Milattan sonra 2018 yılının Ekim ayının 27. günü iki jandarma özel harekat uzman çavuşu donarak şehit oldular.
Bu acı olayla ilgili haberleri okurken düşündüm: Acaba, 103 yıl önceki Sarıkamış faciasından bu güne Türk ordusunun herhangi bir mensubu donarak ölmüş müydü?
Ercüment Behzat Lav’ın “Gidişat” isimli uzun şiirinden bir bölüm aklıma geldi:
Sarıkamış Sarıkamış
Diz boyu karda anamız ağlamış
Tabanlarımız yarılmış çiğnemekten
Galiçya’yı Süveyş’i Kûtulammâre’yi,
Bu yetmemiş de Kızıldeniz’de şapa oturmuşuz
Ah o Enver’i diriltip yeniden öldürmeli.
Gazetelere yansıyan haberlere göre iki askerin donarak şehit olması üzerine 'çifte soruşturma' açılmış.
İçişleri Bakanlığı iki müfettişini görevlendirirken, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı adli, Tunceli Jandarma Bölge Komutanlığı da idari soruşturma başlatmış.
Bugüne kadar bu tür soruşturmalardan hangi sonuçlar elde edildiyse, bunlardan da aynı sonuç alınacaktır: Yani hiçbir şey!
Bu nedenle herhangi bir yetkilinin sorumluluğu üstüne alıp istifa etmeyeceğini, görevden alınmayacağını biliyoruz.
Sorumluluk, Valiliğin ilk açıklamasında olduğu gibi 'ani değişen hava koşullarına' bağlanacak.
Meteoroloji diye bir bilim dalı olduğunu, nerdeyse yüzde yüz kesinlikle hava tahminlerinin yapılabildiğini kimse hatırlamayacak.
Sis ve kar fırtınasının suçu da 'kader'e atılacak.
Bizlere de doyamadıkları bir yaşama veda etmek zorunda kalan iki gencin acısını paylaşmak kalacak.
***
Tarihi değiştiremezsiniz
Cumhuriyet Bayramı ile ilgili resmi kutlama, İstanbul’da henüz tamamlanmadan hizmete alınacak üçüncü havaalanının açılış töreni ile birleştirildi.
Yadırgadık mı? Başkasını bilmiyorum ama benim için hiç sürpriz olmadı.
Daha önce de Cumhuriyet Bayramı ile ilgili resmi kutlamalar, şu ya da bu gerekçeyle iptal edilmişti.
Bugünkü Cumhurbaşkanı’nın da kimi zaman “geçirdiği rahatsızlık nedeniyle”, kimi zaman “yurtdışında gezide bulunması nedeniyle” bu tür törenlere katılmadığını hatırlıyorum.
Cumhuriyeti kutlamak isteyen bazı sivil toplum kuruluşlarının kutlama programlarına izin verilmediğine, Atatürk anıtlarına çelenk koymak isteyenlerin polis zoruyla dövülerek, gözaltına alınarak oradan uzaklaştırıldıklarına tanık olmuştuk.
Çünkü bu iktidarın ideolojisiyle, Cumhuriyet’i kuran kadrolarınki birbirinden tamamen farklı.
Onlar yenilmiş ve sıfırı tüketmiş bir imparatorluktan yeni bir devlet çıkarmaya çalıştılar.
Bunlar ise hâlâ o imparatorluğun hayallerini kuruyorlar.
Yeniden eski günlere dönebilmek, Osmanlı’yı diriltmek mümkün olmadığı için Cumhuriyet’i savunuyorlar tabii.
Ama sorunları Cumhuriyet’i kuran kadrolar ile olduğu için onları yeniden hatırlatacak, halkın gündemine getirecek bu tür kutlamalardan ellerinden geldiği kadar uzak durmaya çalışıyorlar.
Ellerinden gelse o kadroların isimlerini de tarihten silecekler ama nasıl yapabileceklerini kendileri de bilemiyorlar. Sıkıntılarının asıl nedeni de bu.
Tarihi değiştirmek gibi umutsuz bir hayalin peşindeler ama tarihi değiştirmek mümkün değil ki!
***
Mehter marşıyla geldi,
İzmir Marşı'yla gidecek mi?
Erkan Yolaç’ın “Evet-Hayır” yarışmasını hatırlarsınız. Yarışmacılar mikrofonun başına mehter marşıyla gelir, yarışmanın sonunda İzmir Marşı'yla uğurlanırdı.
İstanbul Erkek Lisesi’ndeki dayakçı müdür baş yardımcısı ile ilgili olarak okul müdürünün açıklamasını okurken hatırladım.
Okulda düzenlenen Cumhuriyet Bayramı töreninde bazı öğrenciler programda olmamasına rağmen İzmir Marşı söylemek istemişler.
Müdür Baş Yardımcısı sıfatını taşıyan şahıs da marşı söyleyen öğrencilere tekme-tokat girişmiş.
İstanbul Erkek Lisesi, sınavla girmesi kadar okuyup, mezun olması da zor bir okul.
Türkiye’nin iftihar etmesi gereken özellikleri olan bir eğitim kurumu.
Böyle bir okulun öğrencilerini katı bir disiplinle yönetemeyeceğini en başta bilmesi gerekenler o okulun yöneticileri olmalı.
Bunlar zeki, çalışkan, parlak çocuklar ve onlara düşman gibi değil, arkadaş gibi davranmak gerek.
Ancak müdür baş yardımcısı olmuş kişi belli ki iktidarın bu tür okulları “hizaya getirmekle görevlendirdiği” militan tiplerden biri.
Marşı söyleyen çocuklara, bir eğitimcinin aklından bile geçirmemesi gereken bir şekilde müdahale etmiş, deyim yerindeyse saldırmış.
Okul müdürü de sonra açıklama yapmış, şöyle diyor:
“Törenin bitiminde bir grup öğrencimiz tören içeriğinde olmayan marşları söylemek isteyince öğrencilere kendisini de çok üzen ve yine kendisinin de tasvip etmediği bir şekilde müdahale etmiştir. Olay tasvip edilecek bir durum olmasa da 10 yılı aşkın bir zamandır İEL’de gece gündüz hizmet etmiş birine karşı yargısız infaz yapılması doğru değildir. Gereken idari soruşturmayı ivedilikle açacağımı bildiririm.”
Şimdi soralım:
Bu müdürün açtığı soruşturmadan hayır gelir mi?
Adam çocukları dövüyor, müdür bey hâlâ “yargısız infazdan kaçınalım” diyor.
Çocukları dövmeyi haklı kılacak nasıl bir savunma yapabilir ki, yargısız infazdan kaçınalım?
Bir kurumda gece gündüz hizmet etmek, yasaların açıkça suç saydığı bir eylemi, üstelik de çocuk yaştaki kişiler üzerinde uygulama hakkı verir mi?
İktidarın bu tür okullardan hazzetmediğini, hepsini imam hatibe çevirmek istediğini biliyoruz.
Bu dayakçı da, onu korumaya çalışan müdür de bu projenin bir sonucu olarak oradalar.
O makamlara mehter marşıyla getirilmişler. Acaba gidişleri de İzmir Marşı'yla olur mu?