30 Kasım 2022

Örgüt terörist, cinayet adi!

Örgüt karar vermiş, tetikçileri bir başkası ayarlamış, cinayet işlenmiş ve savcı şimdi bunun "adi cinayet" olduğunu savunuyor.

Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesinin bir terör suçu değil, "adi cinayet" olduğunu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, mahkemenin görevsizlik kararına yaptığı itirazdan öğrendik.

Cinayet ile ilgili iddianamenin gönderildiği ağır ceza mahkemesi, dosyayı inceledikten sonra davanın "terör davalarına bakan" ağır ceza mahkemesine gönderilmesi gerektiğini belirterek görevsizlik kararı vermiş.

Savcılık, bu karara itiraz ediyor, "hayır bu terör suçu değil" diyor.

Aynı savcının iddianamesine göre Hablemitoğlu'nun öldürülmesinin nedeni, bir terör örgütü yöneticisi olduğu onlarca mahkeme kararı ile kesinleşmiş Fetullah Gülen hakkında bir kitap yazmış olması.

Örgüt karar vermiş, tetikçileri bir başkası ayarlamış, cinayet işlenmiş ve savcı şimdi bunun "adi cinayet" olduğunu savunuyor.

İddianameye baktım, cinayet bir "kız meselesinden" işlenmemiş.

Cinayeti azmettiren, cinayeti işleyen ve kurban arasında mesela maç yüzünden başlayan bir tartışma, bir öfke sonucu cinayete dönüşmüş de değil.

Soğuk kanlı şekilde örgütün hedefleri doğrultusunda planlanmış ve icra edilmiş bir cinayet bu.

Ve savcı, bunun adi bir suç olduğuna inanmamızı bekliyor.

Neden?

Nedeni, Recep Tayyip Erdoğan'ın kafasına göre yetkisiz olarak ilan edilmiş bir aftan kaynaklanıyor.

17 – 25 Aralık 2013 günlerinin Fetullah Gülen çetesiyle ilgili davalarda "milat" kabul edilmesi, mahkeme kararlarına da girdi, Yargıtay kararlarına da.

Erdoğan, o tarihte ani bir zihin açıklığına kavuşup, aynı menzili maksuda yürüdüğünü zannettiği tiplerin terörist ve darbeci olduklarını anlamış.

Oysa 15 Temmuz darbe girişimine kadar varan suçların kaynağı bu tarihten çok daha öncesine gidiyor.

17 – 25 Aralık 2013 tarihinden önce işlenen suçların sonuçlarından kurtulmak, o günlerde "ben bu hareketle ilişkimi kestim" demekle nasıl mümkün olabilir?

Mümkün olabildi, çünkü o tarihte Başbakan olan Erdoğan, Anayasa'ya göre sahip olmadığı bir yetki ile "özel af" ilan etti.

Af kanunlarını çıkarma yetkisi TBMM'ye aittir ve yürütme organının böyle bir "milat" belirleyip, o tarihten öncesi için af ilan etme yetkisi yoktur.

Aynı şekilde bu miladı bir tür af ilanı imiş gibi kullanan mahkemeler ve yüksek yargı organları da TBMM'ye ait bir yetkiyi gasp etmiş durumdadır.

Bu yüzden Bank Asya'ya para yatırdı, çocuğunu örgütün yönettiği okullara yolladı diye binlerce insan süründürülürken, geçmişte örgütün karar ve yürütme organlarında yer almış, örgütün hangi amaca yönelik olarak devlet içinde yuvalanmaya çalıştığını birinci elden bilenler serbestçe gezebiliyorlar.

Savcının, açık terör suçunu, adi bir suçmuş gibi yargılatmaya çalışmasının tek nedeni de şu anda yargının, yürütmenin ve yasamanın tek sahibini memnun edebilmek.

Türkiye'de hukukun, muktedirin keyfine göre eğilip büküldüğünü bilmeyen kalmadı, bu da onun bir başka örneği işte!

Necip Hablemitoğlu

* * *

Türk yargısının itibarı kaybolunca

Türkiye'de adil yargılamaya ilişkin güvenin azalmasının sonuçlarını sadece günlük yaşamlarımızda hissetmiyoruz.

Türkiye'nin uluslararası itibarı da bu nedenle yerlerde.

Anayasa'nın açık hükmüne rağmen, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan yargı organları, sadece kendi itibarlarına değil, ülkemizin itibarına da zarar verdiler.

Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu cinayetindeki zanlılardan biri olan ve Bulgaristan'a kaçan eski asker Levent Göktaş'ın Türkiye'ye iade talebinin reddedilmesi bunun bir sonucu.

İade talebini değerlendiren Bulgaristan Hasköy Mahkemesi yargıcı bu kararı verirken, Göktaş'ın Türkiye'de "insan haklarına uygun ve adil biçimde yargılanmayabileceğini" açıkladı.

Türkiye, Kavala ve Demirtaş davaları gibi siyasi davalarda AİHM kararlarına uymadığı için Avrupa Konseyi'nden atılma tehdidi karşısında.

AİHM, HDP'li bazı milletvekilleri hakkındaki mahkûmiyet kararlarının siyasi nedenlerle verildiğini kararlarına geçirmiş durumda.

Bulgaristan'daki hâkimin, iade talebini reddederken bu kararları göz önüne almamış olması mümkün mü?

Levent Göktaş

* * *

Zehir hafiye, teröristi nasıl kaydetti?

Altı yurttaşımızın öldüğü ve 81'inin yaralandığı terör saldırısının kilit ismi Bilal Hassan'ın gerçek kimliği belirlendi: Teröristin adı Bilal Elhac Nwas!

Emniyet, bombayı caddeye bırakan kadın terörist Ahsam Albashir'e bombayı temin eden Bilal Elhac Nwas'ın, YPG amblemi önünde çektirdiği belirtilen bir fotoğrafı da yayınladı.

Bu fotoğraf, YPG ile terör saldırısı arasındaki bağlantıyı gösteren bir delil olarak önemli.

Ancak onun kadar önemli bir başka ayrıntı da var, gözden kaçırılmamalı.

O da söz konusu teröristin adının İl Göç İdaresi'nde "Bilal Elhac Maoas" olarak kaydedilmiş olması.

Belli ki Göç İdaresi, kendine söylenen her şeyi doğru olarak kabul etmiş, isimlerin doğruluğunu filan kontrol etmemiş.

YPG amblemi önünde fotoğrafı olan, yani bir süre YPG adına Suriye'de faaliyet göstermiş birisi Türkiye'ye geliyor, Göç İdaresi'ne kendisini kaydettirebiliyor ve burada işe de girebiliyor, iş de kurabiliyor, devletin savaştan kaçan geçici sığınmacılara tanıdığı diğer kolaylıklardan da yararlanabiliyor.

Ne güzel bir dünya bu böyle!

Suriye'de, Türkiye'nin terörist olarak tanımladığı bir örgütte faaliyetlerin olsun ve sonra Türkiye'ye gel, Bakanlığın bağlı olduğu Göç İdaresi seni kolayca kaydetsin.

Teröristlerin ayakkabı numarasını bildiğini iddia eden "zehir hafiye" İçişleri Bakanı, bunun nasıl olabildiğini açıklamak ister mi acaba?

Bu durumda daha kaç terörist kayıtlı, bilen var mı?

"Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde yaşanan patlamanın firari şüphelisi Bilal Hassan'ın, YPG terör örgütünün sembolü önünde çekilmiş fotoğrafı emniyet tarafından paylaşıldı." (AA)

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

En çok 12 Eylül rejimine benziyor

“Darbeci” diye yeri göğü inlettikleri 28 Şubatçılar bile Erdoğan’ın yerine bir devlet memurunu kayyım olarak tayin etmeyi akıllarından geçirmemişlerdi. Ancak Erdoğan rejimine hâkim olan zihniyet bu değil. Bu rejim, otokratik vesayet rejimi

Başlamadan biten “barış süreci!"

PKK’nın silah bırakmayacağı gibi kendisini lağvetmeyeceği de belli olduğuna göre Bahçeli’nin “direnç gösterilirse” şartı da oluşmuş bulunuyor. Bundan sonra Erdoğan yönetiminin “çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemleri devreye alması” Türkiye’yi yeni bir gerilim ortamına sokacak

Alaturka BAAS rejimi böyle oluyor!

Devletin güvenliğinden sorumlu en üst düzeydeki yetkililerin toplantısına AKP Sözcüsü de katılıyor! MİT Başkanı, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir konuda iktidar partisinin MKYK’sına giderek sunum yapıyor! Bu nasıl bir devlet? Yanıtı hepimiz biliyoruz aslında...

"
"