geçerek bir yüksek öğrenim programına kayıt yaptıran öğrenci sayısı 753 bin olmuştu.
YÖK'ün vakıf üniversitelerinin kontenjanlarının azaltılması sonucunu doğuracak uygulamasını da dikkate alırsak, bu yıl da bu civarda öğrencinin üniversite programlarından birine kayıt yaptıracağını varsayabiliriz.
Bu kadar öğrencinin iki gün süren bir sınavda ter dökecek olmasının nedeni aslında toplam kontenjanı 50 bini bulamayacak "iyi üniversiteler".
Öğrencilerin büyük çoğunluğunun hedefinde zaten bu bölümler yok.
Böyle bir ülkede normal olan, her üniversitenin kendi öğrencisini kendisinin seçmesinin sağlanması olmalı.
Mesela, geçen yıl 102 öğrenci alan İTÜ Bilgisayar Mühendisliği için 2,5 milyon kişiyi sınava sokmaktan daha saçma ne olabilir?
2 milyon öğrenci içinde, böyle bir bölüme girmeyi hedef olarak seçen öğrenci sayısının 10 bin bile olamayacağı çok açık.
Ancak Türkiye gibi, "kayırmacılığın, torpilin, işini bilmenin", sosyal hayatta ahlaksızlık olarak karşılanmayan bir norm haline geldiği bir ülkede, başka çare de görülmüyor.
Öte yandan sınava girenlerin bir bölümü, askerlik vs. gibi sorunları ertelemek için bir bölümü de "yapacak daha iyi bir iş olmadığı için" bu sınava giriyor.
Çoğunluğu öyle denk geldiği için girdikleri bölümlerden mezun olduklarında iş bulmakta çok zorlanacaklarını, önlerindeki örneklerden biliyorlar.
Geçtiğimiz yılın sonu itibariyle bir iş bulmaktan ümidini kesenler de dahil olmak üzere üniversite mezunu işsiz sayısı 2 milyonu geçmişti.
Ancak öyle bir lise eğitimimiz var ki çocuklara üniversite kapısına yığılmaktan başka çare de bırakmıyor.
Hiçbir beceri kazandırmadan, bir yabancı dil bile öğretmeden çocukları getirip, üniversitenin kapısında bırakıyoruz.
Dünyanın en saçma sınavını yapıyoruz ve sonra karşısına geçip "ne mükemmel bir organizasyon" diye mutlu oluyoruz!
Eğitim ve istihdam meselelerine kafa yoranlar yıllardır hep aynı şeyi söylüyorlar: Mesleki eğitimin payını arttırmak, eğitimi dijital çağın yaratacağı ihtiyaçlara göre planlamak vs.
18 yıldır Türkiye'yi yönetenlerin bir kulağından giriyor, öbür kulağından çıkıyor.
Tek meseleleri, kendi siyasal arka bahçeleri olarak gördükleri imam hatiplerin sayısını arttırmak.
O okullarda bile eğitimin kalitesiyle ilgili değiller.
Bu açıdan en büyük kötülüğü de aslında kendi "doğal tabanları" olarak gördükleri kitleye yapıyorlar, çocuklarının geleceğini yok ediyorlar.
* * *
The Spy Who Shocked Me
Mike Meyers'in üç rolü birden oynadığı Austin Powers filmi Türkiye'de Avanak Ajan ismiyle gösterilmişti.
Casus filmlerinin bilinen kalıplarıyla dalga geçen bir filmdi.
Filmin orijinal adındaki "shagged" biraz ayıp kaçacağı için "shocked" diye ben değiştirdim, "beni şaşkına çeviren casus" anlamı çıksın diye!
Gazeteci Müyesser Yıldız'ın tutuklu, gazeteci İsmail Dükel'in "ikamette serbest" bırakıldığı dava ile ilgili haberleri okurken, "o film mi komikti, bize yutturmaya çalıştıkları bu hikâye mi daha komik" diye düşünmeden edemiyorum.
Kuşkusuz ki bu daha komik kaçıyor.
Akıllı telefonu bile olmayan bir casus, TSK'nın Libya ve Suriye ile ilgili en gizli bilgilerine bile vakıf, İstanbul'da görevli bir ikmal astsubayı haber kaynağı!
Austin Powers'in bile aklına gelmezdi bu kadarı!
Ve insan ister istemez TSK'nın düşürüldüğü bu komik duruma da gülüyor.
Öyle bir ordu ki, Ankara'da en gizli karargâh ortamlarında yapılması gereken planlarını, İstanbul'da görevli bir ikmal astsubayından bile gizleyemiyor!
İster istemez gülüyorum ama acı acı!
Belli ki şu anda tam olarak kavrayamadığımız daha büyük ölçekli bir planın başlangıç aşaması yürütülüyor.
Fethullahçıların, akıl almaz kumpaslarla fırtınalar estirmeye başladıkları günlerden önce de uyarmıştım, AKP yöneticileri dinlemedi bile.
Yine aynı uyarıyı yapacağım: "Bu işten en çok rahatsızlık duyması gerekenler AKP yöneticileri olmalı."